23 Haziran 2016 Perşembe

AFAKANLAR BASTI!

 
 
Gazete okumuyorum. Televizyon seyretmiyorum. Radyo dinlemiyorum. Zira bu ülkenin bakkalına, doktoruna, avukatına, gazetecisine, öğretmenine, kasabına açıkçası insanına zere kadar güvenmiyorum. Kendi güvenilirliğimi de sorgulanmaya açık bırakıyorum.
 
Olan biten hakkında bilgi sahibi olmak da istemiyorum. Atı alan Üsküdar'ı geçmiş; kapıda iç savaş, ekonomik kriz, en iyi ihtimalle yamalı demokrasi bekliyor. Hangisini içeri alacağı belli olmayan birbirinden sıtkı sıyrılmış bir halk da eşikte aval aval bakmakta! Hala birbirinin yatak hikayelerine, ibadet biçimine, kılına tüyüne müdahale etmeyi marifet sayan bir garip kafa.
 
Hakikaten bilmek, duymak istemiyorum.
 
Bizim derdimiz nedir anlamış değilim. Ne zaman evimden çıkıp sosyalleşsem sinirime dokunacak, keyfimi kaçıracak bir halt mutlaka oluyor. İtiş kakış, yolu kullanmayı bilmeyen insanlar, yere tükürenler, bankada işlem yaptıran insanın duyabileceği şekilde "amma uzun sürdü "diyerek sözlü tacizde bulunanlar, gözünü memene ya da popona dikerek salyalarını akıtanlar, sokakta çocuğunu azarlayanlar veya eşini tartaklayanlar... Hangisini yazayım, zaten ben ne görüyorsam siz de aynısını görüyorsunuz. Yoksa kör mü oldunuz? Bir tek bana mı batıyor bu elini kolunu, sözünü nereye koyacağını bilememe hali?
 
Üzülüyorum. Güle oynaya konsere gittiğimde daha mekanın tadına varamamışken, önümdeki sandalyede gerine gerine oturan ve leş gibi kokan adama, arkamdaki sırada torbasından çıkarttığı kuruyemişi gevelenemeye çalışan teyzeye, müzik dinlemeye değil avlanmaya gelmiş, bence çok geç kalmış sarışının sağa sola bakmak için durmadan kımıldanan haline, bir iki sıra arkada bıdır bıdır konuşarak bisin içine sıçan bilmiş kokoşa üzülüyorum. Sadece onlara değil, en çok bu uyuz topluluğun bir üyesi olan kendime de fena halde üzülüyorum.
 
Bok mu vardı da kaldım sıçtığımın ülkesinde? Onun bunun hayatına koşarken, aman etraf toparlansın da ben o vakit başlarım istediğim gibi yaşamaya diye avunurken ilk yarı geldi geçti.. Besbelli bu ülkede ikinci yarı daha da can sıkıcı olacak.
Sokaklarda gaz, silah, korku içinde yaşayan insanlar...

İsrail'in haline üzülürdük bir zamanlar, orada nasıl günlük hayatı sürdürebiliyorlar derdik, peki biz aynı kayıtsızlık içinde değil miyiz şimdi? Ben evimde oturmuş misler gibi kahvemi içerken ve yazımı yazarken kim bilir kim tutuklandı, nerede bomba ihbarı oldu? Ya da kim kimin için iğrenç bir laf etti?
 
Gerçek anlamda nefret edilesi bir ülke oldun Türkiye. İçindeki insanlarla o kadar çirkinsin ki, artık merhametsizliği, bencilliği zirveye taşıdığını düşünüyorum. Bana sorarsan, senin ne tuttuğun orucu kıymeti var, ne de diplomalarının ve entelektüel tavırlarının. Bir kere insanca yaşanacak bir toprak değilsin artık; ayarsızsın, değersizsin, arsızsın, şuursuzsun.

Kendimi kafese kapatılmış, en iyi halde sürgüne gönderilmiş gibi hissediyorum. Antidepresanla, alkol arasında seçim yapar yapmaz biraz sakinleşeceğim umudundayım. Kaldı ki başka önerisi olan varsa Allah için mübarek günlerde esirgemesin, söylesin!

Şunu da yazmak isterim ki bu ülkenin cahilinden, yobazından ne kadar rahatsız oluyorsam, parası ve eğitimiyle kendini insan sınıfına yerleştirip, burnu kaf dağında yaşayan sözde entelektüellerinden ve sosyetik takımından da aynı şiddetle nefret ediyorum. Çok konuşuyorsunuz. Sıkılıyorum.

Dur dur bir şey daha var aslında, en sevmediklerimden biri de anası babası sözde solcu olan ve etrafta gevşek gevşek, kıçında bezle dolaştığı dönemi bizzat yaşamış gibi anlatan gerzekler. Ki bu gerzekler aynı zamanda azınlık sempatizanı da olup, etraftaki ermeni ve yahudi memleketlilerimizin kıçını da yalarlar. Onlara karşı öyle mahçupturlardır ki, sanki kendileri tütsüledi ya da kesti insanlığın üçte ikisini!
Asla anlamadığım bir kafa! Manyaklaştık iyice.

Sonuç olarak sanat size hiç yakışmıyor sevgili ülkem, adeta alışmamış topraklarda ananas !

Mevlana diyor ya kim olursan ol gel. Ben ekliyorum: bana gelme ne olur, artık dayanamıyorum!


Son bir şey daha. Dün Fransız Sarayı'na müzik dinlemeye gittik. Size sarayın güzelliğini anlatamam. Ancak parasına kıyamayan vakıf üzerinde akrobasi yapılması gereken, oturunca lastik leğen gibi arkaya esneyen sandalyeleri seçerken seyircinin kıçı rahat etmesin de müzik burnundan gelsin diye mi düşündü acaba? Bu işlerle ilgilenen ekibe bir sonraki konser organizasyonlarında sandalye seçerken bir defa oturup denemelerini, sadece fiyat listesini dikkate alıp, en ucuzu seçmemelerini öneririm. Beş lira pahalı olanını seçseniz, bilete bindirseniz sevgili vakıf. Olmaz mı?
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Hiç yorum yok: