31 Ekim 2008 Cuma

Akıl, Bana Ne Yaptın?

Geçenlerde en eski sevgilime* uzun uzun yazdım. İçimden, ona neler hissettiğimi, bana karşı davranışlarının ne kadar içimi acıttığını satır satır anlatmak geldi. Öyle yapmam gerektiğini düşündüm. Yaptım. Geride bırakmak için yapmam gerekiyordu.

Gerçekten rahatladım. Dün geceye kadar rüyalarımda ve gerçek hayatta, sorduğum sorulara alamadığım cevaplarla boğuşsam da, aslında bu savaşa hemen son vermem gerektiğini anladım.
Nazmi Hoca'nın egzersizlerinde olduğu gibi yapabilirdim mesela: İçine iyiliği çek, kötülüğü at. Sevgiyi çek, nefreti at. Mutluluğu çek, öfkeyi at....
Söylerken zor ama aslında yapabilmek çok kolay. Her şey gibi inanmak ve teslim olmak gerekiyor. Ancak bu şekilde özdeki gerçeği görebiliyor insan. Bu noktada bıraktım ben savaşı. Eğer kırgınlığıma ve yaralarıma teslim olmasaydım, hissettiklerimi dile getirmeseydim asla gerçeği göremeyecektim. Ben en azından denedim. Kuyunun dibine kadar korkmadan indim. Sonra kafamı kaldırıp yukarıya baktığımda, gördüğüm "hiçkimse"ydi. Ben o mektubu hiçkimse'ye yazdım. Beni, geçmişin unutulmuş bir noktasında dipsiz sandığım kuyuya indiren ve indiğim kuyudan tekbaşıma çıkmak zorunda bırakan hiçkimse'ye. Sayesinde "bu sınavdan da geçtim" demenin buruk tadı var kelimelerimde.

Şimdi, kulemin penceresinde oturmuş Mevlana'nın sözlerini okuyorum. Kitabı dün Burhan getirdi. Ne zamandır üzerinde konuştuğumuz bir konuydu Anadolu'da ortaçağ... Bilgelik vs vs.
Kitapta anlatılan hikayeleri gülerek dinliyorum. İlk kez şalteri kapatıp kalbimle dinlemeyi deniyorum. İyilik ve güzellik karşısında duygulanarak ağlamayalı ne çok olmuş! Son yıllarda döktüğüm gözyaşları hep öfkeden, kızgınlıktan...**
Kalbimi sevgiye açamamışım ben. Ertelemelere, ne isterim değil, ne istemeliyimlere kurban gitmiş saatler. Zamanla savaş, geçmişle itişmek hep bundan. Anda, tek ve biricik olan şu anda olmak konusunda geliştirememişim kendimi. Nazmi Hoca'nın ve Osho'nun varlığını bilmemizi istediği rehberin bana uzattığı eli görmezden gelmişim...

Mevlana'nın, arkadaşı öldüğü zaman düzenlediği cenaze törenini okuyunca gözümden yaşlar süzüldü. Büyük bir aşkla sevdiği Şems öldükten sonra toparlanması yıllar alan Mevlana, uzun bir süreden sonra Salahaddin adındaki şahsı kendine hemdem edinir. Fakat bu adam da gün gelir ölür. Mevlana, dostunun vasiyeti üzerine öyle bir cenaze töreni düzenler ki, Konya Konya olalı böyle şey görmemiştir. Devrin tüm geleneğini, göreneğini ve hatta inancını yok sayıp; defler, davullar çalınarak, besteler okunarak yürünür sokaklarda. Mevlana başı açık, çıplak ayak sema eder, naralar atar!
Adamın 13. yüzyılda başardığı kendi olabilme gücüne bakın! Konumu, saygınlığı, ailesi.... yok! Sadece ölümün acısı ve yapmayı gerçekten arzuladığı törenin biricikliği var.

Dün gece okuduklarım beni iç sesimi dinlemek konusunda iyice aydınlattı. Eğer orada bir yerde ötelediğim, kalbini kırdığım bir rehberim varsa artık hazırım, bana geri dönebilir. Hiç olmadığım kadar onu dinlemeye hazırım. Sanırım son yıllarda olan biten herşey beni buna hazırlıyordu. Ayak parmaklarıma değer suyu algıladım sonunda. Yani hala önümdeki okyanusu göremiyor olsam da, artık orada olduğunu biliyorum. Akıl beni çöllere götürdü, susuz bıraktı. Şimdi rehberime teslim olmak istiyorum!

*Gerçi o yıllarda "sevgililik" denilen şeyle şimdiki epeyce farklı ya, neyse.
**Leyla Nora'nın doğumu hariç:))


Önemli Not. Yarın Gurudwara aşramda sabahtan akşama kadar ücretsiz tanıtım var. Bence zamanı olanlar bunu kaçırmasınlar. Adrese facebook ya da Google'dan ulaşabilirsiniz.

7 yorum:

Brajeshwari dedi ki...

Bazen zihni süzmek için yazmak gerçekten gerekiyor.Ben bunu çok yaparım.Aslında bloglar sayesinde, hepimiz bunu yapıyoruz.Bir hocam bana yazdığım şeylerle yüzleştiğimi söylemişti. Gerçekten, onları sadece yazı olarak algılamış olduğumu farkettim.. iyiligi cekmek, öfkeyi atmak gibi aslında burada da sistem değişmiyor.

Çok sevdigim bir sözü yazmak isterim.Sen neye hazırsan, o da sana hazırdır..Bu söz hep beni gülümsetir...

Arzu Pınar dedi ki...

yazını okurken, kendimi saçlarını okşarmış gibi hissettim.

rehberinle yolunun çakışması dileklerimle.

Fortunata dedi ki...

Brajeshwari,haklısın. Ama bilmek yatmiyor, bazen tam içinde hissetmek lazım galiba. Yoksa her söylenileni aynı ilgiyle dinliyorum. Sadece dediğin gibi ben hazır olmadan bir anlamı yok:)
Arzu pınar,
her zaman oldugu gibi çok tatlısın. Biz seni hiç iznini almadan cadılar ekibine çoktan dahil ettik! Hatta Azot Narkozu ile bloglar kapanınca paniğe kapılıp, tüh bi kahve bile içemedik dedik!Bu nedenle emin ol saçımı okşamış kadar oldun:)

kelebeklerözgürdür dedi ki...

yazarken, brajeshwari'nin dediği gibi, sahiden yüzleşiyoruz. edebi kaygı olmadan, mektup yazar gibi, içtenlikle yazıldığında, tedavi özelliği bile var :)...neler birikmiş içinde, görüyorsun. bazen, karşındakine söylemenin gereği kalmadığı noktada, kendi kendine bu iç döküş, senin için, bir çok şeyi, gerçekliğine de kavuşturuyor.

insan, yapılması gereken her şeyi yaptığını bildiğinde, sonuç ne olursa olsun, daha kolay teslim oluyor olan'a.

eh ona bir de teşekkür mektubu yazman lazım tamamen iyileştiğinde :)) sana keşfettirdikleri için..:p

Fortunata dedi ki...

"insan, yapılması gereken her şeyi yaptığını bildiğinde, sonuç ne olursa olsun, daha kolay teslim oluyor olan'a.."çok haklısın. Benim geldiğim nokta da tam olarak bu sanırım:teslimiyet! Daha çoook başındayım - başındayız:))- ama hiç başlamamış olanlara hatta bu yolculuğu reddedenlere göre epeyce ilerledim:))

simla müderrisoğlu olgun dedi ki...

Ben de yazmaya günlük tuttuğum yıllarda başlamıştım…ve genel de Bay Zalim’e söyleyemediğim şeylerden oluşuyordu.. : ))
Tüm duygularımı yazıp rahatladığımı fark ettiğimde, daha çok yazıyordum…

Mevlana’nın arkadaşının cenazesindeki farklı uğurlama…bana babaannemin ölümünü hatırlattı…şöyle bir insan düşle..yaşlı ama hayat dolu, kültürlü, bakımlı, biraz da fırlama …o, hep ben öldüğümde derdi…sakın kimse ağlamasın..aksine…o gece herkes bir kadeh de olsa bişi içsin…birbirinize benle geçen komik anıları anlatın ….ağlayarak değil…gülerek uğurlayın derdi….hep!..
Öldüğü gece…..dediğini yaptık…ben o zaman 14 yaşındaydım..herkes bi kadeh kaldırdı…ve..zor tutsak de kendimizi -öyle komik anıları vardı ki zaten…- ağlamamaya çalışarak anılarımızı anlattık, tüm aile… tüm arkadaşları….ve komşular…gülerek uğurladık onu gerçekten…

Külkedisi’nin dediğine ben de katılıyorum: “insan, yapılması gereken her şeyi yaptığını bildiğinde, sonuç ne olursa olsun, daha kolay teslim oluyor olan'a..”

Sevgili Brajeshwari,
“sen neye hazırsan, o da sana hazırdır..” lafı beni de gülümsetir..ama biraz buruk bir gülümseme olur bu……

Fortunata dedi ki...

O ne şanslı bir babaanne imiş... Bir uygun zamanda bir kadah de biz kaldıralım ona ve sen en sevdiğin anını anlat olur mu?
Teslim olmak konusuna gelince... Zorlanacağız elbette. Özellikle sen ve ben... Külkedisi daha kolay başaracak. Ama emin ol biz de yapabiliriz. Ben bunu uzun uzun konuşmak isterim...