19 Ekim 2008 Pazar

O bir Kuyruklu Yıldızdı, Kaydı Geçti.

"Yıldızların bizim için parladığı anları göremeyen gözlerimiz, gün gelir, hayatımızdan kayan yıldızların gömüldüğü manzaraya kilitlenir.
Kedilerin özel bir anını yakalamak gibidir kendi hayatımızdaki olağanüstü anları ve olağanüstü kişileri yakalamak. Bazılarının gelecekte sandıkları "bir gün.." geçmişte kalmıştır oysa...."

Elli Parça'dan "AŞK", M. Mungan

Ve ekliyor Mungan, "her dönem kendi gözleriyle bakar, yazar....". Bu şu demek oluyor, bir süre daha benim kararsızlıklarıma ve içimdeki bakkal defterlerini kapatma hevesime katlanacak zavallı blog okurları. Ama bu yüzden blog yazıyoruz zaten değil mi? Günlükten fazla, ana haber bülteninden az olduğu için!

Euroweather yağmurlu bir gün müjdelemişti, oysa bakıyorum hava günlük güneşlik. Umurumda mı? Hayır, elbette değil. Bundan çok daha fazla canımı sıkan şey, evde kabartma tozu kalmamış olması. Yani kek yapabilmek için birinin markete gitmesi lazım ki, o ben değilim! Prusya Kralı da sabah erkenden kaçmış, okuldan arkadaşlarıyla kahvaltıya gidecekmiş. Bu durumda benim misafirim fırında eritilmiş peynirli kanepeler ve böğürtlen reçelli ekmekle idare edecek.

Bu sabah düğün günümü düşündüm. Nereden çıktı falan demeyin de, efendi gibi dinleyin. Özellikle bekarlar dinlesin: Tam böyle bir gündü, aslında altı yıl evvel bugündü; 19 Ekim 2002, günlerden Cumartesi. Bir gece önce fırtına kopmuş, Bitez'de ağaçlar kökünden sökülüp yolları kapatmıştı. İatanbul'dan yola çıkanlar dehşetli bir gece geçirmişlerdi otobüslerde. Yemek verilecek olan mekanın çatısı akmış ve dışarıya çıkartılan tüm masalar ıslanmıştı! Mandalin bahçesinde rakı hayallerimiz kelimenin tam anlamıyla suya düşmüştü... Daha da acıklısı nikah-koktely yapılacak mekan açık havaydı ve benim elbisem kolsuzdu!

Her şey, bir gece önce gördüğüm rüya da dahil olmak üzere, bu düğüne gitmemek gerektiğini işaret ederken, birden güneş açtı ve fırtına takviminin tam ortasındaki gün, muhteşem bir havaya döndü. Ben de yorum yaptım, zor başlayacak ama sonra her şey yoluna girecek diye...

Uzatmayalım. Sabahın köründe girdiğim kuaförden saat 15.00 gibi ancak kurtulabildim. Ömrümün en uzun kuaför salonu macerasıyla karşı karşıyaydım. Tek güzel tarafı salondaki tüm kadınların tanıdık olmasıydı. Sağolsun Ç. Mater herkesi hizaya sokmuştu. Ondan ciddi şekilde çekinen tüm kızlar, ne derse "hı hı" diyerekten pısmışlardı. Düğünden ziyade kostümlü parti havasındaydık. Kuaför salonu da kulis idi! Ben? Tarihimdeki en saltanatlı günün bitmesi için dua ediyordum! Ve herkesin gözü üzerindeyken hiç kolay değildi bir mucize için yalvarmak. Kurumayan ojeler, giymem gereken elbise beni ayrıca hasta ediyordu. Fakat oscarlık bir gelindim, durmadan gülümsüyordum. Zannedersiniz ki hayatımın en mutlu günü. Aslında bir anlamda öyleydi. Hani sevgilim deseydi ki "canım bak tüm sevdiklerimiz burada haydi bir parti verip sabaha kadar eğlenelim ama evlenmeyelim" İşte o zaman muhtemelen benim için gerçekten mutlu bir gün olacaktı. Boynuna atlayıp, sevinçle onaylayacaktım. Ya da "ne diyorsun sen ya, buraya kadar geldik, bitecek bu iş" diyerek gırtlağına çökecektim adamın. Zavallı, hep bu iki durumdan hangisi acaba diye telef oldu benimle....

