Geçenlerde en eski sevgilime* uzun uzun yazdım. İçimden, ona neler hissettiğimi, bana karşı davranışlarının ne kadar içimi acıttığını satır satır anlatmak geldi. Öyle yapmam gerektiğini düşündüm. Yaptım. Geride bırakmak için yapmam gerekiyordu.
Gerçekten rahatladım. Dün geceye kadar rüyalarımda ve gerçek hayatta, sorduğum sorulara alamadığım cevaplarla boğuşsam da, aslında bu savaşa hemen son vermem gerektiğini anladım.
Nazmi Hoca'nın egzersizlerinde olduğu gibi yapabilirdim mesela: İçine iyiliği çek, kötülüğü at. Sevgiyi çek, nefreti at. Mutluluğu çek, öfkeyi at....
Söylerken zor ama aslında yapabilmek çok kolay. Her şey gibi inanmak ve teslim olmak gerekiyor. Ancak bu şekilde özdeki gerçeği görebiliyor insan. Bu noktada bıraktım ben savaşı. Eğer kırgınlığıma ve yaralarıma teslim olmasaydım, hissettiklerimi dile getirmeseydim asla gerçeği göremeyecektim. Ben en azından denedim. Kuyunun dibine kadar korkmadan indim. Sonra kafamı kaldırıp yukarıya baktığımda, gördüğüm "hiçkimse"ydi. Ben o mektubu hiçkimse'ye yazdım. Beni, geçmişin unutulmuş bir noktasında dipsiz sandığım kuyuya indiren ve indiğim kuyudan tekbaşıma çıkmak zorunda bırakan hiçkimse'ye. Sayesinde "bu sınavdan da geçtim" demenin buruk tadı var kelimelerimde.
Şimdi, kulemin penceresinde oturmuş Mevlana'nın sözlerini okuyorum. Kitabı dün Burhan getirdi. Ne zamandır üzerinde konuştuğumuz bir konuydu Anadolu'da ortaçağ... Bilgelik vs vs.
Kitapta anlatılan hikayeleri gülerek dinliyorum. İlk kez şalteri kapatıp kalbimle dinlemeyi deniyorum. İyilik ve güzellik karşısında duygulanarak ağlamayalı ne çok olmuş! Son yıllarda döktüğüm gözyaşları hep öfkeden, kızgınlıktan...**
Kalbimi sevgiye açamamışım ben. Ertelemelere, ne isterim değil, ne istemeliyimlere kurban gitmiş saatler. Zamanla savaş, geçmişle itişmek hep bundan. Anda, tek ve biricik olan şu anda olmak konusunda geliştirememişim kendimi. Nazmi Hoca'nın ve Osho'nun varlığını bilmemizi istediği rehberin bana uzattığı eli görmezden gelmişim...
Mevlana'nın, arkadaşı öldüğü zaman düzenlediği cenaze törenini okuyunca gözümden yaşlar süzüldü. Büyük bir aşkla sevdiği Şems öldükten sonra toparlanması yıllar alan Mevlana, uzun bir süreden sonra Salahaddin adındaki şahsı kendine hemdem edinir. Fakat bu adam da gün gelir ölür. Mevlana, dostunun vasiyeti üzerine öyle bir cenaze töreni düzenler ki, Konya Konya olalı böyle şey görmemiştir. Devrin tüm geleneğini, göreneğini ve hatta inancını yok sayıp; defler, davullar çalınarak, besteler okunarak yürünür sokaklarda. Mevlana başı açık, çıplak ayak sema eder, naralar atar!
Adamın 13. yüzyılda başardığı kendi olabilme gücüne bakın! Konumu, saygınlığı, ailesi.... yok! Sadece ölümün acısı ve yapmayı gerçekten arzuladığı törenin biricikliği var.
Dün gece okuduklarım beni iç sesimi dinlemek konusunda iyice aydınlattı. Eğer orada bir yerde ötelediğim, kalbini kırdığım bir rehberim varsa artık hazırım, bana geri dönebilir. Hiç olmadığım kadar onu dinlemeye hazırım. Sanırım son yıllarda olan biten herşey beni buna hazırlıyordu. Ayak parmaklarıma değer suyu algıladım sonunda. Yani hala önümdeki okyanusu göremiyor olsam da, artık orada olduğunu biliyorum. Akıl beni çöllere götürdü, susuz bıraktı. Şimdi rehberime teslim olmak istiyorum!
*Gerçi o yıllarda "sevgililik" denilen şeyle şimdiki epeyce farklı ya, neyse.
**Leyla Nora'nın doğumu hariç:))
Önemli Not. Yarın Gurudwara aşramda sabahtan akşama kadar ücretsiz tanıtım var. Bence zamanı olanlar bunu kaçırmasınlar. Adrese facebook ya da Google'dan ulaşabilirsiniz.
Gerçekten rahatladım. Dün geceye kadar rüyalarımda ve gerçek hayatta, sorduğum sorulara alamadığım cevaplarla boğuşsam da, aslında bu savaşa hemen son vermem gerektiğini anladım.
Nazmi Hoca'nın egzersizlerinde olduğu gibi yapabilirdim mesela: İçine iyiliği çek, kötülüğü at. Sevgiyi çek, nefreti at. Mutluluğu çek, öfkeyi at....
Söylerken zor ama aslında yapabilmek çok kolay. Her şey gibi inanmak ve teslim olmak gerekiyor. Ancak bu şekilde özdeki gerçeği görebiliyor insan. Bu noktada bıraktım ben savaşı. Eğer kırgınlığıma ve yaralarıma teslim olmasaydım, hissettiklerimi dile getirmeseydim asla gerçeği göremeyecektim. Ben en azından denedim. Kuyunun dibine kadar korkmadan indim. Sonra kafamı kaldırıp yukarıya baktığımda, gördüğüm "hiçkimse"ydi. Ben o mektubu hiçkimse'ye yazdım. Beni, geçmişin unutulmuş bir noktasında dipsiz sandığım kuyuya indiren ve indiğim kuyudan tekbaşıma çıkmak zorunda bırakan hiçkimse'ye. Sayesinde "bu sınavdan da geçtim" demenin buruk tadı var kelimelerimde.
Şimdi, kulemin penceresinde oturmuş Mevlana'nın sözlerini okuyorum. Kitabı dün Burhan getirdi. Ne zamandır üzerinde konuştuğumuz bir konuydu Anadolu'da ortaçağ... Bilgelik vs vs.
Kitapta anlatılan hikayeleri gülerek dinliyorum. İlk kez şalteri kapatıp kalbimle dinlemeyi deniyorum. İyilik ve güzellik karşısında duygulanarak ağlamayalı ne çok olmuş! Son yıllarda döktüğüm gözyaşları hep öfkeden, kızgınlıktan...**
Kalbimi sevgiye açamamışım ben. Ertelemelere, ne isterim değil, ne istemeliyimlere kurban gitmiş saatler. Zamanla savaş, geçmişle itişmek hep bundan. Anda, tek ve biricik olan şu anda olmak konusunda geliştirememişim kendimi. Nazmi Hoca'nın ve Osho'nun varlığını bilmemizi istediği rehberin bana uzattığı eli görmezden gelmişim...
Mevlana'nın, arkadaşı öldüğü zaman düzenlediği cenaze törenini okuyunca gözümden yaşlar süzüldü. Büyük bir aşkla sevdiği Şems öldükten sonra toparlanması yıllar alan Mevlana, uzun bir süreden sonra Salahaddin adındaki şahsı kendine hemdem edinir. Fakat bu adam da gün gelir ölür. Mevlana, dostunun vasiyeti üzerine öyle bir cenaze töreni düzenler ki, Konya Konya olalı böyle şey görmemiştir. Devrin tüm geleneğini, göreneğini ve hatta inancını yok sayıp; defler, davullar çalınarak, besteler okunarak yürünür sokaklarda. Mevlana başı açık, çıplak ayak sema eder, naralar atar!
Adamın 13. yüzyılda başardığı kendi olabilme gücüne bakın! Konumu, saygınlığı, ailesi.... yok! Sadece ölümün acısı ve yapmayı gerçekten arzuladığı törenin biricikliği var.
Dün gece okuduklarım beni iç sesimi dinlemek konusunda iyice aydınlattı. Eğer orada bir yerde ötelediğim, kalbini kırdığım bir rehberim varsa artık hazırım, bana geri dönebilir. Hiç olmadığım kadar onu dinlemeye hazırım. Sanırım son yıllarda olan biten herşey beni buna hazırlıyordu. Ayak parmaklarıma değer suyu algıladım sonunda. Yani hala önümdeki okyanusu göremiyor olsam da, artık orada olduğunu biliyorum. Akıl beni çöllere götürdü, susuz bıraktı. Şimdi rehberime teslim olmak istiyorum!
*Gerçi o yıllarda "sevgililik" denilen şeyle şimdiki epeyce farklı ya, neyse.
**Leyla Nora'nın doğumu hariç:))
Önemli Not. Yarın Gurudwara aşramda sabahtan akşama kadar ücretsiz tanıtım var. Bence zamanı olanlar bunu kaçırmasınlar. Adrese facebook ya da Google'dan ulaşabilirsiniz.