2 Kasım 2008 Pazar

İki Gün, İki Film.


Üst üste iki gün, iki güzel film seyrettim. Biri ne zamandır adını duyduğum fakat nedense başroldeki esas adamı fala sulu bulduğum için seyretmemeyi tercih ettiğim bir filmdi. Ama geçenlerde Külkedisi, bu film hakkında yazınca iyice meraklandım:"Eternal Sunshine of the Spotless Mind". Diğeri ise aylardır merakla beklediğim Ferzan Özpetek filmi "Un Giorno Perfetto".

Takdir edersiniz ki ikisi birden bünyeye epeyce ağır geldi! Ama aynı zamanda iyi de geldi. Zaten maceram dün sabah saatlerinde elmalı turta ile aşrama giderken başlamıştı. Yol boyunca, sanki takıp takıştırmaya çok meraklıymışım gibi manasızca küpelerimi düşündüm; renklerinin ne kadar güzel olduğunu, ne kadar eski ve ne kadar değerli olduklarını... Saçlarıma ne kadar yakıştıklarını... Oysa çok değil beş sene evvel bunlara benzer takıları çok abartılı bulur ve asla kendime yakıştıramazdım. Değişiyordum.... Yani elimde turta, kulaklarımda erguvan rengi küpelerimle mutlu mesut yürüdüm Göztepe'den Suadiye'ye.

Tam gün yoga ve meditasyonla geçince akşam için kızlara bakmaya iyice enerji toplamış oldum. Komşularıma, güzel bebeklerine göz kulak olmak için söz vermiştim. Bu nedenle Külkedisi ile içtiğimiz harika kahvenin ve kafamda ard arda ampuller yanmasına sebep olan sohbetin tadı damağımda kalarak eve döndüm. Agi ve Altuğ gidince, baktım kızlar melek gibi uyuyorlar, Agi'nin pişirdiği ıspanaklı börekle bir bardak cola alıp dvd seyretmeye karar verdim. İçimden de aynen şöyle söyledim: Şükürler olsun ki hala bu gibi basit konularda karar verebiliyorum!

Fakat seçtiğim film neredeyse yeni bir karmaşaya sebep olacaktı. Hem de tam "kararlarımı verdim, şimdi iş uygulamada" derken... Filmin başından sonuna kadar, o kadar fazla cümle vardı ki doğruca bana söylendiğini düşündüğüm.... Mesela kızın adının "mandalina" olması. Sonra her iki insanın da birbirleriyle anlaşamadıklarını düşünerek, aşık oldukları halde acı çekmemek adına hafızalarını sildirmek istemeleri... Adamın, "beni küçümseyerek git dediğin için gittim" diyen hali.... "Keşke çocukken tanışsaydık" cümlesi... Kadının, gerçek bir veda isteyen ama aslında veda istemeyen bakışı... "Beni utancına gizle" cümlesinin bir ilişkideki gücü ve ardından gelen muhteşem okyanus kıyısı sahnesi!

Bu filmi izleyin; kabinizden çıkartamadığınız birini hayatınızdan çıkartmanın manasızlığı üzerine çok çarpıcı bir senaryo. Acı çekmekten kaçarken, aslında yaşamın ta kendisinden kaçıyor olduğumuzun masalsı bir anlatımı... Zamanlaması epeyce can acıtıcı olsa da, bu film anlattıklarıyla benim en sevdiklerim arşivinde sağlam bir yer edindi bile kendine.

Amma Ferzan'ım Özpetek'im yine yıkıp geçirmiş ortalığı. Herkes bu kadar hayran mıdır onun filmlerine orasını bilemem. Fakat o, doğruca benim için film yapıyor sanki. Bu durumda benden tarafsız olmamı beklemeyin lütfen! Açıkcası hayatımda hiç fiziksel şiddete maruz kalmadım. Bir kadın bununla nasıl mücadele eder ya da buna benzer bir durum karşısında neden siner hiç bilemiyorum. Fakat her kare o kadar gerçekti ki, yaşamadığım bir acı karşısında da canım yanabiliyormuş bunu anladım. Zaten Ferzan Özpetek filmlerini benim için vazgeçilmez kılan da tam olarak bu. Yani eşcinsel olmadığım halde iki erkek arasındaki aşkı anlayabilmemi sağlaması gibi, beni deneyimlemediğim duyguları içselleştirip, zenginleşmem konusunda besleyen bir yönetmen olması.

Aile olmak, devam etmek, seçimler ve vazgeçişler üzerine hayatın tam ortasından ok gibi fırlayıp, doğruca kalbinizi hedef alan bir film. Zamanın acımasızlığı, hayatın cilveleri, aşkın çirkinliklere yenik düşen yüzü, çocukların tertemiz dünyası... Emin olun bu film sizi paramparça edebilir.

Dört kişilik bir ailenin, her üyesinin kendi payına düşeni nasıl algıladığı ve aile olabilmenin sırrı üzerine de çarpıcı detaylarla dolu film. Yanlış seçimler, yanlış seçimlerden kaçamayan güçlü karakterler, sessiz ve güven veren beklenmedik dostluklar, aşkın bomba gibi hayatına düşmesini görmezden gelip mutsuz hayatına geri dönebilen genç kadınlar... En kötü karaktere karşı bile izleyicinin kalbini yumuşak tutabilen kareler...

Unutmadan, cam küredeki küçük kırmızı balığı yeni filminde de kullanmış yönetmen. O küçücük detayla beni o kadar etkiliyor ki, çok ağladığımı bilse eminim yapmazdı!

Of ya, seyredin işte kardeşim ne diyebilirim ki daha. Gayet güzel olmuş işte.
Ferzan'ım işi biliyor; kimi nerede hangi renkle, hangi mimikle tavlayacağını kavramış. İzleyiciyi, hiç abartmadan ve tüm samimiyetine inandırarak öyle kolayca akışa dahil ediyor ki, içiniz kanıra kanıra ama ne hikmetse hayata inana inana çıkıyorsunuz salondan.

Ebru'cuğum, sana bu güzel Pazar keyfi için çok teşekkür ederim. Nice Ferzan filmleri izleyelim birlikte:))

Hiç yorum yok: