15 Ağustos 2008 Cuma

Ay, Saray, Sabun ve İyi Hissettiren Kokular...

Ne olduysa oldu, biz birkaç kadın - bazılarının tanımıyla cadılar ya da prensesler de diyebilirsiniz :)) - geçtiğimiz haftalarda şehrin açık kalan logar kapaklarından yuvarlandık ve karanlık tünellerde buluştuk. Hayatlarımızı ertelememek ve ipleri elimize almak konusunda gizli toplantılar yaptık. İkili ve üçlü görüşmelerle, saray önlerinde içerek, msn de hayat kurtararak, yelken gezilerinde iki tramola arası, yanımızda olmayana verip veriştirerek belli bir noktaya geldik... Yani dönüşü olmayan bir yerdeyiz...

Benim Ay'la hikayem çok eskilere dayanır. Sarayla olan da öyle. En yeni bağımlılığım sabundur ki, onunla da sekiz yılı devirdik! Lush'dan "deniz sebzeli" sabun. Bana inanılmaz iyi geliyor. Kısaca şöyle anlatayım; uzaklardaki bir cadıyla sohbet etmek, ayakkabı almak, kahve ve nane likörü içmek gibi ve hatta Gümüşlük'de yüzmek gibi... Daha nasıl anlatılır bilemedim:))) iyi geliyor işte.

Bu sabunda ne sebze var, ne de deniz ama ev gibi kokuyor. Ne zaman banyoda gözlerimi kapatsam kendimi Londra'da huzur içinde yıkandığım sabahlara ışınlanmış gibi hissediyorum. Suya karışan sebzeli sabun kokusu ve duş perdesinin ardından burnuma gelen mis gibi kahve kokusu... Kendime ait bir eve hazır olduğuma dair tehlikeli sinyaller!

Dün Mehmetus'la Bambi'de goralılarımızı yedikten ve Londra günleriyle ilgili bol bol heveslendikten sonra şair dostum Hakan'la buluştum. Ne zamandır ağız tadıyla dedikodu yapamamıştık. Hayatıma çifter çifter gelenleri mehter marşıyla yolladığımı söyleyince, Starbucks semalarında kahkahalar patlatacaktık ya, sıcaktan olsa gerek sadece gülümseyebildik! Oysa biz bir araya gelince acayip eğleniyoruz. Seri saçmalamada, Hakan'ın reklamcı kimliğinden ve deneyiminden yola çıkarak elbette benden çok iyi ama hani ben de epeyce ilerledim.

Baktık sıcak enerjimizi iyice almış, Meltem'in de aramızda olacağı ve onun mezuniyetini kutlayacağımız bir zamana erteledik kahkahalarımızı. kalan zamanda iş konuştuk. Konuşmanın sonunda en az iki ay daha buralarda kalmaya karar verdim. Sebzeli sabunuma kavuşmak için iki ay nedir ki?

Eh, eğer buradaysak ve ayın ondördü olmuş ise eş dost ile koşarak köprüye gidilip içilmeliydi. Öyle yaptık. Ben erkenciydim. Yarım saatten fazla gün batımında yavaş yavaş belirginleşen ayı ve sarayın geceyle örtülen silüetini seyrettim. Gerçekten hayatta daha güzel bir manzara var mı bilemiyorum. Ama bu görüntüde de ev gibi birşey var. Ay, sebzeli sabun ve saray kesinlikle ev duygusu veriyorlar bana. Kulağa pek sağlıklı gelmediğinin farkındayım ama zaten ben de pek sağlıklı sayılmam!!

Geçmiş zamanlarda bir sevgilim vardı, rutubet kokardı. Ayrıldık, yıllar geçti üzerinden ve hala ne zaman rutubet kokusu alsam aklıma gelir. Kokuların böyle manyakça bir gücü var işte. Tıpkı renkler gibi. Kimbilir bu durumda benim sebzeli sabun sevdamın ardındaki çağrışım ne? Ben bunu Londra'daki sonsuz huzurumla ilintilendiriyorum. Çünkü insanın yalnızca kendisi için nefes aldığı zamanlar öyle az ki hayatta. Hani kendin için uyanmak, kendin için çalışmak, kendin için gezmek, istediğin zaman temizlik yapmak ve hatta yapmamak, istediğin gibi giyinmek vs vs vs...

Her gün farkına varmadan bir bedel ödüyoruz sahip olduklarımız için. Oysa gerçek özgürlükte bedel ödemek yok. Belki derin duygular da yok ama en azından basınç altında değilsiniz. Buradaki tek tehlike, tekrar kafese dönünce hissedilen çaresizlik duygusu. Kimi kafasını kafese çarpa çarpa ölüyor. Yani mecazi anlamda. Kimi önüne getirilenle teselli bulup, parmaklıkların ardından seyrediyor yitirdiklerini. Kimisi de benim gibi kapının açık unutulacağı anı kollayıp, hayal kuruyor! Nasıl olsa açık unutacaklar....

Zor zamanlar ve kararlar bunlar. Yine de iyi günlerdeyiz ve daha iyilerine az kaldı. Nereden mi biliyorum? Kokusunu alıyorum. Hayatlarımıza isim vermekten daha fazla kaçamayız... Bunu anladık. Erteleyerek varılacak bir yer de yok. Kararsızlık ve anlamaya çalışmak zaten faydasız. Olanı tam da olduğu gibi kabullenmek tek çare. Geride bırakılanları didiklemenin ve "acaba" larla hırpalanmanın hiç manası yok.

Cevap vermeyi düşünmediğiniz mektupları açmayın. İçinde sizi havalara uçuracak cümleler bile olsa cevap vermeme kararı aldığınızı anımsayın... Bırakın geçmiş çekilsin önünüzden, sarayı seyredin siz. İçinizdeki sarayları onarın, her an konuk ağırlayacakmışcasına şen kalın. Karnınız için ve ruhunuz için güzel yiyecekler pişirin. Dostları kocaman sofralara davet edin. Güzel kokular sarsın etrafınızı. Benim sabunu mutlaka deneyin. Ah, bir de eğer benim gibi işsiz değilseniz mutlaka Camper'daki ucuzluğa bakın. Ayakkabılar beni bitirdi:)))

1 yorum:

kelebeklerözgürdür dedi ki...

yazdıklarını her zaman seviyorum. ama bugünlerde benim kafamın ve ruhumun toparlayamadıklarını toparlayıp yazıyorsun, ne de güzel yapıyorsun...logar kapaklarından yuvarlanan kadınlar :))) bayıldım...artık "esin veren birinin" yeterli olmadığını anladık galiba...