15 Haziran 2011 Çarşamba

HAYATIN DÜMEN SUYU ÜZERİNE FARKINDALIKLAR

Uzun zamandan sonra dümen tuttum Propontis* sularında. Su beni özlemiş mi bilmem ama ben onu çok özlemişim...
Sabah Ateş'le konuşmamızın üzerinden sadece 40 dakika geçmişti ki, giyinmiş, meyvaları ve lazım olup olmayacağını bile bilmediğim ıvır zıvırı çantaya doldurmuş, marinaya ulaşmıştım. Hani ancak "imdat "dese biri bu kadar hızlı olunabilir!
Mazottu, halattı derken işte çıktık bile! İlk hedef Kınalıada. Zamanımız az olduğu için yelken basma şansımız yok. Zaten yelkeni dolduracak hava da yok. Hani hava olup, zaman olmasa daha çok üzülürdüm!
Bundan sonrası klasik bir transfer macerası Yalova'ya kadar. Tabii Yalova'nın balta girmemiş marinasındaki balta güvenlik görevlisi ve marina kıyısındaki nezih çay bahçesi ( nefis bir köftesi ve evsiz genç çiftler için gözlerden ırak "aileye mahsus" konumuyla bizleri büyüledi:)) başlı başına, İstanbul'dan bir kaç kilometre ötede bile ne kadar farklı hayatlar olduğunu gösteren ilginç yazı dizileri haline getirilebilir.
Yalova'da genç olmak belli ki zor... Köfte ekmek ve gazozla bu işler ne kadar yürür insan ister istemez merak ediyor... Sonra da peki bizim oralarda nasıl yürür diye düşünüyor... Hatırlayamadım. Kendi onyedi yaşım, yüz onyedi deniz mili uzaktaydı sanki... Hem o zamanlardan bu zamana bizim kentte çok şey gibi ilişkiler de değişti, oysa eminim Yalova'da annesi nasıl ve nerede ne yaptıysa şimdi kızı da aynısını yapmakta. Daha mı iyi acep? Bu soruyu da bilemedim!
Neyse, benim derdim dümenle ve ardımız sıra bizi ham yapacakmış gibi, üzerimize gelen bulutlarla oldu.
Önce dümen tuttum. Nicedir paslanmış olan ellerimin altında on parmağımla dümene dokunup, önce her zaman olduğu gibi kendisine yeke muamelesi yaptım ve sonra "haaaa bu dümendi dimi" diye toparlandım. Cihazlar zaten gidilecek yeri gösterdiğinden, hava da hiiiç kımıldamadığı için bacaklarım izin verdiği müddetçe dümeni elimden bırakmadım. Bu defa egom daha zayıf, haz alma miktarım daha yüksekti. Dalgalarla mücadele noktasında bıraktığım dümen, bugün uzlaşmacı ve hafif kalmıştı ellerimde. Sevdim doğrusu, hırpalanmamak hoşuma gitti.
Dümenle vedalaştıktan sonra teknenin kıçından bacaklarımı suya sarkıtmak istedim. Kaptan Ateş Bey kardeşim olur dediler. Pantalon paçalarımı sıvadım ve sallandırdım kendimi aşağıya. Önce suyun ferahlığı, ardından Jaws ve benzeri çocukluk korkularım hızlıca bacaklarımı yalayıp geçtiler. Geriye sadece önümde uzanan dümen suyu kaldı. Öylece baktım. Bu köpük köpük güzellik, sadece şehir hatları vapurunda, özellikle de gün batımında Karaköy'den Kadıköy'e gelirken gözüme takılırdı. Ama yelkenlide gözlerim hep önde olurdu. Hiç dümen suyuna bakmamıştım... Şimdi dümen otomatik pilottaydı. Bu yüzden de mükemmel bir karayolu gibi, hiç yılan yapmadan usul usul yatağında akıyordu. Peki hayatı otomatik pilota almak mümkün müydü? Ya da kendi hayatımda dümeni bırakıp, gözümü dümen suyuna dikktiğimde ne görüyordum acaba??
Ey zihin, neyse ki getirdiklerinle seni kovalamamayı da öğrendim!
Kendi hayatımın dümeninden kalkıp, ardımda bıraktığım dümen suyuna baktığımda uzun ve bol kıvrımlı bir yol görüyorum. Aklımın kalbime, kalbimin aklıma yenildiği nice viraj, nice trajik an. Sonunda bibirlerine küstüklerindeyse, içimde hiç yaşam enerjisi bırakmayan bir hal. Gördüğüm bu sadece. Oysa aklın zaferleri değil miydi bizi mutluluğa taşıyacak olanlar? Ne oldu? Olmadı.. Sadece kalp dediğimizde ne oldu? Denize küsen denizci gibi, aşka küsüp, çöle taşındık. Sonuç?
Dümen suyuna bakmak hikayesi devam ederken, bulutlar peşimize düşmüştü. Öyle bir hal oldu ki o koskocaman bulutlar pars gibi ağzını açıp dümen suyunu, dümeni, hatta bizi yutacaktı sanki. İşte gerçekte olan da buydu aslında; pars önce geçmişi, sonra anı ve en son geleceği yutacaktı. Peki ben ne yaptıım? O tam geçmişi yutup, yalanırken, kaçırdım tekneyi hayallerimin denizine. Pars dağıldı, bulutlar yeniden şekillendi... Bunu seyretmek bana on numara iyi geldi:)
Sadece, bacaklarıma değen su, aklımın kıyısında köşesinde kalmış çalı çuprpıyı da temizledi... Gürül gürül, tenime çarpan zerrecikler, içerideki tembel damarlarıma da hayatı anımsattılar. Onlar da kımıldadı sanki. Hayat bulaşıcı mı ne?
Dümen tutmak kadar, dümen suyuna da bakmak lazım. İnsan ancak bu şekilde nasıl bir dümenci olduğunu anlayabiliyor. Bazen hayatı otomatik pilota alıp, ardımızda bıraktığımız zamana alıcı gözüyle bakıp, onu öğütüp devam etmeliyiz. Hazmedilememiş tüm hikayeler hastalık sebebi. Bugün baş ağrısı, yarın damar sancısı, olmadı huysuz bir tümör ve en sonunda tek yön gidiş bileti!
Ateş, teknede yoga yaptır birilerine diyor. Bence yoga değil ama farkındalık çalışması yaptırılabilir. Farkındalık çalışması, meditasyonla cilalanır ve suyun arındırıcı gücüyle gün sona erer. Ne dersiniz sevgili arkadaşlar?

3 yorum:

guguk kuşu dedi ki...

Denize küsmüş denizci:D
Hoşuma gitti bu söz. Farenin dağa küsmesi gibi. Küsmekle olmuyor, gitmekle de....gittiğin yere senle gelen bir sen varken.
Senin denizde geride bıraktığın kıvrımları izlemen gibi. ben de yılanın değiştirdiği kabukları görüyorum. sanıyorsun ki bu son kabuk. oysa soyuluyorsun daima taaaki yüreğin eline gelene kadar.

Fortunata dedi ki...

"..yüreğin eline gelene kadar..." haklısın! Kaç kabuk, kaç farkındalık yolumuzda kimbilir...
Sevgilerimle..

guguk kuşu dedi ki...

sevgin yüreğimde....