18 Haziran 2016 Cumartesi

CANIM...

 
 
 
 
Hepsini seviyorum! Bana sorarsanız bütün çocuklar güzeldir. Sarışın, esmer, kız, erkek... Zaten dürüst olmak gerekirse, benim insan sevgim sanırım on beş yaş ile sınırlı:) Zira bakıyorum da, kalpten kalbe iletişimi tam oralarda bir yerlerde kaybediyoruz.
 
Asıl eğitimim malum. Çocuklarla çalışmaya başlayalı ne kadar süre olduğu da ortada. Bu yüzden tüm gözlemlerim, sözlerim tamamen kişisel olup, eğitimci kimliğiyle alakalı değildir. Kaldı ki

 ne haddime öyle bir sıfat!
 
Ben kendimi daha çok çocuk seven, çocuk diline yakın kalmak isteyen bir yetişkin olarak tanımlıyorum.
 
 
 
 
Küçük Kara Balık...
Benim ilk kitabımdı. Uzun yıllar sonra beklenmedik bir şekilde kurtuluşum oldu. Her şey o gece başladı sanki..
Bir gece rüyamda ortasında iki sütun olan aydınlık bir mekan gördüm. Uyandığımda geri kalan tüm ayrıntılar uçup gitmiş, yerine sadece o iyi, ferah his kalmıştı. Aradan birkaç hafta ya da ay geçti, hatırlamıyorum. Çocuk yogası eğitimini tamamlamış, yavaş yavaş ders vermeye başlamıştım.
Bir akşam telefon çaldı, arayan Emel Çakıroğlu Wilbrandt! Kulaklarıma inanamadım. Gerçekten beni mi arıyordu!! Kendisiyle Küçük Kara Balık'ın kuruluş aşamasında, bir arkadaşımın evindeki toplantıda tanışmıştık. Ama aradan aylar geçmişti. Aslında o akşam ben kendisinin iletişim bilgilerini almıştım ama aramaya hiç cesaret edemedim.
Emel Hanım'ın telefonu beni çok sevindirdi. Görüşmeye davet ediyordu. Elbette uça uça gittim. Çok iyi hatırlıyorum elbette; okul Koşuyolu'ndaydı ve güneşli, parlak bir Eylül günüydü.
Güzel bir sohbet oldu. Bana montessori çalışmalarına paralel dersler yapıp yapamayacağımı sordu. Ve ekledi, benden önce beş yoga öğretmeniyle görüşmüştü! Bu beklenmedik talep karşısında önce bir düşündüm, sonra da "siz bana montessori ne demek anlatırsanız, elbette yaparım" dedim. O da önce genel bir bilgi verdi, arkasından da örnek dersler istedi.
Eve dönüp iki gün çalıştım. Örnek dersler hazırdı. Bir tanesi Japonya, diğeri denizde yaşayan hayvanlar hakkındaydı.
Sonuç olarak okula kabul edildim. O sene staj yılımdı. Para kazanmadım. Fakat ciddi deneyimler edindim. Öncelikle çocuklara yakın durmanın ne kadar incelikli bir iş olduğuna ayılmaya başladım.
Sonra sonra, ilerleyen yıllarda kadrolar değişti, çocuklar mezun oldu... Yeni öğretmenler, yeni arkadaşlar ve çocuklar geldi. Bunun bir döngü olduğunu da anladım.
 
 
 
Bu çocuklar bize emanetti. Üstelik hayatlarının en kritik döneminde... Yaptığımız her şey, her kelime onların geleceğinde etkili olacaktı...
 
Açıkçası onlara karşı ilgimi ve özenimi hiç kaybetmedim. Bir tek gün bile derse aklımda, kalbimde, cebimde bir fikir olmadan gitmemeye çok özen gösterdim.
 
Evet bu kış zorlandım... Geri dönüp baktığımda keşke öğretmen arkadaşlara içinde bulunduğum durumu anlatıp daha fazla yardım isteseymişim diyorum. Ya da adını buraya yazmayacağım okulun sözleşmesini ne pahasına olursa olsun iptal etseymişim.. İnsan bazen kendi sınırlarını gereksiz yere zorlayıp, hırpalanıyor. Üstelik nasıl beceriyoruz bilmem ama bunu kendimize bizzat biz yapıyoruz!
 
 
 
Küçük Kara Balık'a dönersek... Orada yaşadığım her dakikayı hayatımın en kıymetli anları defterine tereddütsüz eklerim. O çocukların boynuma dolanan kolları, hasta olup okula gidemediğimde beni merak etmeleri, ayrılırken gösterdikleri tepkiler.. Ayda, Aras, Alaz, Ali Bilge... Leyla, Azra... Her biri özel. Biricik..
 
Bu yıl için en büyük dileğim, onlarla birlikte ilkokula başlamak:) Nasıl mı? Bir kesinleşsin de onu da anlatırım elbet.
 
 
 
Bugün sadece şunu söyleyebilirim; pek çok yanlış seçim yapmış olabilirim. Hatta seçim yapamayıp, öylece baka kaldığım da olmuştur. Ama öğretmen olmayı deneyimlemek hayatta başıma gelen en güzel şeydi. Anne olamamış bir kadın için, biriktirdiklerini paylaşmanın en eşsiz yolunu buldum!
Bunu sağlayan herkese ve her duruma minnettarım...

Hiç yorum yok: