24 Kasım 2009 Salı

VELİ.....

Bodrum hakkında yazmayalı çok olmuş... Hatta içim acıdı geçen C.tesi günü Bodrumlular buluşmasına katılamadığım için. Keşke koşulları zorlasaydım da gitseydim... Gerçi gitsem ne olacaktı ki? Biz, o zamanların soluk resimleri arasında mızmızlanmaktan gayrı bir şey yapıyor değiliz ki... Yapamayız da, çünkü o ruh yok bizde. Öykündüğümüz şeyler var ama sadece o kadarız. Çok güzel bir yemek yemiş ama tarifini almadan sofradan kalmış misafirler gibidir Bodrumlu çocuklar. Nerede ne yersek yiyelim aklımızda hep o ilk lezzet vardır. Daha iyisi, daha güzeli de sunulsa ruhumuz tatmin olmaz... Olamaz... Bu bir şans mıdır yoksa lanet mi bilemiyorum. Ama hiç bir koku bilmiyorum ki Bodrum'dan daha güzel, daha içime dokunan.
Nasıl mı kokar Bodrum? Şöyle:
Misss gibi mandalin kokar. ( Renin Teyze beni "mandalin kokulu kızım" diye sevmişti de geçen yıl, ağlama krizi geçirmiştim... Yani o kadar önemlidir mandalin ) Mevsiminde o kadar çok mandalin yenir ki, insanın sağ elinin işaret parmağı ile başbarmağı turuncuya döner. Günde iki kilo mandalin yediğim zamanları bilirim. Çünkü doyamazsınız. O mandalinler sadece C vitamini içermez. Garip bir büyüsü vardır. Tıpkı anemonlar ve nergisler gibi. Nergis en güzel orada kokar. Anemon en çıldırtıcı renklerine orada kavuşur. Adaçayı en güzel Aleko'nun Kahvesinde içilir....
Deniz kokar Bodrum. Kış aylarında bile ışıl ışıldır su, atlamak istersiniz. Kış güneşi aklını başından alır insanın. Kazakla, çizmeyle yayılırsınız Raşit'in Kahvesi'ne, ( gerçi şimdilerde adı Bodrum Cafe ya neyse... ) anılar kokar. Gözlerinizi kapatır, otuz yıl önceye gidersiniz.... Masaların arasından topladığınız MEYSU kapaklarıyla oynadığınız oyunların, Körfez Restaurant'dan aldığınız ekmek içiyle beslediğiniz balıkların ve yengeçlerin yüzünüze üflediği derin, mavi suların kokusu dolar ciğerlerinize. Yaşlar süzülür yanaklarınızdan... Tam Fahri Kaptan'ın dükkanının önündeki masada öğleden sonra güneşinde sohbet eden baba dostlarının ruhları tek tek geçer yanınızdan... Aralarından birine sarılabilmek için neler vermezdim diye sızlanır, dudaklarınızı kanatana kadar ısırırsınız....
Çökelek, keçi peyniri, zeytin ve balık kokusu sinmiştir mutfaklara... Sokaklara...
No 7 Orhan, Kirli Memet, İbrahim Şakar, Huke, Çiçek, Deli İbram, Kirli Memet, Ahtapotçu Eşref, Hasan Fidan, Ali Karabak, Metin Akman, Parmaksız Coşkun, Zarife Anneanne, Dr. Alim Ekinci, Perizat öğretmen, Alp Arkök, Fatma Teyze, Ali Efe, Kayhan Amca, Burhan Uygur, Mehmet Sönmez, Mustafa Yeşilova, Dursun Mutlu (Süngerci), Gazeteci Yılmaz, Çakır Ali, İlhan Berk, Adnan Oğuzman, Semih Yazıcıoğlu ve niceleri yoktur artık... Ve hatta Veli Amca...
Ali Güven, Kral, Süleyman Kocaoğlan ( dedem ), Pozan Amca, Ali Sur, Fahri Kaptanın değerli eşi, Turan Teyze, Babür Amca, Birol Kutadgu, İbo, Kara Ayşe, Renin Teyze, Sabiha Ebe gibi bir elin parmağı kadardır kalanlar... Ne acı...
İki gün önce Veli Amca ölmüş. Dün öğrendim. Veli Bar çok değerlidir benim için. Benim yaşımdaki tüm Bodrumlu çocuklar için önemlidir. Orası adı bar ama bardan ziyade "lokal pub"* olma özelliği taşıyan bambaşka bir yerdir. Birileri rakısını, birileri kahvesini içer orada. Hepimizin anne ve babalarının buluşma noktasıdır. Noktasıydı.. İçerledi demeliyim aslında.... Dilim varmıyor... Ne oyunlar oynamışızdır bahçesinde. Burhan Amca'nın** pek çok bodrum tablosunda görürsünüz Veli Bar'ı... Rahmetli çok severdi orayı... O kadar da yakışırdı ki incecik silüetiyle... Babamla ikisi acayip tezattılar görüntüler aleminde. Ama babamdan sonra uzun yaşamadı Burhan Amca, çabucak buluştu ruhları yeniden... Ne yazık ki aynı şeyi ben ve Tuna başaramadık... Diyorum ya biz sadece öykündük....
Sıra bize geliyor. Ruhu hala çocukken yaşadığı lezzeti arayan ve bu sebeple yaşadığı hayattan tatmin olamayan, aklını hatıralar denizinde yitirmiş olan bizlere... Çok değil, on, bilemedin onbeş yıl sonra birbirimizin ölüm haberlerini almaya başlayacağız. Zaten şimdiden başlanmadı mı boşanmalar, hastalıklar....
Çok üzülüyorum. Keşke bir gün için bile olsa "eski Bodrum'da", "benim Bodrum'umda" dolaşabilseydim... Payam'la, Müge'yle güzel güzel giyinip limana inseydik. Emine ve Yunus Arşipel'in önünde Mehmet Deniz'le oturuyor olsalardı... Sonra Sonat gelseydi... Han'a yürüyüp Süha'yı görseydik...
Bugün çok üzgünüm. İçimdeki Bodrum defterinin son sayfalarına yazıyor olmaktan dolayı canım yanıyor... Artık bana ait olmayan bir parçamın uzaklarda bir yerlerde yabancı kollarda can çekişiyor olmasına katlanamıyorum... O mandalinleri kesip, villalar inşa eden zengin insanlardan, onların yetiştirdiği ruhsuz, her şeyi satın alabileceğini zanneden şımarık çocuklarından neredeyse nefret ediyorum. Birbirini zerre kadar sevmeden sevişen, içi pislenmiş insanlara peşkeş çekilen o canım kasabamı bu hale getiren herkesten nefret ediyorum.
Anılarımızı kirletiyorlar. Gidilecek bir köyümüz kalmadı bizim... Sürgündeki tüm arkadaşlarıma başsağlığı diliyorum... Özellikle Ağıt kardeşimize... Allah sabırlar versin...

*gerçekten pub; bildiğiniz, insanların iş çıkışı ya da gün ortası uğrayıp eşini dostunu görüp iki lokma yiyip içip güzel müzik dinlediği yer. Yerdi...
** Burhan Uygur

Hiç yorum yok: