3 Haziran 2009 Çarşamba

ÇİLE ODASI II, Öğleden Sonra Sızlanmaları.


"Yaşamak neden böyle içler acısı, neden bir uçurumun yanıbaşından geçen daracık bir yol gibi"
Virginia Woolf


Son okuduğum kitap* Alaaddin Keykubad'ın, zindanda geçirdiği yıllardan sonra, içini yakıp kavuran fetih arzusundan Bahaeddin Veled tarafından kurtarılışını ve barışçıl biri olmaya dönüştürülüşünü anlatılıyor. Gerçekten etkilendim. Güç kontrolü ve ölümlü olmayı kabulleniş inanılmaz bir sıçrama. Fakat zindanları, çile odalarını, bedenimizi bize hapishane yapan deneyimleri yok sayarak kaldığımız yerden yanılmaya devam etmek çok daha kolay... Sapılması gayet mümkün bir yol.

Külkedisi'nin dediği gibi; "son dakikada öfkeli ölmemeli insan". Yaşanmayan zamanlara, yanlış olduğunu görüp, kendi kendine türlü mazeretler uydurarak değiştiremediği planlara yenilmenin kıskacında kıvranmamalı. Son nefes mutlaka huzurla gelmeli... Kimilerine göre bir meleğin, kimilerine göre tanımsız bir halüsinasyonun elini tutup bilinmeyen bir yere çekilirken teslim olmalı insan. Ama nasıl? Ve daha da önemlisi oraya kadar varmadan yaşarken teslimiyet mümkün müdür?

Akışa bırakmak çok zor. Mütemadiyen tüm dinler ve bittabii öğretiler tarafından yüzyıllardır tavsiye ediliyorsa da teslim olup, sadece ve sadace izlemek diyet yapmaktan, çikolata paketine karşı güç sergilemekten, vaktiyle ciğerinizi sökmüş eski bir sevgilinin kapısından uzak durmaya çalışmaktan, kokuşmuş egolarına kurban hayatlarında size bulaşmış birilerinden paçayı kurtarmaktan ve hatta sel ve depreme karşı önlem almaktan bile daha zor... Zor işte! Yine de imkansız değil. Birileri başarmışsa ve diğer tarafa sıçramışlarsa umut var demektir.

Teslim olmak çok zor. Teslimiyet dikkat ederseniz neredeyse sadece çocukların becerebildiği bir şey. Hani şu hep verdiğim örnekte olduğu gibi: Annenizin sizi tutup tutamayacağını düşünmeden atlarsınız kucağına. Ne mesafe ne de yükseklik hiç önemli olmaz. Yüzde yüz bilirsiniz sizi tutacağını. Sonra o his kirlenir. Birileri sizin içinizi, siz de birilerininkini itina ile kirletirsiniz... Yeniden en saf ve temiz olanı özlemek ve talep etmek pek çok deneyimden sonra mümkün olur. Bir bu kadarını daha göğüslemenin tek yolunun teslimiyet olduğunu nihayetinde kaz kafanız anlar.

Çile odaları, kaz kafalıların hayatlarında olmazsa olmaz mekanlardır. Bize o mekanları sağlayanlar da dostlarımız değil, sınırlarımızı zorlayan, sevimsiz ve hatta kötü kalpli birilerinin suretine bürünmüş meleklerdir! İyilik de tıpkı kötülük gibi binbir maskeyle gelir. Yaşlıların dediği ne kadar doğru: "Her şerde bir hayır, her hayırda bir şer vardır..."

Sanırım yaşlanıyorum. Kocaman bir hayatın inatlaşarak geçmeyeceğini idrak etmenin komasındayım. Teslim olma denemeleri yapıyorum. İçimdeki kötü ruh, - yanlış duymadınız kötü ruh dedim:)) ve emin olun hepinizin içinde bir miktar mevcut - bedenime zarar veriyor. Kafamı zonklatıyor. "Bu işe fazla kaptırırsan seni hasta eder, yataklara düşürürüm" diyor. Ben, dışarı çıkmak için çırpınırken kapıları "donk!" diye suratıma çarparak omuzlarımın kasılmasına neden oluyor! Yine de, anahtarı cebimde olan bu çile odasını terk etmiyorum. Çünkü her kuyruğum sıkıştığında kendimi terk edemeyeceğimi anladım! Beğenmediğim, o yere göğe koyamadığım değerlerimden uzak kalan her durumda, şımarık bir velet gibi zırlayarak kaçarsam ancak anı kurtarabileceğimi, oysa bu davranışla gerçek kurtuluştan hep bir adım geriye düştüğümü de anladım... Yani, süzme salak değilim besbelli. Umut var.

Sonuçlandırmaktan kaçındığımız her ilişki, her olay ya da her ne halt ise o, daima bizi takip ediyor. Gölge gibi! Nasıl insan gölgesinden kaçamazsa, ya da tam tersi gölgesini yakalayamazsa, benim de bu kafayla bir yere varamayacağım anlaşıldı! Durmam lazım. Olanı, tam da olduğu gibi kabul etmem lazım. Bunu yapmanın bir yolunu arıyorum. Çünkü ancak ben durusam, gölge duracak. Nazmi Hoca'nın dediği gibi kabuğu çatlatmak lazım. RUHU YÜKSEKLERE ÇIKARTIP "GÜM!" DİYE ASFALTA ÇARPMAK LAZIM. TIPKI CEVİZ YEMEYİ KAFAYA KOYMUŞ BİR KARGANIN BİNLERCE YILLIK İÇGÜDÜLERİNE GÜVENDİĞİ GİBİ, BU RUHUN ÇİLE ODASINDAN SAĞ SALİM ÇIKACAĞINA İNANMAK LAZIM!

Blog okuyucularının çile odası macerama katılmaları zaruri değildir. İsteyenleri önümüzdeki iki gün için azad edebilirim. Bu tuhaf süreçte olan Külkedisi'ne ve Yüksek Lisanslı Perilere olacak!





*Mahperi Hatun. Gerçekten okuduğum en iyi ve en hafif tarihi romanlardan biri.

2 yorum:

Adsız dedi ki...

ayvalıkta cunda da bir akşam eski eşimle dolaşıyorum,bütün balıkçılar tıklım tıklım.ara sokakta bir şarapevi var,müşterisiz..hadi burada iki kadeh bişe içelim dedik,oturduk.sahibi kadın hoş sohbet birisi.laf lafı açınca eşinden ayrılıp,bankalara eşinin borcunu ödemek zorunda kaldığını söyledi.40 yaşından sonra çalışma hayatına atılmış vs vs. günde 2-3 müşterinin anca gelip oturduğu mavi boyalı tahta sandalyelerde kadının bütün hayat hikayesini dinledim.çok duyulmuş bir hikayeydi.ama sonu pek duyulmammıştı.'çile dolduruyoruz işte'yani geçen hergün çile odasında kalan süreden eksilen bir zamandı.ben dünyayyı çile olarak göremem,kimseninde görmesini istemem.

Fortunata dedi ki...

Bence de dünya çile doldurulacak bir yer değil. Ç"ile Odası" yazılarını izlemenizi öneririm. Cunda adasındaki hanımefendi ile durumum/muz arasında bir benzerlik olmadığını açıkca göreceksiniz. Kendini aramak ve olduğu anı sorgulamak bir vazgeçiş değil ki. Sevgiler..