29 Temmuz 2024 Pazartesi

AÇILMAK


Günaydın Yeni Hafta,

Dünya kötülerin sembolizmiyle milyonlara şov yaparken ben içimdeki iplikleri sarıyor, bobinleri rafa yerleştirmenin tadını çıkartıyorum. Daha fazlası yapılabilir mi diye düşünmüyor, düşünmek istemiyorum. 

Paris İsis'in ve Sirius'un şehridir biliyor musunuz?

Ağaçlara çok hayranım. Kökleriyle yeryüzüne böylesine yerleşmiş olmalarına, binlerce yıldır varlık gösterebilmelerine, insanoğluna rağmen devam etmelerine, kendi aralarındaki iletişime... Daha neler neler başarıyor olup, bir an dahi böbürlenmeyişlerine hayranım. 

En çok yerçekimiyle savaşmayan ama tüm kuralları ihlal ederek göğe yükselişlerine hayranım.  Bağırmadan, savaşmadan, düşünmeden öylece göğe yükselmek. Köklerini zedelemeden, dallarını çekiştirmeden... Bir ağaç gibi köklü ve bir ağaç gibi göklerde olmak.. 

Kim istemez?



28 Temmuz 2024 Pazar

MOR MAĞARA MEDİTASYONU



 

BENİ O DERİN mağaraya davet ettin. Sana güvendim ve geldim. Korkuyor musun diye sordun. Korkmuyordum. Aslında pek sevmem karanlık ve dar yerleri ama burası ne zifiri karanlık, ne de dar. Aksine; tavanlar oldukça yüksek, sarkıt ve dikitler sanki kenarlara çekilmişler gibi ortada epeyce büyük bir alan ve daha alçak yassı kayalar var. Koyu renkli, yaban mersini suyu gibi görünen ufacık bir gölet mi var aşağıdaki kayaların ortasında?

Ben yukarıda neredeyse taht gibi bir yerde oturuyorum. Alana hakim hafif kaygan yüzeyli ama rahat bir noktadayım. Sana güvenmeyi seçiyorum, cesur olmayı seçiyorum. 

Birgün buraya tekrar gelmem gerekeceğini biliyordum. 

İşte buradayız.

Sesini, sözcüklerini takip ederken tüm dikkatim nefesimde. Gözlerim kapalı evet ama yine de mağaranın içini rahatlıkla görebiliyorum. 

Ayaklarım, bacaklarım, kalçam, pelvik tabanım ve karnım.... İçim taş gibi. İçim bataklık, içim ağır ve karışık. Biliyorum, yürümem, oturup kalmak ve hatta yaşamam büyük mucize, biliyorum. En yıkılmış anlarımda "buradaki görevin tamamlanmadı" diyen iç sesim olmasa, onu bulmadan gidersem geri dönmek zorunda kalacağımı bilmesem çoktan nefesimi tutup çamura sokardım kafamı ve bir daha çıkmazdım köklerimin çürümüş suyundan.

Bir bebek büyütemeyen zavallı rahmim benim. Haksızlığa uğradığını düşünen, yetersiz hissettirilen ve yaşamın tüm ırmaklarına küsen kadın parçam. Artık onsuz devam edilemeyeceğini anladım. Yavaş yavaş dolaştırıyorum ellerimi bedenimin kıymetli parçalarında. Bir daha küsmemek, bir daha susmamak üzerine akitler tazeliyorum her biriyle. Daha çok seveceğim kollarımı, bacaklarımı, sıkı sıkı sarılacağım kendime diyorum içimden.

Sonra yine sen, sesin, kelimelerinle iç sesimi usulca alıyor ve peşine takıyorsun.

Kalbim. Ah kalbim. Gözyaşlarıyla boğuşan yüzme bilmeyen kalbim. Ona dokunamıyorum. Yaklaşamıyorum. Bir iğnedanlık gibi kalbim, nasıl yeniden sağlıklı olur bilmiyorum. Çengelli iğneler, olta kancaları, gül dikenleri, kılıçlar, kalemler... Neler neler saplanmış bir bilsen. 

Orada işimiz uzun, sonra yine geleceğiz devam edelim diyorsun. Peki diyorum. Zaten ağlamak dışında pek birşeye de halimin kalmadığını hissediyorum. Hızlıca yükseliyoruz boğaz ve alın çakrama ve oradan tepeye, ilahi olana açılana. 

Mor mağaranın ışığını yavaşça içime çekerek çıkıyorum meditasyondan. Asırlarca saklanmış tüm gözyaşlarımı toprağın altındaki yeraltı sularına akıtıyorum. Tazelenip, temizlenip bütüne hizmet etsinler diye dua ediyorum.

Mor ışığın altında, insan bedenimi arındırmak için senin sesini takip ettiğime memnun çıkıyorum mağaradan.



 







27 Temmuz 2024 Cumartesi

BU SABAH YAĞMUR VAR İSTANBUL' DA

 

Günaydın,

Beklediğim serin sabaha nihayet uyandım. An itibariyle gerçekten keyfim yerinde. Tuna'nın getirdiği mis gibi Viyana kahvem*, fonda yağmur ve klavye sesi. Daha iyisi varsa bile benim için şu dakika en iyisi bu.

Uzun zamandır sıkıntıyla yaşadığımız Temmuz bitiyor. Yerine gelen Ağustos'la ne edeceğimize ise henüz karar vermedik. Artık yaz zor. Zaten zordu da şimdi daha zor.

Bugün akşama kadar evde olup, akşam Kadıköy'deki yürüyüşe katılmak niyetindeyim. Hala yasanın geri çekilmediğine inanamıyorum. Ama şaşırmam da saçma, uzun yıllardır bana benzemeyen yaşamasın daha iyi diyen bir kitle var karşımızda, çoktan alışmış olmalıydım. Seçkinler diyor bize. Bir zamanlar çapulcuyduk, şimdi seçkinler, seçkinciler gibi birşeyler olduk. Yaşam hakkını savunmak ve bu kelime nasıl anlamsız yan yana. İnsanın karanlıktan nutku tutuluyor bazen. 

Kötülüğün ucu bucağı yok.

Bugün bizi nefessiz bırakan ve bu acıya tanık kılmaya çalışanların yarın birebir aynısıyla sınanması kaçınılmaz. Dünkü hayat daima kazanan kılmaz insanı. Bazen kazanır, hatta uzun süre kazanır ama sonra hoop diye kaybedersin. Bugünün kaybedeni olmak yarının kazananı olmayı engellemez. Enseyi karartmanın kimseye faydası yok. Meydanda yürüyüş mü var, tamam gideriz. 

ne diyordum, ha evet, bu sabah yağmur var İstanbul'da ve biz bu şehrin sakinleri sabah serinine uyanmayı çok özlemiştik. Çok şükür mutluyuz:)








*Julius Meinl. Bu bilgi Selma'ya:) Birbirimizden öğrenmenin güzelliği.

25 Temmuz 2024 Perşembe

 

Günaydın,

Yazmıyorsam tadım kalmadığındandır. Saymaya, sövmeye gücüm kalmadığından. Ülkeden ve insanından sıtkım sıyrıldığındandır. Ben istedim oldu, ben yaptım oldu diyen ahlaksızından, merhametsizindendir. Yirmi senede ülkeye elli koca yıl geri düşmek neymiş yaşatandandır. 

Tahammülsüzlüğüm ve devamında gelen çaresizlik hissim sıcaktan mı, yoksa yaştan mı bilmiyorum. Tek bildiğim ve sıkça gözlemlediğim hızla artan şuursuzluktur. Gülümsemeyen insanlar, güvensiz ve korku dolu ortamlar. Hiç durmaksızın pompalanan adaletsizlik, haksızlık.

Bizi umursadıklarını, bizi korumak veya kollamak istediklerini hiç düşünmedim ve hiç inanmadım. İktidarı ele geçiren her kitle tanrıcılık oynamak istiyor. Hesap vermeden, sorgu suale muhatap olmadan asmak, kesmek ve kendi kapasitesi neyse o kadar bir dünya yaratmak istiyor. Bütünün hayrı mı? O peri masalı, yok öyle birşey.

Ben sokakta olmadığıma şükrederek ve klima tamircilerini beklerken evde kımıldamaktan aciz yaşarken her gün sokağa su indirerek ne yapıyorum, bilmiyorum. Taşıdığım iki şişe su kime ve neye yarar hiç fikrim yok. Belki hiç kimseye, belki iki tane cana?

İyi biri miyim bilmiyorum. Bile, isteye kötülük yapmadığımdan eminim o kadar. 

Temmuz'dan kurtulmamıza az kaldı ancak ya şu yasa? Nasıl ve nelere patlayacak bize biliyor musunuz? Bu kadar dev bir kötülük artçı depremler yaratmayacak mı sanıyorsunuz? İmkansız...

İmkansız...




22 Temmuz 2024 Pazartesi

22 TEMMUZ SABAH

 

Altı buçuk uyanmak için güzel ancak terle uyanmaya fazla erken saat. Akşam, geçen ay olduğu gibi yine ziyaretçim vardı; muhteşem dolunay! Onu seyrederek oturmak hoşuma gitti. İyi uyuyamamak dışında pek sıkıntımız yok çok şükür ama uyku her an daha büyük  dert olmaya başladı.

Dün sabah esinti vardı, bugün yok. Üstelik daha da yükseleceği söyleniyor sıcağın. Son bir sabır zorlamaysa ne ala! Ağustos'u düşünmek bile istemiyorum.

Yazmaya gücüm yok. üstelik misafirim de var bu hafta, hof!

21 Temmuz 2024 Pazar

MANİFESTO

Dolunaya özel yazım takdimimdir.

Bundan böyle ben kimsenin anası, babası değilim kardeşim. Kalan ömrümü ağzıma sıçan insanların bana yaptıklarını kafamda döndürerek ve b.kumla kavga ederek geçirmeyeceğim ( fonda Erol Evgin ve Yeliz söylüyorlar, Bir Bakışın Yetti ) zira değmezmiş. 

Zaman en değerli şeymiş. 

Cücük kadar evimin hayatımı güzelleştiren balkonundan bana göz kırpan Ay, o kadar güzelsin ki, sana bakınca yaşamaya değer ne çok şeyim var diyorum. ( Etme Eyleme ile devam ediyoruz:))

Kimsenin haberi yokken kendi kendime ağlayıp zırladığım gibi, yine kimsenin haberi yokken küllerimden doğuyorum. Yaşamadan ölürsem bana da Elvan demesinler!

İçime öfke tohumları serpen ne kadar acımasız varsa, hepsinin üstünü mis gibi çizdim. Kendimi dövmeyi, kendime sövmeyi de bırakıyorum. Giden gitti, olan oldu, elde var BEN!

Cesaretim ve gücüm varken bir kez daha ben o halde. İnsan kaç kere düşer, kaç kere üzerine basılır bilmiyorum ama her ayağa kalktığımda ne kadar eğlendiğimi biliyorum. 

Hayat bensiz gülüp oynamasın artık, geldim Jabbar:)))

CEHENNEMDE TEST SÜRÜŞÜ GİBİ GÜNLERDEN GEÇERKEN

 

Günaydın,

Serin mevsimlerin özlemiyle yanıp tutuşarak uyandığım şu mübarek Temmuz sabahında öncelikle şu üç beş yaprağı kımıldatan rüzgara saygılarımı sunarak başlamak istiyorum güne. Zira hava akımı durunca nefes alış verişimi bile kontrol edemez hale geliyorum. 

İstanbul geçen yılın yaz aylarında da zorlanmış, hatta Ağustos'ta tıpkı şu an içinde olduğumuza benzer bir cehennemle sınanmıştı. Fakat bu yıl gafil avlandık. Haziran'daki baskın, üstüne Temmuz derken şehir delirmenin eşiğine geldi. 

Herkesin kendi dertlerinin yaşama tuz biber ekiyor oluşunu anlatmıyorum bile. İşsizlik hepimizin canını sıkan konuların başında. Kaldı ki iş olsaydı acaba bu sıcakta yapabilir miydik o da ayrı. Hayvan hakları konusu malum, insanlar ekonomiyle uğraşacağına hayvanlarla cebelleşip bizi unutsun diyen sistemin zekasını....

Bu nasıl bir yoldayız biliyor musunuz? Herkese kaybettiren, kazananı olmayan cinsten. Çünkü kötülük kazanmaz, hiç kazanmadı.

Korku, kaygı, felaket senaryoları... Sabah bunlarla başlarsak akşama bizden geriye ne kalacak ki?

Ben mi? Ben tuhafım. Komşunun bebek kedisine bakıyorum üç haftadır. Sahibi memlekete gitti annesinin ameliyatına eşlik etmeye. Benim Theo zaten bitik. Alerjisi azmasın diye onu günde beş defa suya sokuyorum. Kendimi de bir o kadar suluyorum. Günlük su içme mevzusu limitleri aştı gitti zaten. Üstüne hiç manası olmayan regl dönemi meselesi var. Muhtemelen menapoz yaklaştığından artık ilk gün ağrılı sancılı bir hal aldı. Yıllarca bir gün aksamamış, tek saniye sancı yapmamış yumurtalarım sanki onları kullanmadım diye giderayak intikam timi gibiler. 

Bütün bunların dışında klimacı savaşlarından birini kazandım. Araba kliması tamam. Şimdi ev için dua etmeye devam.

Sonbaharı planlama çalışıyorum. Online dersleri ayarlamaya, çocuk atölyelerine dikkatimi toplamaya gayret ediyorum. Zaten evi ve kendimi makul bir temizlikte tutmak bile yeterince vaktimi alıyor. Başka da ne yapayım ki? okuyor, yazıyor, mevsim s..tirip gitsin diye içimden tekerlemeler söylüyorum.

Peki sen? Sen nasılsın? Hayatta mısın?





20 Temmuz 2024 Cumartesi

GEREK YOK DİYEREK VE ANLAMAYA ÇALIŞARAK UYANMAK

 

Günaydın,

İstanbullu bitik. Kimi klima çarpmasından, kimi sıcaktan. Emin olduğum şu ki tamamı kaput! İnsanın etine etine iğneler batması, eklem yerlerinin içinin hiç kurumaması ve kaşıntıdan perişanlık nedir  iyi biliyoruz. Kimse kimsenin evine gitmiyor zira iki önemli sebep var; biri yola çıkacak enerji toparlanamıyor, iki kimse don dışında tek bir parça daha giymek istemiyor. Nokta.

Dilerim kimse zarar görmeden hızlıca geçip gitsin şu son üç gün. Kiminle konuşsam okuyamıyor, çalışamıyor, uyuyamıyor. Hatta yemek yiyemiyor. Çiçeklerin yüzü gözü buruştu. Mahallede ne kadar kedi varsa arabaların altındaki gölgelerde sefil halde. Evsiz, yataksız insanların halini hayal dahi edemiyorum. Ben evimde bu kadar perişansam, sokakta olması gereken ne yapsın??

Sabah genellikle eser benim balkonum fakat bu sabah esinti bile diyemeyeceğim zayıf bir hava akımı var o kadar. Besbelli zor olacak sıcakla sınavımız. 

Başka şehirlerde de durum böyle ise her birimize sabır.

19 Temmuz 2024 Cuma

SICAK O KADAR BASİT BİRŞEY DEĞİL.

 

Temmuz ve Ağustos'a karşı duygularımı belirtmiştim. Farklı bir durum yok, hala sevmiyorum. Hatta hiç sevmiyorum zira sevdiklerim zorlanmaya başladı.

Jale Teyze pazardan dönerken omurlarından, üstelik belindekilerden birini kırmış. Ağır yükle dolmuşa binmeye çalışırken bir anda olmuş... Şimdi ambulansla eve dönüyorlar. Çok ciddi bir hafta var önümüzde ve eğer iyi bakılmazsa ağır sonuçları olabilir denmiş... Dilerim oraya varmayacak işler.

Ekin yola çıkamıyor çünkü Ruhi'yi bırakacağı pansiyon dolu! Ruhi Bodrum'a gidemiyor çünkü Jale Teyze'nin kedileri var. Hof! Hof ki ne hof!

Çıkmayın arkadaş evden. Pamuk mu toplayacaksınız sanki? marketine bakkalına akşam git yahu birkaç gün. Neden sıcağı felaketten saymıyor insanlar anlayamıyorum. Sıcak kadar tahammülü düşüren, dikkati dağıtan başka ne var?

Lütfen su için, uyuyun, hafif şeyler yiyin, yürüyüşe falan da akşam çıkın. Şakası yok ki bu işlerin.

18 Temmuz 2024 Perşembe

BEN, KENDİM & DİĞERLERİ

 

İNSAN NASIL HASTALANIR? Nasıl iyileşir? Aslında insanı hasta eden de, şifa verecek olan da aynıdır. 

Son günlerde kendimle konuşmaya çalışıyorum, kendimi dile gelmeye ikna aşamasındayım. Şu "ben" dediğim, "kendim" sandığım aradan çekilsin ve asıl olanı, varlığımı, kendimi göreyim istiyorum.

Ben'in ettiklerine son vermek, kendimi alıp gizli bir yere saklamak istiyorum. Sadece kendim olayım ve ben gelmeden gidelim buralardan istiyorum.

Ne dediğimi kim anlıyor bilemem ama kendimi anlamayı herşeyden fazla istiyorum.

Çok uzun süre savunmada kalan zihnimi ve kalbimi güvende olduğumuza, Tanrının bizi kolladığına ikna turlarındayım. Durmadan içimden tekrarlarsam ben aradan çekilir ve geriye kendim kalır, kendim saklandığı yerden çıkıp bana görünür diye bütün çabam. Kendime usul usul diyorum ki:

Güvendeyim

Sakin, dengede ve huzurdayım.

Herşey yolunda,

hayatımda ve bedenimde herşey yolunda.

Çünkü ben dengede ve huzurluyum.

Sık sık kendime bunları söylersem gerçek olacağına inanmak dışında insan kendine nasıl ulaşır, yolu yordamı nedir bilmiyorum. 

Kendime kafayı neden bu denli taktığıma gelince. Eğer kendime ulaşamazsam, ben dediğim, kendim sandığım sahte benlik, otomatikten yaşayan zihin kalan hayatımı diğerleriyle çar çur edecek ondan korkuyorum.

Dengenizi bozan insanlar sizi hasta eder. Uzak durun. iyi olun.

Güveninizi sarsanlar da. Onlardan da uzak durun veya neye maruz kalabileceğinizi bilip mesafelenin.

Yolunda giden işlerinizi bozmaya and içmiş olanlar mı var? Anlatmayın. Bilmezlerse nasıl bozabilirler?

Kaçarak değil, fark ederek ve doz ayarlayarak yaşamayı insan öğrenebilir. Ben biraz buna tutunmak ve denemek istiyorum.




15 Temmuz 2024 Pazartesi

YAZ

 

Bana göre ziyan mevsimdir yaz. Sıcağın insanı bitirdiği günlerden geçerken klimanın gazı bitti meselesi ah ne güzeldir, ah ne güzel.

Evden çıkamamaktan, uyuyup uyumadığımdan emin olamamaktan ve durmadan pompalanan korku teröründen fana halde yıldım. Tekbaşına denize gitmek dersen her sabah motivasyon sağlamak zor. Şimdiye kadar iki defa yüzmüş olmamı bile bir başarı sayıyorum. 

Günahım kadar sevmediğim, sevemediğim iki ay varsa, ki var, Temmuz ve Ağustos. Tüm konfor alanını kollayanlar gibi elbette sadece baharları seviyorum. Ayağımda hafif bir bot, üzerimde yumuşacık hırkam ve şalımla oh hayat bana mis!

Ben dua ettim diye mevsim dönmeyecek farkındayım. Sabır dolu güzel bir gün dilerim. Amin.

11 Temmuz 2024 Perşembe

11 TEMMUZ İKİNCİ KAHVE, SABAH DEVAM EDİYOR.

 

SUSAN SERANDON, bir filminde "neden insanlar hayatında birini ister biliyor musun?" diye soruyor karşısındaki adama. Adam aşk, tutku vesaire gibi bişiler zırvalıyor. Kadın ise "insan diğerini yaşadığına tanıklık etsin diye ister" diyor. Katılıyorum. Buradayım, varım, beni gör diye yalvaran ruhlarla dolu Dünya ve belki öte alemler. Hepimizin en derin arzusu  koşulsuz sevilmek.

Ben şanslıyım. Umduğum, arzu ettiğim kişiler tarafından olmasa da hiç beklemediğim yerden oluk oluk akıyor sevgi. Bazen bir kadeh şarap oluyor, bazen tulum peyniri, bazen hediye paketine iliştirilmiş eflatun çiçek ve bazen de sabah sabah çalan kapıya hayret. Sağol Selma, uzun zamandır bir bitki arzuluyordum ve bu sabah geldi. Senden. Latince adını henüz bilmiyorum. Ne kadar ışık ve su sevdiğini de. Tek bildiğim adı Selma. 

Kimse bana masal anlatmasın, ben bütün masalları ezberden biliyorum ama benim diğer anlatıcılardan bir farkım var, ben masala karışan gerçeğin kokusunu alıyorum.

Bugün ormandan çıktım. Artık yeni hayatıma başladım. Bu hayatta hakkım olanın üzerine yatanlara, bir afedersini bana çok görenlere, haklı olmak uğruna bana sırtını dönenlere, yokluklarıyla canımı yakanlara yer yok!

Sadece sevdiğim, sevildiğim, çabaladığım, çalıştığım, yazdığım, okuduğum, yüzdüğüm, öğrendiğim, iyileştiğim, iyi edebildiğim yerlere açık pencerelerim. Kalbimin tüm odalarını sonuna kadar açtım, havalandırdım, masam hazır, kahve demlendi. Beni tanımak, sevmek, kendini güvenilirliğime bırakmak isteyen buyursun. Deliliğim, incinmişliğim ve dibinde sek sek oynadığım kuyularımla buradayım.

Tüm hırçınlığım ve kırılganlığımda sevilebilir ve sevebilirim.

11 TEMMUZ 1973-2024, ELVAN'IN DOĞUMGÜNÜ



Günaydın,

İYİ Kİ DOĞMUŞUM! Ben doğmamış olsam sen sevgili okur sabah sabah ekranın başına gelip ne okuyacaktın Allah aşkına? O halde yaşasın di mi, sonuçta bugün elli bir oluyorum. 

Dün pek plan yapmadan mis gibi birgün geçirince bu sabah daha sakin, doymuş hissederek uyandım. Hızlı hareket etmeden, yumuşak başlanan sabahta tek can sıkan dizimdeki ağrı. O da normal, çantam ağırdı ve uzun uzun taşımam gerekti.

Fotoğraftaki mekan Valide Atik Camii avlusu. Benim İstanbul'da en sevdiğim yerlerden, belki de en sevdiğim yer. En son dayım ve yengemle gitmiştik. Olağanüstü güzel bir İstanbul günü olmuştu. Bugün de niyetim boğaz kıyısında olmak asında ama bakalım vaktim yeter mi? Çünkü önce hayvanların uyutulması meselesini protesto için Süreyya Operası önündeki eyleme katılacağım. Sonrasında bakıcam gönlüm beni boğaza götürür mü?

Kendime efsanevi güzellikte birgün dilerken, başta yengeçler olmak üzere her birinizi tek tek öper. Neşeli günlerimizin sayıca artmasını canı gönülden dilerim.











10 Temmuz 2024 Çarşamba

HAYALLER AKYARLAR, GERÇEKLER BÜYÜKADA

 

Günaydın,

Gece zordu. Aşırı nemden sabahı sabah ettik! Sıcaklık geçen yıla göre sadece birkaç derece yüksek ama nem inanılmazdı. Sabaha karşı uyumakla bayılmak arasında bir yerlerde debelendikten sonra sekize doğru kalktım. Zira nasıl olsa sıcak basacak ve istesem de uyuyamayacaktım.

Sanırım şu an Akyarlar'da Aspat'ın eteğinde bir şemsiye altında olsam ve bütün gün suyun içinde yuvarlansam gayet güzel olurdu. Dedim ya hayallar Akyarlar, gerçekler Büyükada.

Yarın doğumgümüm. Yani bugün, yaşadığım seneye ait kiri pası suya bırakmaya nefis zamanlama.

Yüzmek benim için hiçbir zaman sadece yüzmek olmadı. Yüzmek gücümü toplamak, elimi, kolumu hissetmek, saçlarımı özgürleştirmek, nefesimi açmak gibi yüzlerce ve sabaha kadar sayabileceğim pek çok anlam barındırıyor hayatımda. Bazı şeyler zihnime, kimi bedenime ve çok azı da ruhuma şifa ya, işte su, su hepsine tek ilaç.

Düzenli yüzdüğümde gerçek anlamda gücüm artıyor. Kendime değer verdiğim hissi yükseliyor. An ben an saki her su damlasıyla kıymetimi fark ediyorum. Su beni güzelleştiriyor. Sadece cildimi ve kaslarımı da değil, huyuma suyuma da iyi geliyor. Gerçekten denize beş dakika uzaklıkta oturup yüzememeyi anlamıyorum. Belediyecilikte hala sefil olduğumuz fikrindeyim. Eğer adaların karşı kıyısındaki plajları aktif kullanmaya başlayabilseydik, bunca insan Şile'de, Kilyos'da boğulmazdı. Çünkü bu kıyılarda ne o şiddette dalga, ne de akıntı olmaz.

Şimdilik kedinin ciğere baktığı gibi yalana yalana bakıyor ve bir umut birgün olur diyoruz.

Saat neredeyse on, gidip komşunun kedisine bakayım, sonra da evi toparlayayım. Şahane geçsin on Temmuz.







9 Temmuz 2024 Salı

9 TEMMUZ 2024, ORMANDAN ÇIKIŞA SON İKİ GÜN.


Orman metaforu içimdeki dolaşıklıktan başka birşey değil aslında.. Anılarım, takılıp kaldıklarım, durup durup ayağıma dolananlar, olumlu ve olumsuz ne varsa hepsi. Beni korkutan, huzursuz eden şeyler ve tabii aynı zamanda iyi hissettiren yaşanmışlıklar ve hatta bir miktar gizem. Hepsi ormanda. İnsan ormandan hiç çıkmamayı da seçebilir ama ben çıkıyorum. Birgün geri döner ve burada sonsuza kadar kalırsam o da o vaktin seçimi olsun. 

Şimdi çıkıyorum.

Ne öğrendin ormanda derseniz, aslında yeni birşey yok. Sadece yıllar içinde öğrendiğim ve bir sebepten görmezden geldiğim gerçekliği olduğu haliyle kabul etmeyi seçtim diyebilirim. Bana söylenen ve söylenmeyen sözleri duydum, verilen ve esirgenen mutluluklarla yüzleştim. Olduğum halimle de kabul edildiğim ilişkilerin iplerini daha nazik tutarken, yok sayıldığım yerlerden yok oldum. Baskı ve güdülmenin bana yaramadığını, bunu yapan canım olsa, ki canımdı, ardımda bırakmam gerektiğini anladım. Çelişkilerle dolu bir deneyimdi elli yaşım. Azalarak çoğaldım, kendimi seçtiğim oranda yalnızlıkla cezalandırıldım. 

Çocukların karanlığa dayanamayan yanları gibi, arkada bırakılmak karşısında ağrıyan yerlerimi usul usul iyi etmeye başladım. Hala da tam anlamıyla iyiyim diyemem. Elimi bi çeksem kendimden, hemen düşüveririm hastalığa, yalnızlığa. Ama yapar mıyım hiç? Yapmam ki artık, ne gerek var?

Şimdi ormanın çıkışına adım adım yaklaşırken son bir sarmaşık var ayağıma dolanan. Ustam söylemişti, sarmaşık isim kökü olarak aşıktan gelirmiş. Sarıldığını nefessiz bırakan. Sarmaşıklar genellikle sarıldıkları bitkinin yaşamından çalarlar, kuruturlar. Aşıklar gibi. O halde şu ayağıma dolanan sarmaşığı da kesip atarsam, ki zaten iyice kurumuş ve çirkinleşmiş, huzur içinde çıkabilirim ormandan.

Sonrası selamet.





8 Temmuz 2024 Pazartesi

MAHALLE YANAR, OROSPU SAÇINI TARAR

 

Yasın inada, ölümün yaşama karıştığı daracık, ufacık bir geçitteyim. Bir an gözüm güneşin yalayıp geçtiği sarmaşığın güzelliğinde yaşama şükrederken, birkaç dakika sonra dayımı özlüyorum. Ağlıyorum. Kuruyacağını bildiğim tüm bu gözyaşları beni korkutmuyor ama hayatımı ziyan edişimi affedemiyorum. Dayımın kendine yazık edişini, ona yazık edenleri düşünmeden edemiyorum.

Konuşsam yer gök yangın, konuşmasam içim tarumar. Silahsız, topsuz tüfeksiz kaçıncı ölüm bu. 

ORTANCA VAKTİM GELMİŞTİR KAMUYA DUYURULUR.

 

İNSANLAR yaş aldıkça diğerlerinden kaçıp kendi kanatlarının altına saklanıyorlar ya da kendi yarattıkları dünyayı kanatlarının altında  sakınıyorlar.

Şaşmayan kuralları var yaşamın. Bir çiçek gibi köklendiğimiz, filizlenip, serpildiğimiz ve son kertede solup gideceğimiz gibi. Hiçbirimiz hayatın gizemi bizi nereye savuracak bilmiyoruz. Bazı öğretiler her ne kadar bilinçli seçimlerimiz sonucu burada olduğumuzu söylese de geldiğimiz an itibariyle bilinmezdeyiz. Deneyimler, bakış açımız ve pek çok ayrıntı bizi ötekilerden ayırır evet ama yaşamın sonu istisnasız herkesi aynı noktada birleştiriyor. Yalnızlık. Yaşamak önce kalabalıklaşmak, sonra ıssızlaşmak kuralı üzerinden akıyor.

Ben kendi adıma açılmak üzere olan ikinci perdeyi büyük fırsat, doğuramadığım her proje, her çocuk için adeta telafi olarak görüyorum. Henüz gidilmemiş şehirlerim, içilmemiş şaraplarım, okunmamış kitaplarım yok mu? Var. Yazmadığım öyküler, yüzmediğim denizler, toplamadığım deniz kabukları? Elbette! Ortancalar var mesela.... Mavi ve mor sihirli küreler. Sıcağıyla içimi sıkan yazdan bana düşen tılsımlı ortancalar. Ortancaları severek güne başlayacağım sabahlarım var sırada.

Kedisine, köpeğine, hobisine, bahçesine sığınan, sakınımlı ve alımlı kadınlardan seziyorum doğru yolda olduğumu. Bana akıl vermiyor, beni çekiştirmiyor ama o kadar güzel üflüyorlar ki kalbime, alevi sönüyor savaş meydanlarımın. 

Issızlıktan, sessizlikten hiç korkmuyorum. Yatağımın altındaki canavarla çoktan öpüştüm ben. Yaşadığım veya eksik kaldığım her deneyimin beni çoğaltacağına, benlik hissimi tamamlayacağına  inancım var. Yeni yaşımı beklerken hiç olmadığım kadar farkındayım hayat denilen hediyenin.  O halde aldım, kabul ettim, çok amin.

Mutlu haftalar hepimize!

KUTLU DOĞUM HAFTAM

 

Olayları kişiselleştirmediğimiz, yatırım ve beklentilerimizi tamamen kendimize çevirdiğimiz, kargaya sesi kötü, timsaha komşuyu yedi diye kızmadığımız yepyeni bir dönem başlıyor.

Yeni dönemde araba kullanıyor ve bolca yazıyoruz. Yeniden yoga dersleri veriyor ve eksik kalan işlerimizi sonlandırıyoruz. Zihnimizde yarım yamalak listeler bırakmamaya özen gösteriyoruz.

Kendimizi beslemeyi ihmal etmiyoruz. Sadece bedenimize değil, ruhumuza da iyi bakıyoruz.

Bütün bunlar olurken hayat akmaya devam ediyor. Okunacak kitaplar, gidilecek şehirler, doğanlar, ölenler, yaşamın ederini hatırlatan hastalıklar yanımızdan geçip gidiyor. Biri, bir an, bir şey beni de alıp götürür mü korkusuyla değil, her deneyimin bir anlam için yaşandığının ayırdında soluklanıyoruz.

Ormandan çıkışa son üç gün. 

7 Temmuz 2024 Pazar

7 TEMMUZ 2024, GÜNLERDEN PAZAR


Günaydın Ahali,

Elbette sabah çok güzel başladı gün ancak yeni uyananlara haberim şudur, ilerleyen saatlerde yanacağız:)

Özel birşey yok aslında anlatmak istediğim. Herkes gibi bazı günler ağır, bazıları hafif oluyor hayatımda. Bugün hafif. Fakat nasıl bir hız var ayın akışında hissediyor musunuz? Fırtına gibi uçuyor Temmuz... 

Bugün ilginç bir deneyim yaşamaya gidiyorum. Az sonra çıkacağım evden. Nedir diye boşuna sormayın- ki yazmanın en tatlı yanı istemediğim soruları duymuyorum:)- dönüşte anlatırım.

Bu sabah erken yaptım kahvaltımı. Malumunuz hiç kahvaltı seven gruptan değilim. Sürekli aynı şeyleri gevelemek hiç hoşuma gitmiyor. Yine de midem bulanır falan diye biraz ekmek peynir geveledim. Heyecanlanınca vücudumun tepkileri pek belli olmuyor.

Pazartesi güne yüzerek başlamak istiyorum. Eğer yine erken saatte gözümü açarsam koşarak plaja, oradan da pazara gitmek gibi bir niyetim var. Hatta belki mahalledeki kızlara da uğrarım. Zaten malumunuz haftaya kutlu doğum haftam. Her gün neşeli ve keyifli olucam. Darısı niyet eden herkesin başına diyelim.

Şimdi yavaştan hazırlansam iyi olur, saat sekize geliyor. Nasıl hızlı akıyor zaman aslında beşi az geçe uyanmıştım! Vay on ikide kalkanlara! Onlara ne kalacak günden?

6 Temmuz 2024 Cumartesi

6 TEMMUZ 2024


KURTULAN var hayatta, bir de KURTULAMAYAN. NACİ isminin anlamını biliyor musunuz? Cehennemden kurtulan demek. Peki İSMET? O da masum, günahsız demek. Kim çocuğuna cehennemden kurtulan günahsız diye isim verir? Muhtemelen bizzat cehennemi deneyimlemiş, bebeğine isim verirken adeta feryat edercesine kaderi değiştirmek isteyen biri.

Ebeveyn olmamakla ilgili burukluk ve şükür kalbimin odacıkları arasında gidip gelirken, hala denizin dibini tarayan çıpa gibi bu konuya saplanıp kalmış olmama hayret ediyorum. Doğrusu ediyordum olmalı aslında çünkü iyi kılamadığımız tüm ilişkileri hırs ediniyor, sonlandırılmayana hep kapıyı aralık bırakıyoruz. Pandora zavallılığı değilse ne ola ki bu haller?

Söyleyeyim travma.

Geçen hafta yüzlerce kişi blogumu okumuş. Nereden Hong Kong'dan. Toplam okuyucu sayısı Dünya genelinde beş bin. Ne kadar ilginç değil mi? İnsan merak ediyor, neden Hong Kong?

Benim cehennemden kurtulamamam Pazartesi başlanan diyetlere benziyor. Bir süre gayet iyi gidiyor ama sonra tökezliyorum. İçimdeki ses bu hikaye böyle sürer gider ama seni eskisi kadar yıpratmaz dese de biliyorum yolum uzun, hatta upuzun.. Çünkü insanı asıl tüketen umursanmamak. 

Geçenlerde bir psikolog sevginin karşıtı nefret değil, umursamazlıktır dedi. Nasıl katılmayayım ki?

Cehennemde kim var, kim kurtuldu, kim yandı diye düşünerek ömrümü bitirmek yerine Tanrının Lütfu  rengarenk adıma vermeliyim dikkatimi. Hırsız hala evimde, hırsız hala kendi merkezinde, hırsız ışıkları yaksam da görmez, tavuk karası gözleri. Işıkları açıp "seni gördüm" demeyi istedim, hatta dedim ama kaçtı. Koltuğun altına saklandı. Daha fazla zaman kaybetmemeli o halde.

Bugün 6 temmuz, fırtına takvimi sadece fırtına demiş. Ben "cehennemden kurtulan fırtınası" diyeceğim. Zebanilerin kapıdan çekildiğini bir tek ben görüyorsam yapacak birşey yok.

Nasıl bir doğumgünü hediyesi güzel olurdu biliyor musun? Boğazın kıyısında oturduğum, rüzgarı kokladığım bir günbatımında beni özgür bırakan, herşeyi yitirip yeniden başlamama ilham veren bir işaret. İşte o nefis hediye olurdu yeni yaşıma, yaşamıma.





5 Temmuz 2024 Cuma

5 TEMMUZ 2024, HEYAMOLA.

 

Babam resim yapabiliyor muydu bilmiyorum. Yıllar sonra çantasında amcama benzeyen kara kalem bir çalışma bulmuştum. O mu çizdi acaba hep merak ederim. Bir de bazen şaka olsun diye imzasını atarken Sadi'nin S harfini leylek gibi yapardı. Çok güzeldi el yazısı. Hani mürekkep yalamış adam deriz ya, kesinlikle mürekkep yalamış, yalamak ne ki mürekkepte yuvarlanmış adamdı babam.

Şefkatini ve üzerime titreyişini elbette hatırlıyorum. Eğer uzun yaşasaydı muhtemelen bambaşka bir hayatım ve büyük olasılıkla şu an yaşadığıma hiç benzemeyen günlük rutinlerim olurdu. Ama bence sabahları ve denizi öteki hayatımda da severdim. Babam da severdi.

Gözümün zenginliğini, kitaplara ilgimi ve sanata yatkınlığımı babama borçluyum. Evimiz saray değildi ama her ayrıntının özenle düşünülmüş olduğunu şimdi daha iyi görebiliyorum. Belki de bu yüzden ev sıcaklığını, eşyaların rahatlığını ve birbiriyle uyumunu önemserim. İnsanın gözü neyi görmeye alışırsa, onun devamlılığını ister oluyor.

Babamın marina tarafında, Seçkin Konaklar'ı biraz geçince atölyesi olan ressam arkadaşı vardı, Özcan Amca*. Ona ilk gidişimizi hatırlıyorum. Babam motosikletiyle götürmüştü beni. Elimde birkaç yaprak resim kağıdı ve keçeli kalemlerimle. Şu an anlatırken bile bir o sabahın kokusunu, atölyeye girdiğim an hissettiklerimi anımsıyorum. 

Kemerli penceleri, asma katı, epeyce yüksek tavanıyla adeta modern bir katedral gibiydi Heyamola. Biz gittiğimizde sanırım ilkbahardı çünkü içerisi soğuk değildi. Yoksa o kadar büyük alanı ısıtmak muhtemelen çok zordur. Atölyede sadece tuvaller yoktu. Heykeller ve alçıdan plakalar hatırlıyorum. Mausoleum'dan bazı replikalar. Hatta birkaç kurumuş ağaç dalı. Pencereler buzlu camdandı, perdesiz. Güzel ışık alıyordu atölye.

Babam uzun uzun konuşmadı Özcan Amca'yla, zaten seslerini de duyamadım. Beni emanet edip gitti. Heyamola'daki ilk ziyaretimde Özcan Amca'yla ne konuştuk, nasıl başladık veya sonraki derslerimizde aramızda nasıl sohbetler geçti hiç anımsamıyorum. Sadece orada olmaktan memnundum. Mekan hoşuma gitmişti. 

Bu anlattıklarım ilkokul öncesine denk geliyor. Okuma yazma henüz yok. Muhtemelen dört ya da beş yaşındayım. Prusya Kralı ya doğmamış veya doğmak üzere. Belki de beni bu yüzden, oyalanayım da arıza çıkartmayayım diye götürdüler oraya:))

Resim yapmayı her çocuk gibi çok sevdiğimden bana sunulan ortamın ve malzemelerin nasıl bir fark yaratacağını hiç bilmeyerek sakin sakin işime odaklandığımı anımsıyorum. Yine de diğer çocuklardan farklı bir ortama sahip oluşumu seziyordum. Çünkü babam beni bir yere getirmişti, burası efsane güzeldi ve resim yapabilmem için türlü malzeme vardı. Daha ne isteyebilirdim acaba? Babam sanırım beni iyi gözlemliyor ya da eğilimlerimi anlayabilmek için üzerimde deneysel çalışmalar yapıyordu. Sonuçta neresinden bakarsak bakalım iyi ebeveyn olmak için gayretliydi.

Atölyede arka fonda müzik var mıydı hiç anımsamıyorum. Belki çok hafif bir klasik müzik? Kulağıma dolmamış. Orada hem kulağıma, hem içime yerleşen his alanın genişliğinden kaynaklanan huzur ve kendi halime bırakılmanın güzelliğiydi. Resim bu demekti benim için: kendi haline bırakılmak.

Heyamola'da çok gelişme kaydettim. Oradaki rutinim birkaç hafta veya bir iki ay devam etmiş olmalı ama sonrasında malzemeyle ilişkimin değiştiğini, keçeli kalemlerden pastel ve suluboyaya geçtiğimi anımsıyorum. Renklere ilgim artmış, kağıdın dokusunu hisseder olmuştum. Resim yaparken sahiden keyfim yerindeydi. Resim yoga gibiydi, yapılmıyor, olunuyordu. Dışarıdakiler aklıma bile gelmiyor, atölyeye girdiğim anda adeta olgunlaşıyordum. Boyumu aşan tuvallerin önünde duruşumu, hiçbir şeye elimi sürmemem gibi bir durum olmadığından heykellere dokunmanın keyfini anımsıyorum. Özellikle yüksek kabartmalardan taşmış at bacakları, aslanlar ve savaşçı kalkanları bana göre gerçek hayattan bile daha etkileyiciydi. Çok uzun seneler sonra İskender'e ait olduğu söylenen lahitin etrafında turlarken ona dokunmak için nasıl yanıp tutuştuğumu anımsıyorum da müzelerde yapılan şey kesinlikle haksızlık. Neden dokunamam yahu?

Bu sabah resim yapmak, resim malzemesiyle yuvarlanmak arzusuyla uyandım. Eğer ben, Elvan bunca yıl sonra önüme boyaları koysam, birşeyler anlatmak istesem acaba renklerin dili çözülür müydü? Çünkü resimle ilişkimi üretim anlamında mesafelendiren okuma yazma öğrenmem olmuştu. Kelimelerin sihriyle öyle başım dönmüştü ki, okulda resim dersi olmasa muhtemelen elimi sürmeyecektim kağıda boyaya. Fakat şansıma sıra arkadaşım ünlü bir ressamın** kızıydı. İmbat. Yani sanat hep bana yakın mesafedeydi.

Bir ev ve bahçe çizmek istiyorum. Onu sevdiğim renklerle boyamak ve çocuk gibi resimle baş başa kalmak istiyorum. Evde bir avuç akrilik ve keçeli kalem dışında da birşeyim yok galiba:)) Bakayım bi.




* ÖZCAN ONUR

** BİROL KUTADGU 

4 Temmuz 2024 Perşembe

4 TEMMUZ 2024, AHMAK GÖNÜL İSİMLİ TÜRKÜ İLE SINANAN DOSTLUK :)


Günaydın,

Burhan'ı bilirsiniz, beni bilen herkes Burhan'ı bilir. Burhan dostumdur dersem eksiltmiş olurum, zira sadece benim değil ihtiyacı olan herkesin dostu, yoldaşı, onlarca öğrencinin hocası, güzeli, iyiyi sevmeyi, görmeyi bilen herkesin biriciğidir.

Yıllardır bana muhteşem şeyler katmıştır. Edebiyattan, arkeolojiden tutun da müziğe, tarihe, sinemaya kadar daha neler neler. Nedense biz hep seyahat etmeyi düşleriz ama henüz gönlümüzce bir plan yapamadık. neyse, o da olur inşallah.

Dün, akşam yürüyüşüme bir türkü yollamış Burhan- ki o sırada Jabbar dinliyordum ve neredeyse normal bir ruh durumundaydım-. Son zamanlarda şarkılarla kim kimi ağlatacak diye takılıyorduk birbirimize. Fakat bu türküde bir cümle var ki belden aşağı oldu. Güldük tabii ama "ciğer yenilenebilen bir organ diye sökülmez ki vre, dost dosta eder mi bunu? " dedirtti bana.

"seni seven terk etti, nedir kapanmayan yaran?"

Cümle bu!

Tutulmayan yasların kraliçesi olarak, artık direncimi kimden aldığımı biliyorum... İmkansızı istediğimi ileri sürerek yaşamaya dair isteksizliğimi örttüğümü de pekala anladım.

Benim kapanmayan yaram babam. 

Öyle iş olsun diye de söylemiyorum. Yıllarca çok iyi idare ettim zannederken, bir baktım batırmışım ortalığı. Yıkmışım, yakmışım, esmiş, gürlemiş, barajları devirip şehirlere sel salmışım. Tüm davranışlarımı, davranamayışlarımı etkileyenim  mağarada uyuyan ejderhamın yanına sandalyesini çekmiş elleri dizlerinin üzerinde öylece oturanım, onu yolculamaya hazır olmamı bekleyen babam. 

Mutluluğumun, yaşama sevincimin gölgesi babamın tutulmamış yasıdır, ölümü değil.

Artık onu mağarada bırakamayacağımı, bir ölüyü sandalyede oturtmamın anlamsızlığını biliyorum. Aslında biliyor musunuz  Güney Amerika'da yapıyorlar, hatta yılda bir kez çıkartıp gezdiriyorlar. Neyse ne, ben babamı gömmeli, yaramı kapatmalı ve onun beni terk etmediğini idrak etmeliyim.

İnsanlar ölür. İnsanlar gider. Efendi gibi temizler, kapatırsan yaralar iyileşir. İnsanların tüm yaptıklarını ettiklerini kendimize karşı eylemler silsilesi olarak algılamaksa tamamen bizim toyluğumuz. Ben büyüdüm. Öyle annesinin topuklularını giymiş, rujunu dudaklarından taşırmış bir halen değil, kendi ayakkabılarımın üzerinden ve rujumu en ala şekilde sürdüğüm yerden cümlem. 

Ben büyüdüm. 

Kapanmayan yaram da hiçbir eski sevgilimden değil. Zaten onların hiçbiri sevgili bile değildi, sevmeye çalışmaktı, canlarına od tıkamaktı. Pardon ya, ağır mı oldu sabah sabah:))) Sevdim mi sanmışlardı ki?



3 Temmuz 2024 Çarşamba

LAFI K.ÇINDAN ANLAMANIN JUNG TARAFINA ALAYIM SİZİ

 

Malumunuz uzun yıllar veli insiyatifiyle kurulmuş, elbette iyi niyetlerle yola çıkılmış, okul öncesi çocuklara eğitim veren bir çoçuk evinde çalıştım. Çok mutlu hissettiğim, bana yaşama sevinci veren günlerim oldu. Öğrettim, öğrendim, tökezledim, parladım, parlattım. Başlarken hiç kolay olmadığı, derdimi anlatamadığım gibi bitirirken de son derece üzüldüm, zira onca yılda değişmeyen tek şey küçük insanların büyük egosuydu. Kendi değerlerini başkalarının emeğini değersizleştirerek hissedebilen minicik insanlar. Fakat bugün konum tam olarak onlar değil, konu o okulda tanıştığım pek çok kadının bugün sosyal medyada "kadın olmak", "kadın çemberleri", "boşanma", "kendini bulma", "kişisel gelişim", "farkındalık", "yoga" ve benzeri işlere bulaşmış ve epeyce de ün kazanmış, üstelik bunu çok yukarıdan yukarıdan bana göre ahlaksız bir yerden yapıyor olmaları. 

Kıskançlık yazısı bekliyorsanız, çok beklersiniz. Amacım itin bi tarafına sokmak olsa küçümsemek daha benim tarzıma yakın ancak onu da yapmayıp daha merhametli bir yerden yazmak istiyorum. Zira şarkıda dediği gibi "... herkes yaralı, tepeden tırnağa yaralı..."*

Okulda çalıştığım yıllarda bahsettiğim kadınların çocukları başta olmak üzere çocuk davranışlarından ev okumayı öğrendim. Kabızlık, ateşlenmiş beden, huysuzluk, yemek yemek istememek, zorbalık, sessizlik, haykırmak, dürtüsel davranmakla çocuk aslında nasıl bir dertten müzdariptir, kendini kelimelere dökemeyişiyle acısı nasıl günden güne katlanır ve bu denli acı çeken "kimseli" çocuğa nasıl el verilir onu öğrendim.

Organik beslenmeyle kafayı bozan annelerin çocuklarıyla yaşadıkları bağlanma bozukluklarına tanık oldum. Şefkatle evladına yaklaşamayan annenin aslında ne acıdır ki kendine de yaklaşamadığını gördüm. Kendini kelimelerle ifadede yaşının çok ama çok üstünde bir kız çocuğunun annesine sözcülük etmek zorunda kalışını, babası iş seyahatinden dönmeyen dünya güzeli oğlanın kendini yerden yere vuruşunu izledim. Bunlar inanın hiç birşey, olsa olsa buzdağının zirvesi.

Ben kimdim peki? Ben acının Allahını çocuğun çektiğini izleyerek oyun kurup, otuz dakikalığına oksijen vermeye, kalp masajı yapmaya çalışan garibanın tekiydim. Her gülümsettiğim veletle bir zamanlar eli tutulmamış, hali anlaşılmamış çocukluğuma dokunuyordum. Oyunun gücünü, çocukla iletişim kurmaktaki gerekliliğini ve işe yarayışını deneyimliyordum.

Ortada ne şifa, ne de şifacı vardı. Yoga yapıyor, yoga yaşıyor, bağ kuruyorduk. Malzememiz yoga oyunlarıydı. Bu kadar.

Bütün bu süreç boyunca pek çok ünlü ve havalı "anne" nin yavrusuna emek harcamış olmama rağmen, ders ücretim dışında işimin ekmeğini yemedim. Geriye dönüp baktığımda tembellik ettiğim yerleri de iyi görebilmeme rağmen, genel duruşumu ve etik anlayışımı seviyorum. Sevmediğim şey şu: nasıl oldu da herkes şifacı oldu anasını satiim. 

Mahallede Niğde gazozu tutan amcadan, sütyenini takmadan lambır lumbur memeleriyle mutfakta dans eden özgür boşanmış annelere, anasızlığını başkalarına analıkla sağaltan kadınlara, yazdığı haikuları şifa malzemesi zanneden şapşal şairlere ne vakit kapı araladı sosyal medya? Ne zamandan beri psikoz ve nevrozlarımız onurla taşıdığımız apoletlere dönüştü? Biri bana anlatabilir mi lütfen? Buraları pek anlayamadım da ben!

Arkadaş ana dilinde post yazamayan kadınların kitap bastırdığı- bastırdığı diyorum, basılmadı çünkü-, hiçbir donanımı olmayanların dışarıdan okul bitirerek çocuk gelişimi okuyup servet kazandığı, üç beş tanışıklıkla bir iki boşanma, iki vefatla erken dul kalmanın, hatta ileri gideyim hastalanmanın, hasta evladın bile an be an paraya dönüştürüldüğü bu mecrada kim bu şifacı bacılar? Yasımızda, travmamızda elimizi tutan, ücretini aylar önceden ödediğimiz bu kadınlar ( varsa erkekler ) kim? Hangi tedrisattan geçmiş, kime ne vakit çıraklık etmişler ve ne arada almışlar acep o ehliyetleri?

Arkadaş Jung açık açık  "ancak yaralı bir hekim iyileştirebilir" diyor. Kıçını görüp yara zanneden kedi misali önüne gelen şifacı olsun falan değil adamın dile getirdiği! Edebiyat elbette şifadır ancak bir terapistin işini yapamaz. Sanat, çemberler sağaltıcıdır ama onlar da hekim işi yapamazlar. Dans etmek, yoga gibi fiziksel aktiviteler spiritüel bir yere de götürür zamanla evet ama bunu "ben şifa dağıtıyorum" diye satamazsın. Etik nerede vre?

İnsanın kendini iyi kılma çabasını gönülden takdir ediyor ve Japonların seramikteki çatlağı altınla doldurdukları kafayı bende seviyor, hatta yüceltiyorum. Tabii her seramik için şart midur bilemiyorum.. O çatlaktan, yaramızdan sızan ışıkla yaratır ve büyürüz kısmına da okeyim, ki ben de yazarak iyileşiyorum, ancak yazıyla seni şifalandırırım, ben yazarak iyi oldum falan diyor muyum? Yoga ile şifa saçarız diye bir iddiam da yok çok şükür. Ha yoga derslerinin terapi öncesi açılmaya ve seansı akıcı kılmaya yaradığını öğrencilerimden biliyorum ancak ben "yoga öğretmeniyim", "blog yazarıyım" ve "yaralıyım". Bütün bunlar beni "yaralı hekim ve üstüne şifacı" yap-maz di mi?

Evet takık olduğum şey hadsizlik, etik dışı davranışlar ve amacı diğerini iyi kılmak değil, onun yara beresinden kar sağlamaklar!

Sanırım artık yavaş yavaş kızmayı bırakıp, dikkatimi tıpkı edebiyatta yaptığım gibi seçicilikle bana makul gelene yöneltmek. Yine de yazmadan duramadım, uyuzum şu yaralı şifacı lafına. Onun doğrusu yaralı şifacı falan değil sayın kardeşim, biz Türkler suyu bile verirken "oh şifa olsun, yarasın abime" diye veririz ama onun doğrusu "afiyet olsundur" ve lafın doğrusu da "sadece yaralı olan hekim iyileştirebilir"

Oh rahatladım vallahi. Şimdi huzur içinde yemeğimi yiyebilirim:)))





* Sezen Aksu

3 TEMMUZ 2024, CADDEBOSTAN PLAJI'NDA BİR YENGEÇ

 

Merhaba!

Geç günaydın oldu bugün fakat geçerli mazeretim var. Plaja gittim! Aslında Rabiş'le* geçen hafta niyetlenmiştik ama fırsat yaratamadık. Dün akşam ne dersin dedim, tamam dedi. Bayılıyorum naza çekmeyen, hızlıca evet veya hayır diyebilen insanlara.

Sabah beş buçuk bile olmadan uykum bitti. Theodora'yı öpmek istedim, baktım patilerini yüzüne siper etti, muhtemelen "uyandı yine benim ki" diye de içinden saydırdı. Yedi olmadan evden çıktım, sekizde buluşacağımız için geç kalmak istemedim. Tren bomboştu. Acaba insanlar işe gitmiyor mu? Ben çalışırken bu saatler tıklım tıklım olurdu. Anlamadım.

