3 Eylül 2016 Cumartesi

ŞEHİRDE MÜZİK VAR!

 
 
Nişantaşı maceramın sonuna yaklaşırken, dün şöyle bir baktım da o kadar da fena değil sanki! Arada bir gelmek lazım buralara.
Zor birgün oldu. Sabahtan başlayan her yere yetişme telaşım, neredeyse gün sonuna kadar sürecekti ki, aralarda durup, keyfetmeyi başardım!
"Büyütme Elvan" dediğinizi duyar gibiyim ama benim kadar sonuç odaklı ve görev bilinciyle hayatı kendine ve etrafına zorlaştıran bir insan için dev adımlardan bahsediyorum....
 
Konuya dönersek,  önce Harbiye'den  vizemi aldım, ardından Etiler'e gidip Hakan ve Özgül'le pasta çay partisi yaptım. A tabii arada belime bakıldı fakat sanki o pek önemli değilmiş de, asıl hedef Venüs'den krokanlı pasta ve mis gibi demlenmiş çaymış gibi düşünmek istedim!  Buraya kadar fazla iyi gitti aslında. Araya bir sıkıntı eklemeli mi acaba derken, geldi. İkinci üniversite kayıt işlemleriyle uğraşan bölüm gerekli evraklarımın ellerine ulaşmadığını ve saat 16.00'ya kadar iletmem gerektiğini söylediler. Ve bunu saat 15.15 'de diyorlar!  Üstelik bir mesajla!
 
Allah Allah, benim kargom 31 Ağustos'da teslim edilmişti. Bu ne şimdi? Elbette evrakı kaybetmişler... Kaybedince de tutuşup abidik gubidik mesajlar atmışlar besbelli. Neyse, beni de on beş yirmi dakika kadar germeyi başardılar. Stres yönetiminde çok şahane olmadığımdan neredeyse çuvallayacaktım da sanırım pastanın ve Özgül'ün arkadaşının mırıldandığı şarkının etkisiyle nasıl olduysa başardım ve "belki de hakkımda hayırlısı budur" dedim. Vallahi de billahi de dedim.
Belki de ülkenin fazla bilmiş kadınlara ihtiyacı yoktur!
 
Metroya bindim ve Nişantaşı'na dönüyorum. O kadar güzel bir müzikle karşılaştım ki, yürüyen merdivenlerde sallanmaya başladım. Fark edince de özellikle durmadım. Bedenime nadiren teslim ettiğim, anda, anın tam ortasında, herkese ve her şeye rağmen memnun olma, haz alma şansımı tepiklemedim!
A a büyüyor muyum ne? Yok canım, geçicidir! Yoksa çocuklara öğretmeye çalıştığım "çılgın dansı" birgün bende öğrenebilecek miyim? Ne o oradaki? Umut ışığı mı??
 
Bundan sonrası tam bir jinekolojik kontrol sayılmaz. Zira doktorum anne tarafından kuzenim ve gayet hoşsohbet bir büyüğüm. Hal böyle olunca mesele sanki sağlık değilmiş de, ben bi ziyarete uğramışım havasına dönüyor buluşmamız. Gelsin kahveler, gitsin yaban mersinli lokumlar!
İşin güzel yanı her şey yolunda! Oley! Hayat bana kal dedi! O halde Nişantaşı'ndan Beşiktaş'a sakin sakin yürüyerek inebilirim!
Çarşıda keyif yapsam ve bir saat sonraki vapura binsem ne olur? Nasıl olsa ritim tutturmak zorunda olduğum biri yok. Böyle zamanlarda bayılıyorum tek başınalığıma!
 
Vapur.. Gökyüzünün bana bir sürprizi var; almış pembe bulutları sarayımın üzerinde bir sağa bir sola uzatmış. O ne hoş gün batımı... Vay vay vay, demek bugün sanat var şehrimde. İşte yine müzik, genç bir kadın şarkı söylüyor... İstanbul.... güzelsin güzel.
 
Vapurdan indim, Kadıköy Çarşı'nın hatırı kalmasın diye bir bakınayım diyorum.  O sırada ışıklardan geçerken bir kez daha müzik! Orta yaşlı amcalar çalıyor, yayalar yürüyüşlerini yavaşlatarak müziğin tadını çıkartıyorlar.
 
Arkadaş şehrin gerginliğini alıyor müzik! İnsana temel ihtiyacını, bütünle ritim tutturma arzusunu hatırlatıyor...

Şanslıyım, çok ama çok şanslıyım! Çünkü şehirde müzik var! Bir kez daha görüyorum ki aslında her şey geçen ay olduğunun tıpa tıp aynısı. Değişen tek şey benim bakış açım... Ben olumlu düşündükçe, hissettikçe, ne kadar olumlu ve güzel şey varsa görmeye başlıyorum. Şans burada zaten!

Hiç yorum yok: