9 Ağustos 2008 Cumartesi

Bozcaada ve Venedik.


Bu sabah kendimi alıp pilatese götüremedim - ama gün içinde Pilatescadısı'nı elbette gördüm - , çünkü bütün gece kalkıp kalkıp bulutları seyrettim. Ha yağdı ya yağacak diye kedi ciğere bakar gibi baktım. Yağmadı tabii. İçine tüküreyim benim yelkenciliğimin dedim. Havayı koklayamayan adamdan yelkenci mi olurmuş, peh! Al tekneyi yatır orsaya, bunu herkes yapar!

Az kaldı, yaz istese de istemese de gidecek ve şehrime misss gibi yağmurlu sabahlar gelecek. En fazla Eylül ortasına kadar canımı sıkabilir bu manasız sıcaklar ki, bence o da imkansız çünkü Burhan'la Bozcaada'ya gideceğiz. Bu durumda ben zaten tam istediğim gibi bir Eylül yaşıyor olacağım. Unutma Burhan, kazıya gidiyorum falan anlamam.

Bozcaada bende tıpkı Venedik gibi bir saplantı oldu. Ama nedense oraya her fırsatta gitmek istiyorum. Oysa konu Venedik olunca ayağıma kadar gelen fırsatları hep teptim. Neden? Bilmiyorum. Sanki zamanı değildi. Son haftalarda dergilerde ve kitaplarda bol bol karşıma çıkar oldu Venedik ve Bozcaada. Aradığım her şey oralarda sanki. Kostümler, daracık kendine özgü sokaklar ve o sokaklarda yaşayanlar, kahve, şarap, su (deniz ve kanallar), tarihi doku ve hala akan bir hayat...
Galiba 2009 bana kaçınılmaz seyahatler getirecek. Belki saplantılarımdan kurtulup karnavalda Venedik'de olacağım? Tam hayal etmediğim gibi tek başıma:)))
Bozcaada'ya gelince... O farklı. Oraya her zaman herkesle gidebilirsiniz; aile, dostlar, iyi rakı içen bir sevgili, şarap tadalım diye zıp zıp zıplayan bir arkadaş... Hepsi olur. Deniz güzel, kale güzel, sokaklar arasında sıralanmış tahta masalar ve sandalyeler güzel... Her daim zeytinyağlılar mis gibi, balık da var. E insan bu kadarla yetinmeli bence. Üstelik adada öyle bir atmosfer var ki hala bir yönü ile bakir. Ve hatta Bodrum'un en el değmemiş - yani olabildiğince el değmemiş - mahallesi olan Giritli Mahallesi'ni anımsatıyor. Adada Dalavera Memet yok, Madam Simone - dilerim yaşıyordur... - yok ve bana ait anılar da yok henüz...

Bozcaada'nın tamamını göremedim, yine de gördüğüm kadarı bana yetti. Ne yazık ki oradaki tek arkadaşım geçen yıl öldü; Yakar Kaptan. Oysa bana ısmarladığı kahvenin ve limana karşı yaptığımız sohbetin devamına ne kadar hevesliydim... Zaman işte; hain oyun arkadaşım.
Bu sabah canım Bozcaada'dan bahsetmek istedi. Nedeni de basit; derin hislenme*. Cenazeler, sevgili dostum Victor'un oğlu Ali ile yeniden tanışacak olmanın heyecanı, annemle yaptığımız manalı sohbet beni fazlasıyla duygulandırdı, düşündürdü... Hepsi bu!
*Derin hislenme neyin nesi dediğinizi de duyar gibiyim. Merak etmeyin, yeni öğrendiğim bu kavram hakkında uzun uzun yazacağım.

Hiç yorum yok: