7 Haziran 2016 Salı

UZAKLAR










 
Hatırladığım en eski oyun uzaklara bakmak. İlk dürbünüm de bir kaleydoskop!
Onunla ne kadar uzağa bakabildiğimi ve orada neler gördüğümü tahmin bile edemezsiniz. İçimin uzakları, geçmiş hayatın tuzakları ve  gelip gelmeyeceği belirsiz geleceğimin henüz şekillenmemiş kıyıları...
 
Bizim oralarda yağmur günlerce sürerdi. Resim yapmak, kitap okumak veya ev içinde oynayabileceğimiz onlarca oyun tükendiğinde, geriye hayal kurmak kalırdı. Ekmek elden su gölden yaşadığımız için midir, yoksa ardı arkası kesilmeyen yağmurlardan mı bilinmez, belki de sırf o uzun çocukluk günleridir beni hayalci yapan. Çünkü kış geçip, yaz geldiğinde de başka bir döneme girilir ve bu defa öğle uykusuna yatılırdı. Açıkçası hayat ne getirdi ne götürürdü demeden, mevsimlerden kim gelip geçti bakmadan hayal kurmak, düşlere dalmak için adeta zaman yaratılırdı.
 
Sonra sonra tü kaka oldu bu teşvik edilen hal! Heyhat, geç kalınmıştı.
 
İki çiçek dürbünüm var şimdilerde, bir de teleskobum. İçime ve geleceğe bakabiliyorum. Bir de yıldızlara... Geçmişe? Bakmamaya çalışıyorum. İyi gelmiyor. Geri geri araba kullanmak gibi içimi bulandırıyor. Bu yüzden olsa gerek, dikiz aynası kullanıyorum.
 
Uzaklara dönersek, en sevdiğim şey şu uzaklar. En uzak yere gidebilirsem, kendime en yakın noktaya ulaşırım gibi geliyor. Dış seslerden, etrafımdaki gündelik akıştan ayrı düşersem içimin uzaklarına yaklaşabileceğimi hissediyorum. Bunu bana kimin söylediğini de hatırlayamıyorum. O hiç bitmeyecekmiş gibi yağan yağmurlarda veya çarşafa yapıştığım öğle uykularında uydurmuş da olabilirim..
 
Velhasıl, geldim kır küç yaşıma ve uzaklara gitmekten daha güzel bir şey bulamadım!



SAYFA 159, TEBRİZ'İN KIŞ GÜNEŞİ...

"Ne gördün?" diye sordu derviş.
Şemseddin düşündü "Gördüğümü anlatmam mı doğrudur yoksa göremediğimi mi?" Derviş yine sordu. "Ne gördün?"
"Her şeyin bir hayal olduğunu..."Derviş solgun hareli gözleriyle dik dik baktı ona.
"Aklınla cevap vermeyi bırak da söyle, ne gördün?"
Şemseddin durmadan ne gördüğünü düşünüyor ama gördüklerini sözlerle nasıl ifade edeceğini bilemiyordu.
"Hiç", dedi. "renksiz bir gül" dedi. "suretsiz bir renk" dedi, "zihnin gülü, zihnin rengi, zihnin sureti" dedi. Ne dediyse dervişi kandıramadı.
Her defasında "Akıl gözüyle bakmışsın" , diyerek yüzünü buruşturdu derviş.
Bir kuş yavrusunu karanlık bir kuyuya bile atsanız vakti gelince öter, çünkü o vaktini bilir."
Şemseddin bu sözü niye söylediğini bilemedi. Dilinin ucuna gelen bu sözler bir anda dudaklarından dökülüvermişti.
Dervişin bakışlarını görmemek için gözlerini kaçırdı. "Ne gördüğünü bilmiyorsun ama neden göremediğini anlamışsın" dedi derviş.
Bir süre hiç konuşmadan oturdular havuzun başında.
Şemseddin aklı karmakarışık, içi huzursuz, düşünüyor ancak düşünceler karasız kelebekler gibi kafasının içinde uçusup duruyordu.


1 yorum:

guguk kuşu dedi ki...

Ne desem boş:)