26 Haziran 2011 Pazar

SAVİTRİ

Bir Hint masalı okumuştum yoga kitaplarından birinde. Sevdiği adamı Azrail’e vermeyen, olmadık hilelerle, aşkına sahip çıkabilmek için ölüme meydan okuyan kadının, Savitri’nin hikayesi.. Çok etkilenmiştim. Aşk böyle olmalıydı. Aşk ölümden, kaybetmekten korkmamalıydı. Aşık insan hikayesine sahip çıkmalıydı…
Araya aylar girdi. Savitri’yi unuttum. Sonra O kız, Zaza Kız çıktı yoluma. “Dans edelim seninle, ben seninle hiç dans etmedim” dedi. Samimiyeti, bedeniyle barışıklığı, kanının sıcaklığı şaşkına çevirdi beni. Bilmediğim bir yerden geliyor, bir yetişkinde hiç görmediğim bir iletişimle, çocuk saflığıyla önümde duruyordu. Bir saat oynadık. Dans ettik. Güldük.
Sonra Şahmaran geldi. Anlattı kız. Unuttuğum, inancımı kaybettiğim ölümsüzlük masallarına götürdü beni… Ardından dün gece, Mardin’de yaşayan bir kadının hikayesini, o hikayeden çıkarttığı dersle hayatını nasıl biçimlendirdiğini anlattı. Efsane olmaya aday, çağdaş bir masaldı dinlediğim… Uzun uzun anlatmayacağım.
Kısaca şöyle biter masal: Kadın yıllar önce sürgün edildiği topraklara döner. Yaşarken kavuşamadığı sevgilisinin bir zamanlar onun adını sayıklayarak dolaştığı sokaklarda yaşamaya karar verir. Ölüm aşktan güçlü değildir… Bu sokaklar onların aşkını tanır…
Çünkü yaşanmamış aşklar da tanık bırakır…
Zaza Kız, bu hikayeyi anlar. Anlamak onun mayasında vardır… Ne şanslı; hala masalların anlatıldığı topraklardan gelmektedir kanı. Bu kavuşamama hikayesi onu kendi hikayesine sahip çıkmaya cesaretlendirir. Çünkü hiçbir şey “keşke” kadar can acıtıcı olamaz. Kız bunu anlar…
Peki biz bundan ne anlarız?

Hiç yorum yok: