30 Haziran 2016 Perşembe

İSTANBUL KIRMIZISI





İstanbul Kırmızısı* aşk ve veda hakkında. Kitap, bu kente derin hisler besleyen bir kadının hoşça kal hediyesi bana... Yatağımın ucuna bırakmış. Ona mesaj yolladım, Roma'da bir akşam yemeğiyle teşekkür etmek istiyorum!
 
Yazara dönersek,  onun neredeyse tüm filmleri zamansız ayrılıklar, zorunlu vedalar ve aşkı anlatıyor. Şimdi görüyorum ki kitaplarında adlı adınca söyleyemediği şeyler için yazmış tüm satırları. Birinci tekil şahıs olarak çırılçıplak kalmak istemiş dünyanın önünde.
Ne denir ki? Bravo!
 
"Aşk. Ne öğrendim aşk hakkında? Aşk hakkında öğrendiğim aşkın var olduğudur. Ya da belki daha yalın anlatımla aşk hakkında öğrendiğim ve öğrenmeyi sürdürdüğüm, filmlerimde, bütün filmlerimde anlattığımdır. Yani sevdiğimiz insanları asla unutmadığımız, onların daima bizimle kaldıklarıdır, bizi onlara artık var olmasalar bile çözülmez biçimde bağlayan bir şeyler olduğudur."
 
 
 
Kitabın bir hikayesi var tabii. Ancak insanın içine işleyen daha hazin bir şey var ki, o da bir adamın kendi ülkesinden, görünürde özgür iradesiyle, "sürgün" olması. Aslında çok sevdiği onlarca insan varken, olası bir hayatı ardında bırakıp, gitmeyi seçmesi.
İstanbul Kırmızısı, ne kadarı kurgu ne kadarı otobiyografik acaba dedirten, insanı can evinden vuran bir okuma. Uğruna hayatımızı ortaya koyduğumuz ne var ne yok bir kez daha sorgulatan, yazar kendine sorular sorup, vazgeçtiği hayatta neleri ıskalamış olabileceğine dair eski mahallesinde turlar atarken, bizi de benzer sorulara boğan samimi bir iç dökümü.
Hayatın orta yerinde ip cambazlığı akıl ve kalp arasında!
 
 
 
"Öteki sandığımız gerçek, çoğu zaman olduğumuz yerdedir ve ancak yüzleşme gücüne sahipsek bulabiliriz onu. Olduğumuz yerde hareket ederek, gerçeği kabul ederek. Sadece böyle değiştirebiliriz. Olduğumuz yerde hareket ederek ya da dünyayı gezmek için bavul hazırlayarak. Tek tek adımlarla."
 
Onlarca ülke, yüzlerce insan ve birbirinden güzel filmlerden sonra gelinen yer neresi? Bizim mahalle! İlk yazlar, ilk dondurmalar, ilk aşklar, kavgalar, cezalar, rüyalar...
O halde başa dönelim, aşk nedir?
 
"Aşkın ana noktası bu: akşamları kapıda bekleyen birinin olması. Seni kucaklayan birinin. Ebediyen değil, tek bir gün için bile olsa, kolları arasında kendini yuvanda hissetmeni sağlayan birinin."
 
Gerçek aşk insanın yuvasıdır! O halde sebepsiz kederin ve bitmez mutsuzluğun nedeni derin bir aşktan mahrum hayatlarımızdır.
 
"... kışı andıran bir yürektense, yangın yeri yeğdir ..."
 
*Ferzan Özpetek

1 yorum:

guguk kuşu dedi ki...

üf yaaaa, duymak istediğim bu değildi:( duymak istediğim aşk yok! cümlesiydi. amaaaa...bunu duymak içimi kıpırdattı desemm:)