Bu bir hortum gibidir arkadaşlar, kapılırsınız. Elbiseler, davetiyeler, yemekler, çiçekler, müzisyenler vs vs derken geri dönüşü olmayan bir köprüde yürümeye başlarsınız. Fantastik filmlerde iyilerin kıl payı kurtuldukları, altı cehennem alevleriyle kaynayan köprülerden birindesinizdir artık. Unutmayın, siz iyi karaktersiniz, üzerinizdeki muhteşem elbiseyle çocukluğunuzdaki masal kahramanları kadar güzelsiniz. İşi bozan tek şey saçınızın ardınız sıra uçuşmayıp, topuz yapılmış olması! Ah o tokalar!!!

Neyse, köprüye dönelim; siz ileriye doğru adım attıkça, ardınızda kalan yol çöker. İsteseniz de geri gidemezsiniz! Gerçi sonra köprü möprü görmeyip, hatta bu paraşüt açılır mı bile demeden atlarsınız ya, o bambaşka bir sahne. Bunu boşanma tarihim gelince anlatırım:))

Ben atladığımdan bu yana, yani altı senedir hala o kıyıda paraşüt dikmeye devam edenleri biliyorum. Asla atlayamazlar... Zaten atlamasınlar da, bu kadar düşünüyorlarsa vardır bir hikmet. Hani burada boşanmaya özendiren insan olmak istemem. Öyle davranırsam tüm evli arkadaşlarım kaçarlar benden!

Böyle evlendim ben. Bana iyi dileklerini sunmaya gelmiş sevdiğim onca insanı aynı gün içinde görmek dışında hiç bir anlamı yoktu. Ne müziği duydum, ne kenara yığılan paketlere baktım. Her şey anlamsızdı. Ama kasabanın gördüğü en güler yüzlü gelindim. İlerleyen saatlerde de en sarhoş!

O günden bana kalan bir kurutulmuş çiçek*, hazine gibi sakladığım bir nazar boncuğu ve çöpe attığım ama annemin geri alıp sakladığı - iyi ki de sakladığı - fotoğraflar... Gerisi kocaman bir hiç yığını.

Bugün bütün bunları anımsarken, yani "bu dönemim gözleriyle" bakarken, bütün içtenliğimle söyleyebilirim ki, iyi ki evlenmişim. En azından evde mi kalmış ya da neden evlenmemiş gibi saçma sapan sorulardan kurtuldum. Ayrıca dünyanın en iyi adamıyla evlendim ve yürümediğini gördüm. Denemeseydim hep bu şansı kaçırdığımı düşünecektim. Oysa benim kriterim yanlışmış... Artık gerçeği biliyorum.

Kuruma da hala inanıyorum. Fakat iyisi çok az evliliğin... Hani vergi kaçırmayan şirket neredeyse yok ya, onun gibi bir şey. Ama var, gerçekten başarılı olanlar var. Bakınız: Genco&Bingül, Mehmet&Semra, Altuğ&Agi, Meltem&Hakan, Aslı& Sedat...

Sonuç mu? İyi diye bir adamla evlenilmez. Fırtına takviminin ortasında sırf dolunay var diye de düğün günü seçilmez. Ayrıca evlilik kostümlü parti değildir, çok meraklıysanız kiralayın bir gelinlik iki tur atın evde ve rahatlayın. Son söz: Sakın saçınızı topuz yapmalarına izin vermeyin, gece sarhoş kafayla o tokalarla boğuşmak hiç eğlenceli olmuyor!



*Anneannemin bahçesinden getirilmişti çiçek ve Hatice teyzem onu bana verirken "bak, sana bahçenden çiçek getirdim" dediğinde gözümden yaş fışkırmıştı. Duygulandığım tek an buydu zaten. Gerisi senaryo gereğiydi...

6 yorum:

kelebeklerözgürdür dedi ki...

sevgili rapunzel,
şahsen iki kez evlenmiş ama bir düğün görememiş ama bunun yanında küçük çaplı bir iran evlilik merasimini ucundan kıyısından yaşamış bir gelin olarak, arasıra gelinlik giyip evde tur atma fikrini çok tuttum :))) maksat içimizde kalmasın :)

bence bunu fenerbahçe parkı, adalar veyahut bilumum yeşillikte bile yapabiliriz :))))) eksik damadı soranlara da fotoğraf çekimi yapıyoruz kardeşim diyebiliriz. :) evet evet, bence bunu yapabiliriz :))

yazını okurken güldümmm!!...bugünkü anlatımınla zaten o altında ateşler yanan köprü çoktan zihnimde canlanmıştı :) çok isabetli bir sembol seçimi!

tüm şakalar bir yana...evlilik, ilişki, adına ne dersek diyelim...ancak gerçeklikte buluşabilen, ama üstüne güzel masallar yazabilen, eğlenebilen, birlikte ağlamasını ve gerekirse birbirinin gözyaşını sümüğünü sevgiyle temizlemesini bilen insanlarla yürüyor sanırım :) tabii bu listeye yüzlerce şey daha ekler sayfalarca da yazabilirim :) ama gerçeğini aramak varken yazmak? :)

kendi düğününde eğlenebilen az gelin tanıyorum ve sen bu nadir insanlardan birisin :)))

Fortunata dedi ki...

Evet, asıl olan "gerçek" olması. Bütün derdimiz bu değil mi zaten? Gerisi kolay, amacı bağcı dövmek değil, üzüm yemek olan herkesle uzlaşılabilir. Yeter ki yollarımız kesişsin gerçeği isteyen, gerçeğe inanan adamlarla:))
Düğüne gelince, izin ver ben yapayım organizasyonu, eğlenmezsen adımı değiştiririm Keloğlan olur!

simla müderrisoğlu olgun dedi ki...

.....

Rapunzel...Rapunzel....,
SEvgili Rapunzel...

...yine şaşırttın beni..-yoksa artık şaşırmayı bırakmalı mıyım??

...

bu gün ...tüm gün...evlendiğim günü düşündüm...(karşı apartmanda arabalar geldi..gelini aldılar filan....ben de kendi düğün günüme dalmıştım....)...

...bi noktadan sonra...gerçekten, kontrol senden çıkıyor...hoş, neyi kontrol edeceksin..evleniyorsun işte, diye bilirsin tabi ama....o saçma koşturmaları düşündüm ben de bu gün....boşuna kastığım, nikah şekeri yetişir mi'leri mesela....

oysa..boşver tadını çıkar di mi büyülü anların....yok, öyle olmuyor işte... :)

ben çok gergindim o gün...biraz da "gelin" olduğum için herkesin bana bakması rahatsız ediyordu...akşam yemekte, içkiden sonra sürekli dans ettim ama..

Alkol her zaman işe yarıyor işte... ;)

...

Fortunata dedi ki...

Şaşırma:) Tek başına bir kadın işi de yoksa dönüp dolaşıp aynı masalı anlatır:))Eski koca, eski sevgili, hesaplar, kitaplar... Denk geliyoruz demek ki. Bak sırada boşanma maceram var daha.

Brajeshwari dedi ki...

Merhaba
Evlilik ile söylediğin herşeyi bazen gülümseyerek, bazende içimdeki ince bir sızıyla tanıdık bir taraftan okudum. Köprülerin yıkıldığı, paraşüt dikme çalışmalarını bende aynı gözlerle görüyorum.. Gerçekten evliliğe inanmak ile onu olduğu gibi yaşamak, bu arada köprüden önce var olanlarla -köprüden sonra gördüğün gerçekler için söylenecek çok şeyim var benimde aslında.. Köprüden geçince evliliğin aslında göz göze bitmez bir aşk, mutluluk oyunu olduğu bilincinin değiştiği bir yere varılıyor.Doğru Evlilik tüm bu pembe düşlerin ardında, bir soruna aynı noktadan bakıp ve beraber çözümü bulup uygulamaktan başka birşey değil sanki..Dahası var tabi..Söylenecek çok sözümü bu kutucuğa dolduramiyorum..

takipteyim.

Sevgiler..

Fortunata dedi ki...

Sevgili Brajeshwari,
Evlilik hakkında ve söylediğin diğer şeyler hakkında ben de takipte olacağım:)) Bloguma uğramana çok sevindim.