26 Ağustos 2008 Salı

Dersaadet: Mutluluk Kapısı.


Kapalıçarşı'ya, daha doğrusu tarihi yarımadaya olan bağlılığım, tutkum yakın çevremdekiler tarafından gayet iyi bilinir. Her ne hikmetse Haliç (Altın Boynuz) ve Galata civarı da dahil olmak üzere oralarda beni çeken bir şey olduğunu düşünürüm. Nedir derseniz, cevap yok; bir şey işte! Ya da her şey!

Tekrar üniversite okusam yine İstanbul Üniversitesi'ne gitmek isterdim ve eğer bir gün dükkan sahibi olacaksam da mutlaka oralarda olsun isterim. Her sabah vapurdan bakayım şehrime; Kızkulesi'ne, Saraya... Canım sıkılınca Şark Kahvesi'ne gidip bir kahve içeyim. Sonbahar gelince olur olmaz saatlerde Ayasofya'nın bahçesinde turlayayım. Soğuk kış günlerinde artık okuyucusu kalmamış kütüphanelerde, hiç anlamadığım bir dilde yazılmış kitaplara dokunup, onları renklendiren nakkaşları hayal edeyim... Yaz başlangıcında iş çıkışları Aya İrini'de müzik dinleyeyim... Ooooo başka bir güzellik istemez.

Benim her tarihi yarımada gezim ayrı bir keşiftir. Belki de bu sebeple orayı çok seviyorum. Asla tekdüze değil ve asla sıkılmama fırsat vermiyor. Beni her defasında kendine bağlayan, her baktığımda gönlümü çelmeyi başaran bir cazibe! Kokular ve renkler cenneti...

Bazı günler planlamadan çıkıyorum evden, okuduğum bir kitapta anlatılan sokakları arıyorum, şairini bilmediğim bir beyitte geçen çınar ağacı hala yerinde mi diye gidip bakıyorum. Esnaftan öğrendiğim lokantalarda eski mutfakları kokluyorum. Yaşlı bir aile dostumuzdan duyduğum değerli bir sadekarın peşine düşüyorum... Çoğunlukla geç kalmış oluyorum. Kimi taşınmış, kimi de ölmüş oluyor ben güzelliklerinin farkına varana kadar... O zaman üzülüyorum. Kendimi tembel ve yavaş hissediyorum. Yine de babamın ve dedelerimin adımladığı caddelerde dolaşmak bana inanılmaz iyi geliyor. Her adımımı hissediyorlar diye düşünmek güçlendiriyor, tazeliyor. Bazen onların hayaletleriyle sarmalandığımı düşlüyorum, bazen de görünmez olduğumu...

Zaman zaman güzel tesdüfler yaşıyorum. Mesela Sevan Bıçakçı'nın kolleksiyonunu gördüğüm gün gibi. Hiç ama hiç ummazken aniden aklıma gelip, adresini sorduğum birisi, "tam kapısının önündesiniz" dediğinde ne kadar şaşırmıştım. Ben ki mücevher sevmem, onun şehrimi ve topraklarımın tarihini bir yüzüğe işlerken gösterdiği incelik karşısında büyülendim! Bu şehri seven her kadın bence onun takılarından etkilenecektir. Yüzüklerin konuları, renklerindeki zarafet akıllara zarar. Her yüzükte aynı duyguyu yakaladığımı söylersem abartmış olurum, fakat öyle yüzükler denedim ki, benim olsa uyurken bile çıkartmazdım! Oysa alyansımı bile düzenli takabilmiş biri değilimdir!!

Kıssadan hisse, sonbahar geliyor... Dersaadet bizi bekler. Mutluluk Kapıları'dır şehrimin eski adı ve içeri girebilenlere türlü hediyeler sunar. 6 Eylül'de ilk gezimizi yapıyoruz; Maviay, Külkedisi, Hayaltaciri, Burhan ve ben... Belki Lehistan Kralı da katılır?
Eğer bu büyüyü yaymayı becerebilirsem, Ekim gezisine herkes davetli olacak. Haber vereceğim.

Unutmadan, sırada Kumkapı Meyhaneleri var ki, orası için Gökay Bey kardeşimizden yardım alacağız:))

1 yorum:

Adsız dedi ki...

Dersaadet..!Gerçek bir mutluluk kapısı...Her bir sokak adı ayrı bir şiir, her semti ayrı bir tarih kokar buram buram. Öyle iyi bilirim ki dışardan sizi içerden bizi yakar için için... Keşke bu yazılarımızda olduğu kadar güzel ve el değmemiş bırakabilsek veya el değdirip orjinalini bozmadan dahada güzellik katabilsek. Ama dedim ya içerden bakınca gerçekler içimizi başka yakıyor...

Doyamassın hipodromda bir kahvenin tadına, kapalıçarşıda vitrinlere doyasıya bakmaya o kendine has kokusuyla çarşının, tramway yolunda amaçsızsa salınması bile bir başka keyiftir insanın...

Hala siz görmediniz mi? Ya da gelmeyeli çoookkk uzun zaman mı geçti? Eeee ne duruyorsunuz yazıyı okuyacağınıza hazırlanında biran evvel çıkın yola Dersaadet sizi bekler... Ha.. sakın ola ki bir de bana uğramadan geçmeyin 40 yıl hatırım kalsın ki tadı çıksın değil mi?..;)