14 Ekim 2008 Salı

Japonlar, Londra, Roma Ya Da Koca... Bilemedim :))


Yaz ortasından bu yana çalışmayan bir insan olarak zamanla yarışıyorum. Kim kime daha fazla hükmedecek diye delice bir savaş var aramızda. Gören holding yönetiyorum ve arada üç çocuk bakıyorum zanneder!
Ben bunu hep yapıyorum; kazanamayacağımı bile bile savaşıyorum. İnadımdan, ona buna değil de daha çok kendime inadımdan bin parçaya bölünüyorum. Bazen tüm uzuvlarım şehrin orasına burasına dağılıyor da, gece olup yatağıma uzandığımda bana geri dönüyorlar gibi hissediyorum. Ancak böyle yaşadığımda içimdeki huzursuzluktan az buçuk sıyrılıyorum. Aksi durumda kulağıma abuk subuk şeyler fısıldayan iç sesimle başa çıkmam imkansız. Gavurun evladı iki dakika susmuyor. Vıdı vıdı yedi bitirdi beni. Amma fazla düşünmeye başladım geleceği, yoksa yaşlanıyor muyum ne?

Dün gece kitap okuyordum. Okudum, okudum ve iki üç sayfa sonra kendimi olmadık bir senaryo yazarken buldum! Gözlerim satırlarda, ben neredeydim acaba? Yuh dedim içimden, insan kendine bunu neden yapar? Japonlar Hakan'la anlaşamazsa ölecek değilim ya, en kötü ihtimalle Londra'ya dönerim. Olmadı Roma'da yaşarım, kime ne? Hatta Sapanca'ya yerleşip, Emine teyzenin oğluyla evlenirim. Kocam bakar bana, onun evcil insanı olurum:))

Yarın Burhan'la tarihi yarımada turu atıp bütün bu düşüncelerden sıyrılacağım. İstanbul'u ilk kez görüyormuş gibi bırakacağım kendimi gün ışığına. Yarabbim şükürler olsun güneş kremi sezonu geçti diye sevineceğim. Güzel bir Türk Kahvesi içeceğim, kitapçıda oyalanacağım. Hatta adama hala getirmediği kitaplar için serzenişte bulunacağım.
Perşembe günü de Beyoğlu'nda gezeriz. Film seyrederiz. Belki Mert'in yeni evine güle güle otur demeye giderim. Sonra? Sonrası İsis'e* emanet:))
*İsis, pek sevdiğimiz bir Tanrıça. Meraklıları için bakınız Mitoloji Sözlüğü, Azra Erhat.

Hiç yorum yok: