17 Ekim 2008 Cuma

London Is Calling Me.


Mehmetus artık bu şehirde değil... O gideceğini söylediği günden bu yana benden bir parça da artık bu şehirde değil. İçime gitmek düştü bir kere. Kulaklarımda sekiz yıl öncesinden bir müzik, U2 avaz avaz bağırıyor: with or without you.... Londra'daki son evimde - Kilburn diye bir Irish mahallesinde yaşamıştım ki, pek eğlenceliydi!!! - , işten döndüğümde eğer evde kimse yoksa hemen U2 cd'mi dinlemeye başlardım. Komşular ve ev ahalisi dönmeden bangır bangır U2 dinlemek bana günün tüm yorgunluğunu unuttururdu. Ah Ah, ölmeden evvel bir konserlerine gidemezsem kesin gözüm açık kalacak!

Son günlerde rüyalarımda Covent Garden'daki dükkanlarda geziyorum; elimde bir kadeh şarap sokak müzisyenlerini dinliyorum. Camden Town'da Nepalli çocuklarla sohbet ediyorum. Bizim mahalledeki Irısh Pub'da Baykal'la bütün biraları deneyip, Sicilyalı çocukla hangimiz daha muhafazakar diye tartışıyoruz... Zavallı barmeni esir alıp ona Türkçe öğretiyoruz! Uykuya daldığımda sokak sokak oralarda gezip, sabah Kalamış'daki evimde açıyorum gözümü.

Bana iş yok bu şehirde, aşk da yok. Neden hala direniyorum bilmem. Oysa hemen gitsem, ruhumu Thames nehrinin bulanık sularında yüzdürsem, bir zamanlar aşık olduğum Polonyalı çocuğu bulup evlenmiş mi, kaç çocuk yapmış bir baksam.... Sonra onu neden terk ettim diye oturup dövünsem!

Belli ki orada da huzur bulamayacağım. Ama hiç olmazsa azıcık kaçabilseydim... Noel'de belki. Kimbilir? Lütfen Mehmetus benim için de gez. Soutwark'da muhteşem bir kilise yıkıntısı vardır, Gül penceresi olan... Neredeyse sadece dört duvar. Fakat nehrin kıyısındaki en gizemli yapılardandır.

Tuhaf bir kokusu vardır o semtin. Pazarı inanılmaz güzeldir, çok eski. İçinde taze meyva ve sebzeler satılan, üzeri vitrayla örtülmüş muhteşem bir pazar yeri.. Git ve oradan elma al, otur nehrin kıyısına afiyetle ye! Unutmadan, bunu mutlaka güneşsiz bir gün yap, o zaman daha gizemli görünüyor sokaklar...

Bazen hayatın hızına yetişemiyorum; işler tam yoluna girdi derken, raydan çıkmak her yıl daha zor gelmeye başladı bedenime. Eskiden bir saatte toparlanırdım, şimdi bir gün sürüyor. Bazen deli numarası yapıp çamura yatmak istiyorum. Ne güzel yahu, sabahtan akşama pijama&terlik gezmek, haftada bir kez banyo, önüme gelen üç öğün yemek ve güzel bir bahçeye bakan pencerem! Aslında hiç fena değil:))

Bu numara tutar mı emin olamadığımdan, bütün sabrımla B planını yaratmak için debeleniyorum. B planı kaçmak olmasın diye çırpınıyorum. Beni şu dünyada mutlu eden tek şehre kaçmak aslında o kadar kolay ki.. Ama o şehre kaçarken ardımda aşık olduğum şehri bırakmak var. Her başı boş turumda yeni bir yüzünü gördüğüm, yıllardır sevmekten bıkmadığım İstanbul'un kokusundan uzak baharlar, kışlar...

Hem sadece şehre değil içindekilere de bağlılığım var. Belki bu nedenle aşkı değil, alışkanlıklarını seçenleri en iyi ben anlamalıyım. Onlara en büyük anlayış benden olmalı. Benim olmayan küçücük bir kız için yerlerde yuvarlanan ben, çocuklarına hayatlarını feda eden ve kendilerine bağımlı kocalarıyla bir düzen sürdüren kadınları çok iyi anlayabilmeliyim. Seçimlerimiz aynı olmasa da, bakıyorum geldiğimiz noktanın paydasında birikenler aynı!

Eda Liza'nın büyümesini izlemekten bahsediyorum. Londra rüyalarımda cirit atarken bu küçük kız da boş durmuyor. Dün gece ona yıllar önce sahip olduğum kedileri (Titrek & Sürtük) ve kardeşimle yaptığımız yaramazlıkları anlattım.

O kadar eğlendi ki, her hikayenin en az beş kez tekrarlanması gerekti! Kelime gayet basitti: "bi daha!" Hoşuna gideni tekrar tekrar duymak istiyordu küçük hanım:)) Üç yaşındaki bu sevimli yaratık ile aramızdaki tek fark, benim artık "bi daha" diyecek gücümün kalmamış olması.

Yine de, O benim gizli güç kaynağım. Birlikte geçirilen saatlerden sonra bende de azıcık bile olsa "bi daha" enerjisi birikiyor. Korkum da burada başlıyor; bu tılsım ve benzeri gizli destekler olmadan yeniden Londra'ya dönmek ne kadar akıllıca olur? Of bilemedim.

6 yorum:

simla müderrisoğlu olgun dedi ki...

.........

yürek, nerde mutlu olacağını bilen en iyi organdır...yani böbreğin, karaciğerin böyle bi bilinci yok.. :)

....o yüzden, anlattığın gibi, senin yüreğinin başkenti İSTANBUL sanki....

ama beynin bu işe ne, der..bilemedim....

(organlar arası uyum da bu yüzden önemli işte...)

pilatescadisi-pilateswitch dedi ki...

Bak hava yağmurlu kapalı soğuk... Tak kulağına U2 nu, çık balkonuna şezlonguna koltuğuna, sar boynuna atkını, al battaniyeni, eline kadehinle şarabını, ...hiset, hiset ve yaşa. Sonra da bu güzel istanbulda yapacak çok işinin ve ne çok seveninin olduğunu hatırla...

Fortunata dedi ki...

Siz böyle yorumlar yazınca, yazıyı bir kere daha okudum. Bu defa çok güldüm. "Tutmayın beni dövecem" diyen adamlar vardır ya Türk filmlerinde, bir elleriyle de aslında kendilerini tutmayan adamlara sıkı sıkı sarılırlar. İşte halimi tam olarak böyle görüyorum:))) Çok komiğim yahu!

pilatescadisi-pilateswitch dedi ki...

eh yani....:))komik kadın....seni seviyorum ben

Brajeshwari dedi ki...

aynı İngiltereyi bende özlüyorum. Bazen herhangi bir eylemde aklımda bir sokağında yürür sanmak kendimi, Camdentown da o şekerli kokunun bir anda burnuma çalınması, kendi şehrimde yağmur yağarken o sokakları hissetmek baktığım pencerede.. bunlar mutluluk veriyor bana.. Bazen sadece özlemenin güzelliğiyle yetiniyorum ve şimdi buradaysam bir nedeni var diyorum..Yarın " bi daha" gittiğimde, orada olma nedenime de gülümseyeceğimi biliyorum..

Çok tanıdık geldi hissettiklerin...

Fortunata dedi ki...

Evet Brajeshwari, çok haklısın. Bugün tarihi yarımada turu yaptım yine ve gözlerim dolu dolu oldu. Fazlasıyla duygulandım... Haklısın, eger buradaysam ve hala "evet gidiyorum" diyemiyorsam mutlaka bir sebebi olmalı.