8 Nisan 2010 Perşembe

DOKUNMA TERAPİSİ, ASHRAM GÖREVLERİ VE SADECE YENİ BİR BAHAR DEĞİL YENİ BİR HAYAT: VOL.I


Sırayla gidiyorum, sondan başa doğru. Dikkat.


BU SABAH:


Ahiretliğimi kapıda bekletmeyeyim diye aceleyle - bir gün yere kapaklanacağım ama bakalım ne zaman??? - pijamalarımdan kurtulup, esneye sallana apartman kapısına indim. E madem indim bari caddeye kadar yürüyeyim, nasıl olsa karşıdan gelecek diye başladım ilerlemeye. Gelen giden olmadığı gibi köpekler havlamaya ve sokak lambaları da sönmeye başlamaz mı!? Ammanın diyerek hızlandım ve güvenli bulduğum, ışıklı noktaya geldim. Zaten o sırada ahiretliğim de ufukta göründü!


Bir kaç dakika itiraflar bölümünde oyalandıktan sonra - yağmur varsa çıkmayız demiştik ve sabah ikimizde yağmur duasıyla pencereye yapışmışız meğer - sallana yuvarlana parka girdik. Şimdi duşumu aldım, kahvemi de aldım ve vicdanım temiz olarak klavyemi dövmeye başladım:)


Aaa pardon bi de RÜYA vardı onu atlamışım: Rüyamda tez danışmanımla kol kola bir konferansa gidiyorduk. Vaktiyle tezi yazarken bir kaç kez acaba bana asılıyor mu inceden diye içime kurt düşmüştü, sanırım bu onun gecikmeli rüyası oldu. Zira elimi tutuyordu:) Rüyanın abuk bölümü bu sanıyorsanız yanıldınız... Asıl çılgınlık şu, ben Özcan Deniz'e aşığım. Ama ne aşk!

Neyse ki rüya romantik boyutlarda kaldı, düşünüyorum da fazlasını bünyem kaldırmazdı:)


DÜN SABAH:


Saat 06.15 cep telefonumda bir mesaj; hocam yağmura rağmen program geçerli mi diye soruyor. Ben, saygılı bir çekirge olarak kararı kendisine bıraktığımı söylüyorum. Ama yeterli olmuyor, bugünü istiyorsam evet hocam program uygulamada demem bekleniyor. Ben de diyorum! İyi ki de diyorum:)


Evden çıkıp, sabah yağmurunda yıkanan kuşların cıvıltısını dinleyerek dolmuşların geçtiği caddeye kadar yürüyorum. Sonra saate bakıyorum ve hala otuz dakikam olduğunu görünce tıpkı öğrenciliğimdeki gibi konservatuarın dibindeki büfeye gidip, oradaki abiye merhaba diyorum. Hal hatır bölümü geçince portakal suyum ve tostum geliyor. Hatırlanmak harika bir şey! Uzun uzun çiğniyorum tostu, sanki her lokma beni gençleştiriyor. Bu tostu yemesem de dizlerine kapansam acaba onbeş yıl kadar geriye gidebilir miyiz????


Aaa hocam da erken gelmiş. Demek ki 07.40 vapuruna yetişiyoruz, yaşasın! Deniz sefamızda vapurda kahvaltı yok; ben acele edip bu işi hallettim ne yazık ki. Neyse canım, hocamla da yerim:) Ve gerçekten de öyle yapıyorum.


Tramvaydan Beyazıd'ta inip, sahaflarda kitap bakıyoruz biraz. Sahaflar da şaşkın, kör karanlıkta rüyamızda mı kitap gördük ki geldik! Neyse canım geldik işte. Aaa pardon sahaflardan evvel Çınaraltı kime battı da yerle bir edildi diye üzülüyoruz. Hazır üzülmeye başlamışken, hocama babam hariç bütün ailenin bu camiiden uğurlandığını anlatıyorum. Sonra da Beyazıd'ın büfelerinden birine ilişiyoruz. Ah ya, sadece çay diyorum ama hocamın kahvaltı tabağı ve sahanda yumurtasından otlanıyorum. Bir daha tövbe; vallahi kahvaltı için acele etmeyeceğim. Nasıl güzel bir yumurtaydı o!

Hiç yorum yok: