11 Ekim 2008 Cumartesi

Dünya'nın Yarısını Arıyorum.


"Sapanca'dayım. Dört ay sonra aynı evde*, bambaşka bir ruh haliyle yatağa uzandım. Huzurluyum. Tüm tedirginliğim İstanbul'daki odamda kaldı. Canımı yakan, bana iyi gelmeyen tüm çözümsüzlüklerden, belirsizliklerden yeteri kadar uzakta bir ormanın ortasındayım...." diye bir yazıya başlayacağım ama bu gece değil. Bu gece canım Sapanca'da geçirdiğim üç günden bahsetmek istemiyor. Orada, o evde ve bana verilen odada neler düşündüğümden de konuşmak istemiyorum. Gölü, böğürtlenleri, sincapları.... anlatacağım. Sonra...

Dün gece, bozulan televizyon sayesinde - ki zaten çok az alakam vardır kendisiyle - kitaplarımı karıştırmaya başladım. Her rafı önlü arkalı iki sıra halinde kullandığımdan, bazılarını uzun zamandır elime alamamıştım... Geçenlerde M. Ersan'la hakkında uzun uzun konuştuğumuz Murathan Mungan'ın, Elli Parça: "Bir 2005 Kitabı" da onlardandı. Hani bazı satırların altını çizmiş olmasam, kitabı okuduğumu neredeyse unutmuşum. Aslında iyi ki çizmişim, çünkü harika bir özet geçmiş oldum böylece. İçimden yeniden okumak geldi kitabı. Sonlarına doğru bir yerde "iyi öpüşen bir sevgili dünyanın yarısı demektir" diyor. Haklı. Aynı lafı sevgili P. Özer de dediydi doğumgünümde. Ah bir de "aşk olmadan meşk olmaz" demişti ki, bence yılın lafıydı! Kadın boşuna şair değil, elbette o yumurtlayacak böyle sözleri.

Kısacası kitapla beraber şehre, şehirde bıraktığım ruh bunaltıcı yaz mevsimine hızlı bir dönüş yaptım. Elimde Murathan'ın kırık dökük kelimeleri ve can yakan gerçekleriyle/hikayeleriyle dizimdeki yarayı seyrettim. Artık kaldırılacak bir kabuğu kalmadı, çünkü kabuk düştü. Daha evvel de farkettiğim gibi sadece azıcık pembe yaranın yeri. Olacak o kadar, şunun şurasında kaç ay oldu ki yerden kalkalı? Hem her gün Gümüşsuyu'nda yüz üstü yere kapaklanmaz insan. Yirmi yılda bir kez olur... ( Hala düşünüyorum, acaba o gece telefonumun şarjı bitmeseydi bütün bu hikayeler nasıl gelişirdi? Sanırım asla öğrenemeyeceğiz... ) "Çok iyi geldi! Acımadı" dedim kendi kendime!

Nah acımadı, düştüğü zaman gözüne yaş dolan ama ağlamamak için keçi gibi inat eden ve "acımadı ki" diyen çocuklardan farkım yoktu, bal gibi de acımıştı. Hem de çok acımıştı. Şükürler olsun ki geçti. Yaralarını taze tutanlardan değilim. Çok hızlı iyileşir benim yaralarım, fakat nedense derimde iz kalır. Kalitesiz bir tenim var; beşinci sınıf insan derisi!

Neyse, konuyu dağıtmayalım. Murathan Mungan okumaları bana, şu tuhaf alemde yalnız olmadığımı, hemen hemen herkesin benzer yollardan o ya da bu şekilde geçtiğini anımsattı. Külkedisi'nin dediği gibi "iyimser olmaktan gayrı çare yok" idi. Ve Virgilius'un eklediği gibi: bu bir girdaptı! Şükürler olsun ki zaman zaman yollarımızın keşistiği insanlarla sakinleştirebildiğimiz bir hızı vardı girdaplarımızın... İnananların kitabı bile "oku" demişti. Bu durumda okumak lazım gelirdi. Yıl bitmeden anımsayamadığım ve okumaya fırsat bulamadığım Murathan kitaplarını bitirmeye karar verdim. Belki sihirli bir cümle eder de, dünyanın öbür yarısının ne olduğunu söyler. Malum iyi öpüşen sevgiliyi henüz** bulamadık, belki dünyanın diğer yarısı daha kolay elde edilebilir birşeydir:))

Önemli Not. Rodin'e gıcık oluyorum, Rose ve C. Claudel'e yaptıklarından dolayı ama bu heykel yeryüzündeki en inanılmaz eserlerden biri bence.


*Şuursuz Manda'nın Şuurlu Ailesi'ne(?) ait olan ve benim dostlarım tarafından kiralanmış muhteşem ev.

** Dikkatini çekerim Külkedisi "henüz" dedim yani umutlu ve iyimserim:)

Hiç yorum yok: