Yeni kuşak kadınları tam olarak anlamasam da, buna kuşaklar arası bişi diyorlardı di mi, tarzlarını beğeniyorum. İki yıl önce Gaye Su Akyol, şimdi de tesadüfen Ceyl'an Ertem dinledim. Bir iki kadın daha var onlar arasında sayabileceğim fakat özellikle ikisi hem şarkıları, hem de fotoğraflardaki, sahnedeki duruşlarıyla ilgimi çekiyorlar. Güçlü, kendinden emin, aynı zamanda kırılgan bir tablonun figürleri gibiler. Bütün olarak baktığımda kırılmakla, incinmekle ilgili masallara meydan okuduklarını seziyorum. Zira insan incinir, üzülür. Bazen kaybeder.
Duygunun, düşüncenin cinsiyeti mi var?
Onlar prenses değiller. Prenslerini beklediklerini sanmam. Prenses gibi davranmak, içinde yaşadıkları gırtlağına kadar boka batmış toplum tarafından kusursuz, lekesiz ya da asil algılanmak gibi bir dertleri de yok zannımca. Ne görüyorsan o. Kendilerini gerçekleştirmek yolunda yolcular. Ağacın ağaç olmak adına çabalamaması, mevsimlerin kendi ritminde sakince geçip gitmesi gibi, sadece sıradan bir ölümlü olarak akıştalar. Bir farkla, kendilerine sahip çıkarak...
Bak bu önemli.
Bizim kuşağın "etek giydin doğru düzgün otur!" uyarıları onlarda işlememiş. Duymamışlar! Şükürler olsun ki öyle olmuş. Beyaz gömlek içine renkli sütyen takılmaz, siyah ayakkabıya kahverengi çanta alınmaz. El ve ayak ojelerin aynı olmalı!!! Bütün bu söylemler vız gelip trıs gitmiş!
Cesur kadınlar bunlar. Bedenleri dövmeli, kasları güçlü. Kendi istedikleri şarkıları yazıp söyleyen, gönüllerince giyinen. Saçlarını kah kazıtıp, kah seksenler kafasına göre bukle bukle kullanan. Dayatılmış kuralları sırf birileri memnun olsun diye kabullenmeyen, erkek dünyasının huzuru kaçmasın diye "kadınlık" adı altında satılan biçimsiz elbiseyi giymeyen insanlar.
Her ikisini de şahsen tanımıyorum, şarkılarına, sahnedeki duruşlarına bakıp, bende bıraktıkları duyguyu yazıyorum. Sindirilmiş, ruhen ve bedenen hırpalanmış, zihinleri baskıya direnmekten yaratıcılığını kullanamaz olmuş kadınlarla dolu bir ülkede bize gerçek, içeriden bir dünyanın varlığını hatırlatan ruhlara ihtiyacımız var.
Alaturkadan, arabeskten korkmayışlarını seviyorum. Bununla barışmış, kendi tarzlarına yerleştirmiş olmaları, üstelik samimiyeti bozmayışları takdire şayan!
Deli deli kıyafetlerinin yanında "ben kadınım" diyen kırmızı ojelerine, rujlarına kocaman bir alkış kopartasım var. Bir de en çok, özellikle Ceyl'an'da, kendilerinden önceki kuşağın "insanlığına, kederine, zevkine, gerekirse ayıbına sahip çıkmış, adam gibi kadınlarını" onurlandıran, saygılı duruşlarını beğeniyorum.
Hem görüntülerine, hem de ruhlarına kayaları delerek yer açıyorlar bu topraklarda. Yeniden renk geliyor kadim coğrafyaya. Farklılıkları, sırf iş olsun diye değil, hakikaten içinin dışa yansıması olarak ortaya koyanlara bence şimdi, tam şu dakika gerçekten ihtiyacımız var. Kafasında tacı, kolunda dövmeleri, dudağında kırmızı rujuyla "geçmiş ve gelecek vardır ya da yoktur fakat ben şimdi ve buradayım!" diyen haliyle varsın çok uzun yaşasın bu ruhlar!
Özetlersek: sıkışmamış, sindirilmemiş, alkış almak için kalıplara kısılmamış, sıkıcı değil, aksine sürprizli, yaratıcı, isyankar ve mümkünse vahşi bir medeniyetin böyle geleceğini hayal ediyorum!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder