24 Nisan 2010 Cumartesi

FİLİN KALBİ



Kişinin hayal gücüyle, düşlerinin gerçekleşmesi arasındaki mesafe, yalnızca onun yoğun isteğiyle aşılabilir.


Halil Cibran



Bu sabah hatta son üç sabahtır Bodrum'da uyanıyor olmalıydım... Olmalıydım ama olamadım. Olamadık. Ashram ahalisi olarak yapacağımız güzel bir tatil ve o tatilden edineceğimiz fayda bilinmeyen bir tarihe ertelendi. Ertelendi ertelenmesine de içimizi de kırdı geçirdi...


Büyük bir savaştan çıkmışcasına dağınık hissediyorum kendimi. Aklım, hislerim, elim kolum ve daha beni ben yapan neyim varsa sağa sola saçılmış sanki. Uzanıp toparlayacak kadar bile enerjim kalmamış.


Dün adada yokuşu tırmanırken de içimde o tarifsiz isteksizlik vardı. Durmadan tekrarladım kendime "denize bak, mor salkımlara bak, kahveyi hemen yutma, tut ağzında ve hisset" diye... Bazen hiç faydası olmuyor. Ağır, anlamsız ve yorgun geliyor her şey... Yanlış yöne gidiyor gibi hissediyorum. Seçtiğim şeye mi istikamet yoksa hala, sadece ardımda kalandan kaçmakta mıyım hala emin olamıyorum...


Son okuduğum ve hala bitiremediğim kitapta "durmak, gerçek anlamda durmak zordur" diyor. Zor ama imkansız değil...


Sağlıklı kararlar vermek için, tam da yüreğimin ortasındaki isteğime ulaşabilmek için durmam gerektiğini biliyorum zaten. Onu, etrafını saran kuru gürültüden kurtarmam gerektiğini anlıyorum. Bütün bu kitapların, kuralların ve hatta aslında toptan her şeyin manasızlığını gördüm... Gördüm de hala yolun çok başındayım, bunu da gördüm!


Suskunlar şöyle bitmişti: "Susmak, belki de gerçeği anlatmanın tek yoluydu"


Durmadan bizim ashramdan bahsediyorum ya size, oraya gidip gelmelerimden, çocuk yogası ile ilgili hayallerden... Yavaş yavaş varlığımı her iki dünyada birden sürdüremeyeceğimi iyice gördüm. Anladım demeye korkuyorum çünkü anlayıp anlamadığımı ya da ne kadarını anladığımı zaman gösterecek...


Saf ve temiz olana ulaşmak sevdasında, çöplükler içinde dolaşmaya yer yok. İçinizi temizlerken bedeninize çamur banyosu yaptıramazsınız... Hocam durmadan anlatıyor. Bazen kızıyor, kırıyor, kırılıyor ve susuyor. Ama hep anlatıyor bize...


Hayatımın en büyük hikayesini neden içime sığdıramadığımı, neden olduramadığımı bana gösteren ashram oldu desem? Ama hala tam olarak anlayamadım desem?


Yıllar önce minicik, sevimli, uğurlu bir fil almış genç kadın. Bir bahar sabahında kapısına bırakılan bu güzel hediyeyi hemen kucaklamış. Önceleri her gün sevmiş fili, beslemiş. Özen göstermiş. Sonra her ne olduysa olmuş ve fil, evin uzak köşelerinde yaşamaya, sadece yemek saatlerinde mutfağa gelmeye başlamış. Hatta bazen uykuya dalıyor, aylarca uğramıyormuş yemeğe.. Genç kadın ve fil, uzun yıllar aynı çatı altında yaşamışlar. Taa ki bir gece salonda büyük bir gümbürtü kopana kadar...


O gece aniden uyanmış fil. Hala ufacık, sevimli sanıyormuş kendini. Ve eve sığabilen zamanlarda kalan kalbinin, büyüyen bedeninden habersiz oluşuymuş aslında bütün hadise. O gece mutfağa gitmek ve kadın orada mı diye bakmak, başını dizlerinin üzerine bırakmak istemiş. Fakat daha attığı ilk adımla kadının en sevdiği avizeyi kırmış!


Çünkü fil, artık o eve ve kadının kalbine sığamayacak kadar büyükmüş...


Gün aydınlandığında ikisi de gerçeği anlamışlar. Yine de uzun bir süre anladıkları şeyi görmezden gelerek hayaller kurmaya devam etmişler. Sanki fil hala minicikmiş ve sanki o ev ikisi için hala uygunmuş gibi...
Gün bitip gece geldiğinde, artık etrafı aydınlatacak bir avizeleri olmadığı için zifiri karanlıkta öylece kala kalmışlar... Fil her hareket ettiğinde kadının anılarından bir kaç tanesi tuzla buz oluyormuş. İçi birbirinden değerli cam eşyalarla dolu evde neredeyse kırılmadık tek bir parça kalmamış... Kadın her gece tuzla buz olan eşyalardan kalan kırıkları, sabah büyük bir üzüntüyle süpürerek aylarca yaşamış. Ve bir sabah evin içinde oturacak bir tek sandalye bile kalmadığını nihayet fark etmiş...


Günlerden bir gün, hava karardığında usulca filin yanına gitmiş. Gözlerine ve kalbine uyku tozu* üflemiş. Derin bir uykuya dalan ve ne olduğunu anlamayan fili, o uyanmadan evden çıkartmanın bir yolunu bulmalıymış... Düşünmüş, düşünmüş ama onu hiç bir kapıdan çıkartamayacağını sonunda anlamış. Parçalamak zorundaymış bu kocaman bedeni..


Mutfağa gitmiş ve eline büyük bir makas alarak salona dönmüş. O gece filin kulaklarını kesmiş. Böylece aralarındaki ilk köprü yıkılmış; fil artık onu duyamazmış... Ertesi gece ve ertesi gece yavaş yavaş filden hep bir parça kesmiş. Kestiği parçaları da kapıda bekleyen, hiç tanımadığı ve yüzünü bir kez bile görmediği kadına veriyormuş. İki kadın hiç konuşmamışlar. Bu yüzden, filin kesilmiş parçalarının nereye gittiğini ve diğer kadının usta bir terzi olduğunu asla öğrenememiş.


Fakat işin en zor kısmına gelindiğinde kadın durmuş; filin kalbi salonun ortasında halının üzerinde öylece duruyormuş... Kadın yere eğilmiş, kalbi eline almış. Tam kapıyı aralamış ve diğer kadına uzatacakmış ki, son anda vazgeçmiş.


Ertesi sabah ve onu takip eden diğer sabahlarda evi iyice temizlemiş, avizeyi tamir ettirmiş. Yeniden, sabırla ve özenle ama bu kez cam değil, gümüş eşyalarla döşemiş evi. Artık kimse eşyalarına zarar veremezmiş. Hem zaten bir daha fil beslemek gibi bir niyeti de yokmuş. Her şey emniyetteymiş.
Emniyette miymiş?


O gece ve o geceyi takip eden gecelerde çok garip bir şey olmuş; hiç hesapta olmayan bir şey... Her şey yoluna gireceğine daha da sarpa sarmış. Çünkü gerçeği anladığını ve problemi çözdüğünü sanan kadın aslında yanılmış...


Fil evden çıkmış çıkmasına ama filin kalbi hala mutfaktaymış... Kadın, bir tek gece bile uyuyamıyormuş. Evet artık ortalığı kırıp geçiren bir fil ve kör karanlıkta kalınan geceler yokmuş fakat filin kalp atışları daima kulaklarındaymış... Pek çok defa sabaha kadar oturmuş ve son gece kapıya gelen kadına neden bu kalbi de veremediğini düşünmüş. Sonunda, ne kadar büyük bir yanılgıya düştüğünü anlamış...


Kadını arayıp bulmayı ve ona filin kalbini vermeyi düşünmüşse de, aslında buna cesareti yokmuş. Zaten diğer kadının da filin kalbinin peşine düştüğü yokmuş.


Kadın, gümüş eşyalarla dolu evinde pek çok uykusuz gece geçirmiş. Pek çok kitap okumuş ve onlarca farklı öğreti arasında bir sihirli cümle arayıp durmuş derdine çare olacak. Ama bulamamış...


Hala yollardaymış. Elinde bir parça mendil ve içinde filin kalbiyle dolanıp duruyormuş... Bazıları Kuzey Denizi'ne gitti diyorlar onun için. Bazıları ise durmadan yakındığını, elindeki mendilin ağırlığıyla ilgili garip hikayeler anlatan bir meczuba dönüştüğünü söylüyorlar...


Eğer ben bu kadını bulabilseydim ona filin kalbinin de aslında kendi kalbi olduğunu ve o cam eşyalardan kurtulmanın kendisi özgürleştirdiğini söylemek isterdim. İyi ve kötü her neyimiz varsa hepsiyle devam etmeyi öğrenmekten başka çaremiz yok demek isterdim. Acaba aynanın karşısına geçsem ve kendi gözlerime bakarak sanki o kadınla konuşuyormuş gibi yapsam bir faydası olur mu? Yoksa hocam gibi sadece sussam o kadın bütün bunları bir gün anlar mı? Anlama anı daima mutluluk verir mi? Durmadan peşinde koştuğumuz mutluluk acaba gerçekten gerekli midir?


Bilmem. Bu sabahtan başlayarak aynaya bakacağım. Bakalım orada kim var... Ben, fili öldüren kadın ya da filin ta kendisi!


Size anlatırım...
*Uyku Tozu: 240 gr yalan, 100 gr hayal kırıklığı, 21 gr aşk ve 312 gr aldatma içerir.

4 yorum:

guguk kuşu dedi ki...

kimbilir, belki de sen, fil, kadın ve hatta ben hepsi aynıdır fortunata:D, kimbilir.
Bazen bildiğimi anladığımı düşünüyorum öyle anlarda yüreğim coşku ve cesaret doluyor yada belki yüreğim coşku ve cesaret dolabildiğimde biliyor ve anlıyorum....
bazen hiç birşeyi anlayamadığımı, bir arpa boyu bile yol katedemediğimidüşünüyorum, omuzlarım düşüyor o anda, yüreğim küsüyor, cesaretim ve ümidim parça parça oluyor. Ya da belki cesaretim ümüdüm parça parça olduğu için öyle düşünüyorum:D
ne kötü, tavuk mu yumurtadan yumurta mı tavuktan çıktı hikayesi kadar sonuçsuz.....
acaba hangisi, kristaller yüklerimiz mi aslında, bırakalım kırılsın mı?
fili mi gönderelim evden?
sorun neyi sitediğimi bilememem. bu da kendimi bilemememden kaynaklanıyor. kendimi bilememem de, yıllardır oluşturduğum, oluşturdukları sahte benliğimden sıyrılamamamdan kaynaklanıyor.
keşke sahtelerle gerçekleri pirinç ayıklar gibi ayıklayabilseydik, di mi?
bildiğim bişey var şuan: halil cibranın sözlerinin kalbimi hep umutlandırdığı..haa bi de dün bana joanın yazdığı yorumdaki edisonun sözleri, belki sen de okumalısın, bana çok iyi geldi...

Fortunata dedi ki...

Evet hepimiz aynıyız, haklısın. Bunu görmek ve kabul etmek arasındaki yol değil mi zaten bütün bu serzenişlerin sebebi sevgili Guguk kuşu?
Bence fena bir yerde değiliz, ne dersin?

guguk kuşu dedi ki...

umarım fortunata, umarım.....
böyle düşünmek yürümeye devam edebilme gücü veriyor.

Fortunata dedi ki...

:) Öpüyorum seni Guguk kuşu!