Rabiş'le deniz güzelse gireriz, değilse kahvemizi içip ayaklarımızı sokarız demiştik. Erken gidince dayanamayıp atladım suya. Zira bir yengeci suyun kıyısına bırakıp bekle demek, diyet yapan garibana buzdolabındaki pastaya dokunma demekten farksız. Sıvı görünce dayanamıyorum. Kahve, şarap, hamam, deniz umurumda değil. Su varsa iç, yıkan veya yüz gitsin:)

Marmara Denizi'nde yüzmek Ege ve Akdeniz'le kıyaslarsanız biraz moral bozucu olabilir. Elbette denizin bitki örtüsü, suyun ısısı, tuz oranı  güneyden epeyce farklı. Açıkcası ben tuzlu ve serin su severim ama dediğim gibi mesele sıvı olunca seçici sayılmam, leğene su koysanız dayanamam ayaklarımı sokarım.

Evime bu kadar yakın mesafede güvenli bir şekilde yüzebiliyor olmak güzel. Üstelik plajda şezlonglar, kabinler ve duş pırıl pırıldı. Hatta kahve, sandwich gibi şeyler satılan tatlı bir dükkancık bile yapmışlar. Gerçekten çok şanslı hissettim. Ben bugün bu gazla ne güzel yazar çizerim ama!

Hayatta en sevdiğim şey sabahlarsa, ikincisi yüzmek olabilir. Caddebostan Plajı'ndan henüz dönmüş bir yengeç olarak ilk kez doğduğum ayı seviyorum. 

Güzel geçsin günümüz.








*Yıllardır eczacım ve kıymetli arkadaşım. Fenerbahçe Eczanesi sahibesi.

2 Temmuz 2024 Salı

2 TEMMUZ 2024, SALI.

 

Günaydın,

Osho'ya atfedilen ne yersen o'sun lafı bana ne okursan, onu yazarsın olarak çevirilebilir. Zira herkes okuduklarının etkisi altında kalır ancak benim hikayemde okuduğum kitaplar bazen haddinden fazla belirleyici oluyorlar. Hatta hayatıma giriş zamanlarının bile manidar olduğunu düşünüyorum. 

Mesela şimdi, tam da ormandan çıkmaya gün sayarken yeniden travma üzerine okumak ve ailemin gelmiş geçmiş yaşanmışlığına dair uzak okumalar yapmak olsa olsa Temmuz'un işidir.

Temmuz. Doğduğum ay. Temmuz bugüne kadar nasıl geçtiğine hiç dikkat etmediğim fazla sıcak bir ay. Galaksinin en travmatik adamını seçip, yıllarca takıntı haline getirdiğim ay. En azından şimdiye kadar öyleydi. Yeni dönem Temmuz tanımlarımda doğduğum, uyandığım, kendimi onarmaya başladığım, yaşamla adımlarımı değiştirdiğim ay diyeceğim. Çünkü mümkün. Ben neyi seçersem o mümkün.

Bu sabah tatlı bir serini var balkonun. Sanki Kadıköy'e inmek için güç toplamama yardım ediyor. Şanslıyım. 

Haftanın geri kalanında evden çıkmamı gerektirecek önemli birşey olmadığı için de şanslıyım. Hava durumuna baktım, Temmuz çok abartmayacak sıcakları. Hep böyle kabul edilebilir dozda sürüp gidecek. Bi de yangınlar olmasa keşke... Zeytinlerimin başına bişi gelecek diye ödüm patlıyor.

Neyse, korkularımızı beslemeyelim, önümüzdeki güne verelim dikkatimizi. vakti geldiğinde tam içinden geçerken ne yaşamamız gerekiyorsa yaşamıyor muyuz zaten?

Hepimize huzurlu, sakin olsun gün:)



1 Temmuz 2024 Pazartesi

1 TEMMUZ 1980?

 

Hangi yıldaydık önemli mi emin olamadım, tek bildiğim çekirdek ailemin tastamam hayatta olduğu. Öylesine şenliğin heyecanındaydım ki o gün, sandalın kenarına vuran deniz kımıltısı, tepemizdeki güneş ve babamın aldığı keyif dışında hiç birşey hatırlayamıyorum. 

Emin Arda ve ailesiyle açılmıştık denize. Limandan çıkmış, Kumbahçe'ye gidiyorduk. Yani denizden bakınca kalenin içi tarafında kalan limandan hareket edip, sağındaki koya geçecektik. Şenlik alanı oradaydı. Yüzlerce sandal, motor, tekne artık ne varsa hepsi sabah erkenden Kumbahçe açıklarına gelmiş, yaygara yapıyorlardı. Bizim oralarda denizciler ezelden sever coşmayı. İçkici sıçkıcı derler ama ağır iştir deniz, varsın arada sapıtsınlar vre!

Başımda annemin güneş geçmesin diye taktığı eşarplardan var. Üzerimde yarım kollu lacivert bir bluz. Serpintiyle gelen deniz tadı dudaklarımda, mutluluktan sarhoş sandalın yan tarafında oturuyorum. 

Her sene Denizcilik Bayramı'na özel güzellik yarışması yapılıyor. O sene esmer güzeli bir kızı seçiyorlar. Kıvırcık uzun saçları, incecik bedeni ve çiçekli mayosuyla öyle sade, o kadar tatlı ki. Güzellikten çok masumiyet temsilcisi o kız. Belki ben de katılırım birgün  yarışmaya ve belki kazanırım diye düşünmeden edemiyorum. Tacı var kızın ve herkes alkışlıyor. Nasıl istemeyeyim ki?

Annemi görmüyorum. Bizimle geldiyse bile yine az memnun suratıyla sandalın bir yerine ilişmiş olmalı. Belki düşmeyeyim diye beni kolluyor ardımda ve kucağında kardeşim var ama onu hiç hissedemiyorum. Kocaman gülebilen bir annemiz yok. Gülüşünü ben doğmadan önce çalmışlar. Bu hırsızlık azmış gibi hiç üşenmez yaşadığı tüm acıları her sabah tek tek kuşanır benim annem. Ama babam güler. Babamın kocaman kahkahaları, o gülünce sahiciliğine şahitlik edercesine zıp zıp zıplayan bir göbeği vardır. Babamın neşesini çalmaya gelenler olduysa da tamamını alamamış olmalılar ki, o hala neşeli.

Tuzlu rüzgar, güneş, masmavi su ve kale. O gün 1 Temmuz. Ailece sandaldayız ve belki de hayatları boyunca karaya ayak basamayacak dört kişi olarak o çalkantılı denizde herbirimiz kendi tarihimizi yazıyoruz. 

Aynı gün  takvimlerde Yaprak Fırtınası.

Kimse bilmez ama ilk kuru yapraklar Temmuz'da düşer. Daha yazın başındayken çok geçmeden geleceğini müjdeler sonbahar. Mesajı hızla geçecek şu sıcak mevsimi  güzel yaşa der gibidir. 

Bu sabah kalkıp deniz kıyısına gitmek, sandalın kenarında oturuyormuş gibi suyu koklamak istedim. Yerden kuru bir yaprak almak ve suya atmak, belki biraz gözlerimi kapatmak. Hücrelerime o eşsiz Kabotaj Bayramı'nı hatırlatmak istedim. Yapamadım. Babamın  son gücüyle tutunduğu yaşamdan kayışıyla, annemin ağır bir çapa gibi beni dibe sürükleyen mutsuzluğu arasında öylece durdum.

Hiç güzellik yarışmasına katılmadım. Zaten herhangi bir yarışmaya katılacak kadar özgüven sahibi de olamadım. Fakat o gün o sandaldaki küçük kız gerçekten huzurluydu, mutluydu. Umutluydu. Eğer en mutlu küçük kız yarışması yapıyor olsaydı denizciler, o gün kesinlikle kazanırdı.

Yaşanmış ve yaşanacak nice güzel Temmuzlar, nice neşe dolu Kabotaj Bayramları olsun mu bize? Olsun vre!