25 Haziran 2011 Cumartesi

BİR AŞK VE ÖLÜMSÜZLÜK MASALI YAZMADAN GİTMEYECEĞİZ!


Sana yazmak kendime yazmak gibi bazen... Çok düşünme ne olur. Düşünmek her derdin devası olmuyor biliyoruz. Bu gece konserdeydim. Bilmediğim bir dilde, içine doğmadığım bir kültürün, kalbimin tam ortasına çöreklenen masalını dinlerken bir kez daha doğuya yakın yanımla keyiflendim. BİR KUYRUĞUM OLDUĞUNU VE BUNU HERKESTEN GİZLEDİĞİMİ HAYAL ETTİM DELİ DELİ:))
Bak sana ne diyeceğim iyi dinle...
Bir kere yaşamak veya ölmek meselesini unut. Vedaları ve merhabaları da... Mektup yazmakla olmuyor o işler inan bana. Eğer öylece halledilebilseydi ben çoktaaannnn bir kaç mektup yazıp gitmiştim buralardan. Bunu unut. Bir hayat yaz. İçinde aşk, içinde ölümsüzlük olsun. Yazalım. Bu topraklarda doğmuş olmak bir tesadüf olmadığı gibi, yaşadığımız iyi ve kötü herşeyin kesinlikle anlamı var. Bazen yaralarımızın sarılmasına izin vermemiz lazım... Bırak birileri tam canının yandığı yere dokunsun. Bırakalım o vazgeçilmez sandığımız katı kurallarımız esnesin. Çınar ağaçları örneğini hatırla... Fırtına çınarları köklerinden çekip çıkarttığında otlar sadece eğildiler rüzgara... ve bugün hala çayırdalar...*
Eğilmek zor... Bunu benden iyi kimse bilemez. Önünde eğilmediğim "aşk" üzerimden silindir gibi geçtiğinde elimde sadece yaşanmamış bir hikayenin taşıması zor yükü kaldı... KEŞKE YAŞAYIP YALANI DA, YALANCIYI DA GÖRSEYDİM... Bu gece Şahmaran'ın aşkını dinlerken, tüm göze alınamamış aşklar ve hayatlar için "tüh" dedim en gürültülüsünden. "Tüh be!"
Elde ne var peki? Kaç gün süreceği belirsiz bir ömür. Belki on ay, belki kırk yıl? Uyan, uyanalım ve hakkını verelim. Evini, yurdunu, düzenini, bildiğin her şeyi ve hatta gerekirse derini bile değiştirerek yaşamalısın kalan zamanı. Kartalı hatırla... İşte şimdi gaganı kayalara vuruyorsun.... Kanıyor elbet. Elbet yalnızsın yukarılarda... Kim değil ki?
Geçecek. Bu derin acı, bu hiç bitmeyecek sandığımız lanet de geçecek. Cesaret korkusuzluk demek değildir. Korkunun üzerine gitmektir, biliyorsun. Aptallar korkmaz. Korkmalısın. Sadece korkuya teslim olmamalısın.
Bana olan duygularını, konforu ve huzurlu mutsuzluğuyla takas edemeyen adamı anlatmıştım sana. Korkusu aşkına galip gelmişti... O baharın soluğu hala üzerimde biliyorsun. Yaralar geçti.. İz bile kalmadı. Ama gölgeler duruyor. Bazen aynaya bakarken yüzümü yalayıp geçiyor acının geri döneceği korkusu. Sonra sakinleşip, güne bırakıyorum kendimi... Derin acı, ölü dalga gibi canım, bitti sandığında yanılırsın... En huzurlu anında, en güvenli havada yakalar seni. Yapılması gereken bu endişeyle seyri berbat etmek değil, can yeleği giymek. Tutunmak. Bu gemide beraberiz. Daha keşfedilecek aşklar ve masallar var... Yemin ederim ki var.
Bugün Eda Lisa ile onun yeni çalışma masası hakkında konuşup çizimler yaparken ve kağıda ailelerimizin isimlerini yazarken Eda dedi ki: "işte bu bir aile defteri"
Baksana ya, beş yaşındaki bir prensesin ailesinden biriyim ben. Sırf bu bile ardımda veda mektubu bırakma hakkını alır benden, isteğim kalmaz gitmeye. Gidemem...
Düşün, seni buraya bağlayan hayallerini, seni kalbinin tamamıyla sevenleri düşün... Bugüne kadar bizi yalnızlaştıran ne varsa soyun. Ölüme çıplak gideceğiz zaten, korkma:)
Sana Şahmaran'ın, "insanın yılana ihanetinin masalını" yollayacağım. Tanrı bizi kendimize ihanetten korusun! Gerisi yalan. Yalan ki ne yalan!
Zor yok, zorlaştıran zihinlerimiz var. İlacımız bazen hiç ummadığımız birinin ellerinde... Bütün dikkatini önüne ver. Çek gözlerini dikiz aynasından. Gevşet ellerini, kasma artık omuzlarını... Çeneni ve dişlerini sıkma. Bak, şu dakika hayat güzel.
Beni düşün. Bu şehirde kalabalığın, ailemin, arkadaşlarımın ve onlarca meleğin ortasında sence ne hissediyorum? Evet senin kadar hasta değilim belki, ama inan en az o kadar dengesiz ve güçsüzüm. Umut dersen, her gün çok yüksek değil içimde... Barometrem kah fırtına, kah güneş diyor...
Bana veda mektubu yazma, hayallerini yaz olur mu? Ben hayatımda kimseye veda edemedim. Etmem. Hele ki sana... Kimbilir daha kaç hayat beraber olacağız... Yaz, ölümsüzlük ve aşk üzerine yaz. Hastalıkla yaşamayı öğrenirken, canının acısıyla kıvranırken içini temizlemekten vazgeçme. Aşk ve ölüm biz beklediğimizde değil, umudu kestiğimizde gelirler. Sen temizliğe başla, niyetinde ölümsüz bir aşk olsun. Efsanelere inan Süper Prenses. Bugün efsane dediğimiz yüzbinlerce hikaye, dün gerçekti. Bunu sakın unutma.
Sana Belkıya'nın pişmanlığını anlatacağım yakında... Şu hayatın tüm anlamını silip süpüren tek şey "keşkeler"... geride kalan keşkeleri bırakalım. Önümüzde başka keşke olmasın yeter.
Bu gece yağmur vardı İstanbul'da. Konser boyunca yüzüm, saçım hep ıslaktı. Bir an düşündüm, ya bacaklarım bir yılana dönseydi? O zaman inanır mıydı insanlar Şahmaran'a? İnanmasınlar boşver. Ben inanıyorum... Geçmişin tüm masallarına ve efsanelerine inanmasaydım, sana inanmadığım şeyler için ümit vermezdim.
Sana Belkıya'nın şarkısını yolluyorum:

http://www.youtube.com/watch?v=g1MQ0HkFFH8

Ağlattı beni biliyor musun? Henüz doğmamış peygamberini arayan bir adam Belkıya. Bir mezar başında karşılaştığı adam ona kendi hikayesini anlatmayı teklif ettiğinde, daha acı bir hikaye olabilir mi diye tereddüt ediyor... Ama vardı işte... Acı hep vardı ve olacak. Hayat ve aşk ve hatta ölümsüzlük de bütün bu acılara rağmen varlığını sürdürecek. Kadının biri yağmurun altında Belkıya için ağlayıp, acaba kuyruğum nerede diye düşünürken, bir başka kadın tıpkı bir yılan gibi boğacak sevdiğini... Ve dünya dönmeye devam edecek canım..

İyi geceler...



Osho açmadıysa bakınız C. Darwin Türlerin Kökeni, "... uyum sağlayan kalır, güçlü olan değil..."

Hiç yorum yok: