İlk şey ve bu, anlaşılması gereken çok temel bir şeydir; “Sık sık kendi acılarımızı yarattığımızı hissederiz,” dediğinde aslında durum böyle değildir. Sen asla kendi acılarının yaratıcısı olduğunu hissetmezsin. Öyle düşünebilirsin, çünkü sana öyle öğretilmiştir; çünkü yüzyıllardır öğretmenler sana kendi acılarını yaratanın sizler olduğunu, başka hiç kimsenin sorumlu olmadığını öğretmektedir. Bu şeyleri duymuş, bu şeyleri okumuşsundur. Bunlar senin kanın ve kemiğin olmuştur, senin bilinçsiz koşullanman haline gelmiştir, bu yüzden bazen papağan gibi tekrarlarsın: “Biz kendi acılarımızı yaratırız…” Ama böyle hissetmezsin, bu senin fark edişin değildir; çünkü bunu fark edersen, o zaman diğer şey mümkün değildir. O zaman, “Buna rağmen neden yaratmaya devam ediyoruz?” diyemezsin. Eğer gerçekten hissediyorsan ve kendi acını senin yarattığın duygusu gerçekten sana aitse, her an durabilirsin… Onu yaratmak istemiyorsan, ondan zevk almıyorsan, mazoşist değilsen durabilirsin. O zaman her şey yolundadır, o zaman mesele yoktur. “Ben acımdan zevk alıyorum,” diyorsan tamam; yaratmaya devam edebilirsin. Ama “Ben acı çekiyorum ve onun ötesine geçmek istiyorum. Tamamen durmak istiyorum… Ve onu yaratanın ben olduğumu biliyorum.” diyorsan, o zaman yanılıyorsun. Anlamıyorsun.
Sokrates’in, bilginin erdem olduğunu söylediği anlatılır. Ve Sokrates’in haklı olup olmadığı iki bin senedir tartışılmaktadır… Bilginin erdem olup olmadığı konusunda. Sokrates der ki, bir kez bir şeyi öğrenince ona karşı hareket edemezsin. Öfkenin, acının kaynağı olduğunu biliyorsan, öfkelenemezsin. Sokrates’in kastettiği budur… Bilgi erdemdir. “Öfkenin kötü olduğunu biliyorum; yine de öfke içinde hareket ediyorum. Şimdi bu konuda ne yapmalıyım?” diyemezsin. Sokrates ilk şeyin yanlış olduğunu söyler. Sen öfkenin kötü olduğunu bilmiyorsun; işte bu yüzden öfke içinde hareket etmeye devam ediyorsun. Biliyorsan, öfke içinde hareket edemezsin. Kendi bilgine karşı nasıl hareket edebilirsin? Elimi ateşe soksam acı vereceğini biliyorum. Biliyorsam, elimi ateşe sokmam. Ama başka biri bana söylediyse, geleneklerden duyduysam, ateşin yaktığını yazmalardan okuduysam ve ateşi bilmiyorsam ve benzer bir deneyim yaşamamışsam, ancak o zaman elimi ateşe sokabilirim… Ve bu da yalnızca bir kez olur. Kavrayabiliyor musun? Elini ateşe sokup yandıktan sonra, acı çektikten sonra, yine gidip, “Ateşin yaktığını biliyorum, ama buna rağmen elimi ateşe sokuyorum. Bu konuda ne yapabilirim?” diye soruyor musun? Bildiğine kim inanır? Ve bu ne tür bir bilgidir? Eğer kendi acı ve yanma deneyimin seni durduramıyorsa, seni hiçbir şey durduramaz. Artık olasılık yoktur, çünkü son olasılık kaçırılmıştır. Ama kimse bunu kaçıramaz; bu imkânsızdır. Sokrates haklıdır ve bilen herkes de Sokrates’e katılır…
Bu anlaşmanın içinde çok derin bir nokta vardır. Bir kez öğrenince… Ama hatırla… Bilgi sana ait olmalıdır. Ödünç alınmış bilgi işe yaramaz; ödünç alınmış bilgi faydasızdır. Senin kendi deneyimin olmadığı sürece, seni değiştirmeyecektir. Başkalarının deneyimlerinin faydası yoktur. Kendi acını kendinin yarattığını duymuşsun, ama bu yalnızca zihindedir. Benliğine girememiştir, senin kendi bilgin değildir. Bu yüzden tartışırken beyninle tartışabilirsin, ama asıl olgu gerçekleştiğinde unutursun ve bildiğin şekilde davranırsın, başkalarının bildiği şekilde değil. Rahat, serin, kendine hâkim, sessiz bir şekilde öfkeyi tartışırken, onun bir zehir olduğunu, bir hastalık, şer olduğunu söyleyebilirsin. Ama biri seni öfkelendirdiğinde eksiksiz bir değişim gerçekleşir. Artık bu, düşünsel bir tartışma değildir, artık işin içinde sen varsın. Ve sen işe karıştığın an öfkelenirsin. Daha sonra, geriye dönüp baktığında, yine serinkanlılığını kazandığında, an gelir, zihnin yine işlemeye başlar ve şöyle dersin: “Bu yanlıştı. Bunu yapmam iyi olmadı. Öfkenin yanlış olduğunu biliyorum.” Bu ‘ben’ kim?… Yalnızca zekâ, yalnızca yüzeysel zihin. Sen bilmiyorsun… Çünkü biri seni öfkelendirdiği zaman bu zihni fırlatıp atıyorsun. Tartışma söz konusu olduğunda faydalı, ama gerçek bir durum doğduğunda yalnızca gerçek bilginin faydası olur. Bu durum söz konusu olmadığında devam edebilirsin. Bir tartışmada bile gerçek bir durum doğabilir. Karşındaki sana öyle çok karşı çıkar ki öfkelenirsin ve sonra unutursun. Gerçek bilgi, senin başına gelen demektir. Duymamışsın, okumamışsın, bilgi toplamamış- sındır… Bu kendi deneyimindir. Ve o zaman soru olmaz, çünkü bundan sonra ona karşı davranamazsın. Ona karşı davranmamak için çaba göstereceğinden değil; yalnızca yapamazsın.
Sokrates’in, bilginin erdem olduğunu söylediği anlatılır. Ve Sokrates’in haklı olup olmadığı iki bin senedir tartışılmaktadır… Bilginin erdem olup olmadığı konusunda. Sokrates der ki, bir kez bir şeyi öğrenince ona karşı hareket edemezsin. Öfkenin, acının kaynağı olduğunu biliyorsan, öfkelenemezsin. Sokrates’in kastettiği budur… Bilgi erdemdir. “Öfkenin kötü olduğunu biliyorum; yine de öfke içinde hareket ediyorum. Şimdi bu konuda ne yapmalıyım?” diyemezsin. Sokrates ilk şeyin yanlış olduğunu söyler. Sen öfkenin kötü olduğunu bilmiyorsun; işte bu yüzden öfke içinde hareket etmeye devam ediyorsun. Biliyorsan, öfke içinde hareket edemezsin. Kendi bilgine karşı nasıl hareket edebilirsin? Elimi ateşe soksam acı vereceğini biliyorum. Biliyorsam, elimi ateşe sokmam. Ama başka biri bana söylediyse, geleneklerden duyduysam, ateşin yaktığını yazmalardan okuduysam ve ateşi bilmiyorsam ve benzer bir deneyim yaşamamışsam, ancak o zaman elimi ateşe sokabilirim… Ve bu da yalnızca bir kez olur. Kavrayabiliyor musun? Elini ateşe sokup yandıktan sonra, acı çektikten sonra, yine gidip, “Ateşin yaktığını biliyorum, ama buna rağmen elimi ateşe sokuyorum. Bu konuda ne yapabilirim?” diye soruyor musun? Bildiğine kim inanır? Ve bu ne tür bir bilgidir? Eğer kendi acı ve yanma deneyimin seni durduramıyorsa, seni hiçbir şey durduramaz. Artık olasılık yoktur, çünkü son olasılık kaçırılmıştır. Ama kimse bunu kaçıramaz; bu imkânsızdır. Sokrates haklıdır ve bilen herkes de Sokrates’e katılır…
Bu anlaşmanın içinde çok derin bir nokta vardır. Bir kez öğrenince… Ama hatırla… Bilgi sana ait olmalıdır. Ödünç alınmış bilgi işe yaramaz; ödünç alınmış bilgi faydasızdır. Senin kendi deneyimin olmadığı sürece, seni değiştirmeyecektir. Başkalarının deneyimlerinin faydası yoktur. Kendi acını kendinin yarattığını duymuşsun, ama bu yalnızca zihindedir. Benliğine girememiştir, senin kendi bilgin değildir. Bu yüzden tartışırken beyninle tartışabilirsin, ama asıl olgu gerçekleştiğinde unutursun ve bildiğin şekilde davranırsın, başkalarının bildiği şekilde değil. Rahat, serin, kendine hâkim, sessiz bir şekilde öfkeyi tartışırken, onun bir zehir olduğunu, bir hastalık, şer olduğunu söyleyebilirsin. Ama biri seni öfkelendirdiğinde eksiksiz bir değişim gerçekleşir. Artık bu, düşünsel bir tartışma değildir, artık işin içinde sen varsın. Ve sen işe karıştığın an öfkelenirsin. Daha sonra, geriye dönüp baktığında, yine serinkanlılığını kazandığında, an gelir, zihnin yine işlemeye başlar ve şöyle dersin: “Bu yanlıştı. Bunu yapmam iyi olmadı. Öfkenin yanlış olduğunu biliyorum.” Bu ‘ben’ kim?… Yalnızca zekâ, yalnızca yüzeysel zihin. Sen bilmiyorsun… Çünkü biri seni öfkelendirdiği zaman bu zihni fırlatıp atıyorsun. Tartışma söz konusu olduğunda faydalı, ama gerçek bir durum doğduğunda yalnızca gerçek bilginin faydası olur. Bu durum söz konusu olmadığında devam edebilirsin. Bir tartışmada bile gerçek bir durum doğabilir. Karşındaki sana öyle çok karşı çıkar ki öfkelenirsin ve sonra unutursun. Gerçek bilgi, senin başına gelen demektir. Duymamışsın, okumamışsın, bilgi toplamamış- sındır… Bu kendi deneyimindir. Ve o zaman soru olmaz, çünkü bundan sonra ona karşı davranamazsın. Ona karşı davranmamak için çaba göstereceğinden değil; yalnızca yapamazsın.
Nasıl yapabilirim ki? Bunun bir duvar olduğunu biliyorsam ve bu odadan çıkmak istiyorsam, nasıl duvardan geçmeye çalışırım? Bunun bir duvar olduğunu biliyorum, o zaman kapıyı açarım. Yalnızca kör bir adam duvardan geçmeye çalışır. Benim gözlerim var. Bir duvarın ne olduğunu, bir kapının ne olduğunu biliyorum. Ama ben duvara girmeye çalışırsam ve sana, “Kapının nerede olduğunu çok iyi biliyorum ve bunun bir duvar olduğunu biliyorum, ama buna rağmen kendimi bu duvara girmeye çalışmaktan nasıl alıkoyabilirim?” desem, o zaman bu, beni ilgilendirdiği kadarıyla kapının sahte göründüğü anlamına gelir. Bunun kapı olduğunu başkaları söylemiştir, ama beni ilgilendirdiği kadarıyla bu kapı sahtedir. Ve bunun bir duvar olduğunu bana başkaları söylemiştir, ama benim görebildiğim kadarıyla ben bu duvarda kapı görüyorum ve işte bu yüzden deniyorum. Bu durumda, neyi bildiğin ile ilgili olarak neleri topladığın arasında net bir ayırım yapman gerekir.
Bilgiye güvenme. En büyük kaynaktan da gelse, en büyük kaynaktan da edinsen, bilgi bilgidir. Bir usta sana söylemiş olsa bile sana ait değildir ve sana hiçbir şekilde faydası olmayacaktır. Ama sen bunun, senin bilgin olduğunu düşünmeye devam edebilirsin ve bu yanlış anlama yüzünden enerji, zaman ve ömür harcarsın. Temel şey, acının yaratılmaması için ne yapacağını sormak değildir. Temel şey, acını senin yarattığını bilmektedir. Bir sonraki sefer, gerçek bir durum doğduğunda ve sen acı çektiğinde, bunun sebebinin sen olup olmadığını bulmayı hatırla. Ve eğer sebebin sen olduğunu öğrenirsen, acı kaybolacaktır ve aynı acı bir daha ortaya çıkmayacaktır… İmkânsızdır. Ama kendini kandırma. Kandırabilirsin…
Bu yüzden söylüyorum. Acı çekerken şöyle diyebilirsin: “Evet, bu acıyı benim yarattığımı biliyorum.” Ama derinlerde başka birinin yarattığını bilirsin. Karın yaratmıştır, kocan yaratmıştır, başka biri yaratmıştır ve sen hiçbir şey yapamadığın için yalnızca bir tesellidir bu. Kendini teselli edersin: “Kimse yaratmadı; ben, kendim yarattım ve yavaş yavaş bırakacağım.” Ama bilgi anlık dönüşümdür; ‘yavaş yavaş’ diye bir şey yoktur. Onu senin yarattığını bili- yorsan, hemen bırakırsın. Ve bir daha ortaya çıkmaz. Bir daha ortaya çıkarsa bu, anlayışın derine gitmediği anlamına gelir. Bu yüzden ne yapacağını, nasıl duracağını öğrenmeye gerek yoktur. Tek gereken derine gitmek ve asıl sebebin kim olduğunu bulmaktır. Sebep başkalarıysa, o zaman durdurulamaz, çünkü sen tüm dünyayı değiştiremezsin. Sebep sensen, ancak o zaman durdurulabilir. İşte bu yüzden insanlığı acısızlığa yalnızca dinin götürebileceği konusunda ısrar ediyorum. Başka hiçbir şey yapamaz bunu, çünkü başka herkes acının başkaları tarafından yaratıldığına inanır; yalnızca din, sebebin sen olduğunu söyler. Böylece din seni kendi yazgının efendisi kılar. Acının sebebi sensin, dolayısıyla mutluluğun sebebi de sen olabilirsin.
Sırlar Kitabı ,Kendini Anlamanın Anahtarı