Malumunuz uzun yıllar veli insiyatifiyle kurulmuş, elbette iyi niyetlerle yola çıkılmış, okul öncesi çocuklara eğitim veren bir çoçuk evinde çalıştım. Çok mutlu hissettiğim, bana yaşama sevinci veren günlerim oldu. Öğrettim, öğrendim, tökezledim, parladım, parlattım. Başlarken hiç kolay olmadığı, derdimi anlatamadığım gibi bitirirken de son derece üzüldüm, zira onca yılda değişmeyen tek şey küçük insanların büyük egosuydu. Kendi değerlerini başkalarının emeğini değersizleştirerek hissedebilen minicik insanlar. Fakat bugün konum tam olarak onlar değil, konu o okulda tanıştığım pek çok kadının bugün sosyal medyada "kadın olmak", "kadın çemberleri", "boşanma", "kendini bulma", "kişisel gelişim", "farkındalık", "yoga" ve benzeri işlere bulaşmış ve epeyce de ün kazanmış, üstelik bunu çok yukarıdan yukarıdan bana göre ahlaksız bir yerden yapıyor olmaları.
Kıskançlık yazısı bekliyorsanız, çok beklersiniz. Amacım itin bi tarafına sokmak olsa küçümsemek daha benim tarzıma yakın ancak onu da yapmayıp daha merhametli bir yerden yazmak istiyorum. Zira şarkıda dediği gibi "... herkes yaralı, tepeden tırnağa yaralı..."*
Okulda çalıştığım yıllarda bahsettiğim kadınların çocukları başta olmak üzere çocuk davranışlarından ev okumayı öğrendim. Kabızlık, ateşlenmiş beden, huysuzluk, yemek yemek istememek, zorbalık, sessizlik, haykırmak, dürtüsel davranmakla çocuk aslında nasıl bir dertten müzdariptir, kendini kelimelere dökemeyişiyle acısı nasıl günden güne katlanır ve bu denli acı çeken "kimseli" çocuğa nasıl el verilir onu öğrendim.
Organik beslenmeyle kafayı bozan annelerin çocuklarıyla yaşadıkları bağlanma bozukluklarına tanık oldum. Şefkatle evladına yaklaşamayan annenin aslında ne acıdır ki kendine de yaklaşamadığını gördüm. Kendini kelimelerle ifadede yaşının çok ama çok üstünde bir kız çocuğunun annesine sözcülük etmek zorunda kalışını, babası iş seyahatinden dönmeyen dünya güzeli oğlanın kendini yerden yere vuruşunu izledim. Bunlar inanın hiç birşey, olsa olsa buzdağının zirvesi.
Ben kimdim peki? Ben acının Allahını çocuğun çektiğini izleyerek oyun kurup, otuz dakikalığına oksijen vermeye, kalp masajı yapmaya çalışan garibanın tekiydim. Her gülümsettiğim veletle bir zamanlar eli tutulmamış, hali anlaşılmamış çocukluğuma dokunuyordum. Oyunun gücünü, çocukla iletişim kurmaktaki gerekliliğini ve işe yarayışını deneyimliyordum.
Ortada ne şifa, ne de şifacı vardı. Yoga yapıyor, yoga yaşıyor, bağ kuruyorduk. Malzememiz yoga oyunlarıydı. Bu kadar.
Bütün bu süreç boyunca pek çok ünlü ve havalı "anne" nin yavrusuna emek harcamış olmama rağmen, ders ücretim dışında işimin ekmeğini yemedim. Geriye dönüp baktığımda tembellik ettiğim yerleri de iyi görebilmeme rağmen, genel duruşumu ve etik anlayışımı seviyorum. Sevmediğim şey şu: nasıl oldu da herkes şifacı oldu anasını satiim.
Mahallede Niğde gazozu tutan amcadan, sütyenini takmadan lambır lumbur memeleriyle mutfakta dans eden özgür boşanmış annelere, anasızlığını başkalarına analıkla sağaltan kadınlara, yazdığı haikuları şifa malzemesi zanneden şapşal şairlere ne vakit kapı araladı sosyal medya? Ne zamandan beri psikoz ve nevrozlarımız onurla taşıdığımız apoletlere dönüştü? Biri bana anlatabilir mi lütfen? Buraları pek anlayamadım da ben!
Arkadaş ana dilinde post yazamayan kadınların kitap bastırdığı- bastırdığı diyorum, basılmadı çünkü-, hiçbir donanımı olmayanların dışarıdan okul bitirerek çocuk gelişimi okuyup servet kazandığı, üç beş tanışıklıkla bir iki boşanma, iki vefatla erken dul kalmanın, hatta ileri gideyim hastalanmanın, hasta evladın bile an be an paraya dönüştürüldüğü bu mecrada kim bu şifacı bacılar? Yasımızda, travmamızda elimizi tutan, ücretini aylar önceden ödediğimiz bu kadınlar ( varsa erkekler ) kim? Hangi tedrisattan geçmiş, kime ne vakit çıraklık etmişler ve ne arada almışlar acep o ehliyetleri?
Arkadaş Jung açık açık "ancak yaralı bir hekim iyileştirebilir" diyor. Kıçını görüp yara zanneden kedi misali önüne gelen şifacı olsun falan değil adamın dile getirdiği! Edebiyat elbette şifadır ancak bir terapistin işini yapamaz. Sanat, çemberler sağaltıcıdır ama onlar da hekim işi yapamazlar. Dans etmek, yoga gibi fiziksel aktiviteler spiritüel bir yere de götürür zamanla evet ama bunu "ben şifa dağıtıyorum" diye satamazsın. Etik nerede vre?
İnsanın kendini iyi kılma çabasını gönülden takdir ediyor ve Japonların seramikteki çatlağı altınla doldurdukları kafayı bende seviyor, hatta yüceltiyorum. Tabii her seramik için şart midur bilemiyorum.. O çatlaktan, yaramızdan sızan ışıkla yaratır ve büyürüz kısmına da okeyim, ki ben de yazarak iyileşiyorum, ancak yazıyla seni şifalandırırım, ben yazarak iyi oldum falan diyor muyum? Yoga ile şifa saçarız diye bir iddiam da yok çok şükür. Ha yoga derslerinin terapi öncesi açılmaya ve seansı akıcı kılmaya yaradığını öğrencilerimden biliyorum ancak ben "yoga öğretmeniyim", "blog yazarıyım" ve "yaralıyım". Bütün bunlar beni "yaralı hekim ve üstüne şifacı" yap-maz di mi?
Evet takık olduğum şey hadsizlik, etik dışı davranışlar ve amacı diğerini iyi kılmak değil, onun yara beresinden kar sağlamaklar!
Sanırım artık yavaş yavaş kızmayı bırakıp, dikkatimi tıpkı edebiyatta yaptığım gibi seçicilikle bana makul gelene yöneltmek. Yine de yazmadan duramadım, uyuzum şu yaralı şifacı lafına. Onun doğrusu yaralı şifacı falan değil sayın kardeşim, biz Türkler suyu bile verirken "oh şifa olsun, yarasın abime" diye veririz ama onun doğrusu "afiyet olsundur" ve lafın doğrusu da "sadece yaralı olan hekim iyileştirebilir"
Oh rahatladım vallahi. Şimdi huzur içinde yemeğimi yiyebilirim:)))
* Sezen Aksu