25 Eylül 2008 Perşembe

Derinlik Korkusu.

A.A'ya 1 Temmuz 1997 & 19 Ekim 2002 tarihleri anısına...

Az evvel Pelin'e mail yazdım. Pelin tatilde, hem de en sevdiğim yerde; Gümüşlük'de! Onun adına deliler gibi mutlu oldum. Eve döndüğünde her dakikayı dinlemek için sabırsızlanıyorum. Hem ilk otobüsle gelsin istiyorum hem de sonbahar kokusu havaya sinene kadar orada benim için de nefes alsın istiyorum.

Gümüşlük; şu dünyada kendimi ait hissettiğim nadir yerlerden biridir. Düzeltiyorum; Gümüşlük şu dünyada kendimi ait hissettiğim tek yerdir. Kimsenin varlığına ihtiyaç duymadan günlerce denize bakabileceğim bir sığınak... Yirmi yıl önce nasıl görünüyorsa hala öyle görünen; el değmemiş bir liman... Elbette balık lokantalarındaki masa örtüleri değişti, daha bir gösterişli oldu ve biraz arsızlaştı garsonlar ama bu önemsiz detaylar dışında neredeyse her şey aynı. Yani tam sevdiğim gibi.
Bodrum'a gelen ve misafirimiz olan hemen hemen herkesi götürmüşümdür Gümüşlük'e fakat nedense bende kalan hep ve sadece Gümüşlük olmuştur. Yanımdakiler ve yaşanan gün hep ötelenmiştir limanın büyüsü karşısında. Eğer kendime ait bir günüm varsa Bodrum'da, yüzmek ya da merkezden kaçmak için seçimim daima Gümüşlük olmuştur.

Gümüşlük'de burada yapamadığımı yapabiliyorum; sadece anı düşünmeyi başarabiliyorum. Sanırım yalnızca oradayken içinde bulunduğum zamana ve diğerlerine gerçekten ait oluyorum. Herşey gözümün önünden sükunetle geçiyor; acıtmıyor, heyecanlandırmıyor, havalara uçurmuyor. İpinden kaçmış bir balon hafifliğinde nefes alıyorum. Kendimi yukarıdan seyrediyor gibi hissediyorum ve bütün bunlar için tek ihtiyacım ben! Sadece ben. Yine de tuhaf bir şekilde yalnız hissetmiyorum. Kendimle kalıyorum ve yalnız hissetmiyorum.

Ada tanıdık, kahve tanıdık, Batı tanıdık... Üzerinde yüzdüğüm liman çok ama çok tanıdık. Aklıma kimse gelmiyor ya da herkes geliyor... Limanın kollarında yüzerken dünyanın hiç kıymeti yok... Zaman da neymiş? Kim beklermiş beni.... Hiç ama hiç önemi yok. Sadece an var.

Çoğu zaman adadan yarımadaya yüzmeye cesaret edemiyorum, yanımda birileri olsa bile, birşey beni limanın kalıntılarına çekecek diye garip bir ürperti duyuyorum. Dalmaya cesaret ettiğim her an, korkuyla çıkıyorum sudan. Çocukça belki ama, gülümseyen bir deniz kızının elini tutup derinlere gideceğim ve yukarı çıkamayacağım gibi tuhaf düşüncelere kapılıyorum. Oysa elbette biliyorum ki hepsi benim hayal gücüm... Yine de, ya bir gün o hayal gücü pek bir güçlenir ve ben sudan çıkmak istemezsem diye düşünmeden edemiyorum. İçimdeki derin sularda debelendiğim, dibe doğru sarhoş sarhoş indiğim günleri dün gibi hatırlıyorum... Bazen sudan çıktığıma ve artık nefes alabildiğime hala inanamıyorum.

Eski kocam, "deniz benim gerçek yaşama alanım, karada sürgünüm ben" derdi. Gözlerine bakardım, söylediklerine bütün kalbimle inanırdım. Gerçekten balık gibi bir adamdı; sakin, sinirsiz, tepkisiz... Ve gerçekten denizde olmadığımız tüm zamanlarda mutsuzdu. Lanetlenmiş ve bir sonraki hayatına insan olarak gönderilmiş bir balıktı! Balıklar gibi konuşamıyordu!* Orfozdu benim eski kocam. Karaya sürgün mutsuz bir orfoz... Aramızda insan suretinde dolaşan orfoz-insan! Onun, sürgün edildiğine inandığı bu hayatında tek canlıydım ben dilinden anlayan... Ama onu cezalandırdım. Benim dilimden anlamak istemediği için ve kelimeleri kullanmadan da bal gibi konuşabilecekken konuşmadığı için küstüm...

Karada yaşayarak kendince devam edebilmiş bir orfozu, onun silahıyla öldürdüm; suskunlukla! Hani kelimelerin gücünden ve yaralayıcı olduğundan bahsedilir ya, kelimeler ne ki? Suskunluğun ölümü özletecek bir etkisi vardır. Bir ses, bir tek ses için yalvararak bakarsınız ama gözleriniz çarptığı duvardan akar! Acımasızdır susmak; en şiddetli kavgadan, en keskin kılıçtan çok ama çok daha acımasız. Kanınız donar, kendi suskunluğunuzun gücünden korkarsınız. Sizin kontrolünüzden çıkıp, hayatı ele geçiren bir tılsımdır konuşmamak. Sustukça daha çok susmak kaplar iki insanın arasındaki boşlukları...

Susarak cezalandırmak benim bilinçsizce yaptığım birşeydi. Oturup düşünmemiştim "ne yapmalıyım?" diye. Ama herşey bittikten sonra çok düşündüm "neden yaptım?" diye. Ve sonunda buldum cevabını. Hem de Gümüşlük'de buldum. Son gittiğimde uzun uzun yüzdüm, sonra kayalara oturup, cilt kanseri olma ihtimalini yok sayarak sırtımı güneşe döndüm. Orada ne kadar oturduğumu anımsamıyorum. Aklımdan geçenleri de pek anımsamıyorum. Fakat bir anda eski kocamı anladım. Kızgındım, benimle konuşmak için çaba harcamayışına, beni anlamak için uğraşmayışına değil; beni bu kadar çok severken kendini benden gizlemesine kızgındım. Kırgınlık, aşk, özlem vs kalmamıştı ama kızgınlık dün gibiydi...

Ben gördükçe ve anladıkça saklanan, daima onunla kalacağıma güvenmeyen, direnen haline öfkeliydim. Aramızdaki kalın akvaryum camına dayanamaz hale gelmişimi anımsadıkça, nefessiz kaldığım zamanları hatırladıkça öfkem arttı.. Derin derin nefes aldım, tekrar suya atladım. Bunca yıldan sonra artık düşünmemeliydim. Konuşamamıştı, ben de susmuştum ve yitip gitmiştik işte niceleri gibi. Neydi ki bu manasız kızgınlık? Yorulana kadar yüzdüm, yüzdüm, yüzdüm... Ve nihayet kızgınlığımı ve orfozu elime aldıp, denize attım!

Bunu zihnimde yaptım, aradan geçen uzun yıllardan sonra o gün Gümüşlük'de otururken, içimdeki suskunluktan ve sonu gelmez cezadan kurtuldum! Belirsizlikten ve sahip olduğu hayata tutunamayan bir adama sarılmaktan kurtuldum. Onun beni sarmaşık gibi saran, soluğumu kesen melankolisinden kurtuldum. Affettim. Seçimini yaptığı için kızgın olmaya hakkım yoktu. Yalnız kalmak istiyorsa elbette kalabilirdi, hatta onun yalnızlığında yaşamaya razı kadınlarla devam etmek en doğal hakkıydı. Fakat ben, onunla beraber boğulmayı reddettiğim için suçlanamazdım. Masumdum.

Gümüşlük... Bir tür tapınak benim için; bağışladığım ve bağışlandığım. İsimsiz dinimin tüm ritüellerini yerine getirebildiğim, şubesi olmayan bir tapınak. Dostum Muse'un tanımlamasıyla, hayatın bana avans verdiğine inandığım anların adresi...

Gümüşlük.... Bir sürgün hikayesi. Orfoz prensin sesini kaybedip, karaya çıktığı yer... Benim gerçek olduğum tek yer... Anladım ki, benzer korkulara sahip insanlarla yaşamak, her sabah aynı endişeli gözlere günaydın diyerek uyanmak ve devam edebilmek imkansız. Tesellisiz.

Ben hayatta bir tek eski kocamla korkmadan yüzmüştüm, Gümüşlük'de. Çünkü o bir balıktı, eğer su beni derinlere çağırırsa ardımdan gelip kurtarabilirdi. Tekrar karaya çıkartabilirdi. Ben onun bunu yapmayacağını, yapamayacağını gördüğümde sustum. Bana asla veremeyeceği bir duygunun peşindeydim... Eğer ben bir gün dibe gitmek isteseydim, değil beni yukarı çıkartmak, hem kendi beline hem de benimkine ağırlık bağlar ve sevinç içinde inerdi aşağıya. Beni suskun kılan, ondan uzaklaştıran bu korkumdu. Bir balıkla yaşamanın derin korkusu; Belirsizlik** ve derinlik korkusu...


*Küçük Deniz Kızı masalını hatırlıyor musunuz? Prensi görmek için iki bacağa ihtiyacı olan deniz kızı, büyücüden sesi karşılığında iki bacak alır ve kara insanları gibi yürümeye başlar. Ama bu bedel onu mutluluğa götürmez...

**Beraberinde huzursuzluk getiren bir korku.

8 yorum:

pilatescadisi-pilateswitch dedi ki...

rapunzel...rapunzelim..iç hesaplaşmalar...dengelenme..iç huzur...anıları yıkama. anılarla yıkanma... ve kendi yerin..iç dünyanla dış dünyanın dengeye geldiği yer..özel mekanın. ne mutlu sana. yüzerlken her kulaçta çözümlediklerin, biriktirdiklerin, döktüklerin, toplayıp çıkardıklarınla, sen yaşayan bir insansın işte o kadar. ne eksik ne fazla. sadece farkında... o kadar.. öpücüklerimele aşkım

Fortunata dedi ki...

Ne zor işmiş farkındalık...Herşey Nazmi Hoca'nın suçu:)))

kelebeklerözgürdür dedi ki...

karma temizliği...sular bulanmadan durulmuyor sevgili rapunzel...denize bıraktıkların, attığın yükler için senin adına mutlu oldum.

:) bir gün sıfır noktasına varır mıyız dersin....dön dolaş demiştin dün gece....dön dolaş değil...hafifliyorsun...

simla müderrisoğlu olgun dedi ki...

....

ben sadece,

" evet, ben de Gümüşlük'e aşığımm"

.....demek istedim...

hem de çok !

:)

Fortunata dedi ki...

Sıfır noktasına varılır mı bilemem ama kuyduğunu yakalamaya çalışan kedi modu iyice baydı sevgili Külkedisi:)))

Maviay....Seni anladım.

Fortunata dedi ki...

Sıfır noktasına varılır mı bilemem ama kuyduğunu yakalamaya çalışan kedi modu iyice baydı sevgili Külkedisi:)))

Maviay....Seni anladım.

kelebeklerözgürdür dedi ki...

düşündüm durdum.

hangi bedel bizi mutluluğa götürür?

Fortunata dedi ki...

Bedel? İnan bilmiyorum.Bilsem mutlaka sana söylerdim. Ama hayattan avans istemenin zamanı geldi; mutluluk için:))
Çünkü kendimi çok yorgun hissediyorum bazen, sanki bir daha hiç yürüyemeyecek kadar yorgun...