29 Haziran 2009 Pazartesi

İdrak Yolları Tıkanıklığı.

Öncelikle bu bir özür yazısıdır. Neden derseniz ben, Barones'in tavsiyelerini kesinlikle yanlış anlamışım. Mesela ruj olmasa da olurmuş, ayrıca topuklu ayakkabı da şart değilmiş. Bu bilgi beni ne kadar rahatlattı bilemezsiniz. Gerçi C.tesi akşamı rujumu da sürdüm, topuklu takunyalarımı da giydim. Hazır selvi gibi adamı bulmuşken (fazla heyecana gerek yok, Muse idi o adam, ayrıca takunyaları beraber almıştık. Yeri gelmişken kendisi pek zevklidir:)) ve yanımda filiz gibi Barones varken, giymezsem ayıp olurdu. Sonra ne mi oldu? İşe yaradı! Barones'den bir vecize ile anlatırsak: "top kovalamadım ama top ayağıma geldi!"* Vurur muyum? Belli olmaz. Hayat!

Tam, orta yaş krizinde avuç avuç hap yutan, bulduğu kremleri her tarafına boca eden abla sayfaları gibi midir bu blog? Fazla mı kaçıyor bazen samimiyetin dozu? Okuma o zaman. Zaten herkes okusun diye değil ki; üç beş eş dost ve sonradan tanışılan tanışıldıkça sevilen bir kaç muhteremedir yazılanlar. Geçerken uğrayanlar için üzgünüm:)) Bahtsızlık işte! Ayrıca koskocaman gazeteci A.A soyunmuş, ben iffetsiz yazılar yazsam çok mu? Peh!
Neyse, hadi hapları geçelim, asla kremsiz yaşayamam. Çünkü derim kalitesiz. Güneşe dayanamıyorum!
Gelelim sadete; orta yaşımın şuurunda ve açılan idrak yollarımın neşesindeyim bu gece. Nicedir, kadın gibi davranma ve cinsiyetine sahip çıkma konusunda tıkanmıştı idrak yollarım. iltihaplıydı. Olmadık hikayeler yüzünden, akıl oyunlarının ardına saklanmıştı cinsiyetim. Bunu nasıl mı anladım. Garip bir rüya beni kendime getirdi diyelim. Ya da daha gerçekçi bir yaklaşımla, köyüme gittiğimde alkolden yerlerde sürünen, gerçek bir kaybeden beni dağ gibi, taş gibi karşısında görünce, hırsına yenilip, eski kocamın kendinden onbeş yaş büyük bir kadınla aşk yaşadığını söyleyince, bu bilgi idrak yollarımda antibiyotik etkisi yaptı.** Zaman laf anlamıyordu. Ama laf anlatıyordu... Dinleyene!

Bir iki haftaya kadar otuzaltı oluyorum. İzninizle azıcık iffetsiz olmak, hiç değilse iffetsiz yazmak istiyorum. Pek sevgili dostum Barones'in dediği gibi: "yıllarca iffetli yaşadık ama bi madalya ya da en azından bravo gelmedi". Şimdi yüksek müsadelerinizle azıcık kuralı bozalım. İffetsiz yazmaya hürriyet! İdrak yolları tıkanıklığına son! Ayağa gelen topa vurmaya evet!

Fazla bir beklentim yok hayattan. Bugüne dek sadece iki adamı gerçekten istedim. Ama vermedi Allah. Biri Vincent, diğeri E.T. idi. Hala da umutla beklerim. Bazen yol kenarında dururken logar kapaklarına dalar gider gözlerim ve bazen de yıldızların fazlasıyla parladığı gecelerde, beni bu Galaksi'den çekip kurtaracak, yüreği sevgi dolu bir uzaylıyı hayal ederim. Takdir edersiniz ki, zeka ve zihinsel gelişim her zaman yaşa başa eşlik etmiyor! Bende buyum işte: iflah olmaz bir hayalperest!
Bazıları için hayat enerjisi, kimileri için kocaman bir hayal kırıklığıyım...Daha güzel örneklerle açıklarsak; Mici için Manga'nın şarkısnı bilen harika bir oyun arkadaşı, Kibritçi Kız için yere düşen burnunu almaya aciz, hala bir bebek bile yapamamış hovardanın tekiyim!
Barones bana Venedik Bienali'nden dönerken bir hediye getirmiş. Çok güzel bir fırın saati. Üzerinde şirin mi şirin bir kurbağacık var. Kendisini başucuma koydum. Adı Anton***. Aklıma geldikçe, sanki canlıymış gibi ona doğru bakıp gülümsüyorum. Hatta öpüyorum! Böylece bir sabah uyandığımda "günaydın" demese bile vraklamasını umut ediyorum. Umut fakirin ekmeği:))



* Top kovalamam ama ayağıma gelirse vururum demişti kendisi, çello çalan nurileri görünce.
** Zerre kadar kıskanmadığımı, lakin evlenirken de boşanırken de kendisine pek bir aşık olmadığımı bloga tesadüfen gelen ya da düğüne katılamamış olan arkadaşlar için özellikle belirtmek isterim.
*** Kurbağaya Anton adını verdiğimde henüz ayağıma gelen top falan yoktu. Özellikle belirtmek isterim. Yaşasın Barones!!!

4 yorum:

No More Virgilius dedi ki...

heyecanla "iffetsiz" bir şeyler okumayı bekledim yazının sonuna dek :-) Heyhat, sadece keyifli ve doğal bir anlatımdı gözlerimin takip ettiği.
Bir de şunu ekleyeyim: Blogun yavaş yavaş "organik" bir hal alıyor Fortunata...

Not: 'İffet' kelimesini duymayalı, okumayalı, teleffuz etmeyeli çok uzun zaman olmuş... (iffetsiz olduğum sonucu çıkarılmasın)

Fortunata dedi ki...

Pek Sevgili Virgilius, uzun zamandır blogumda gezen en değerli okuyuculardan biri oldugun malum. Bu durumda "organik"le tam olarak ne anlatmak istedin bilmek isterim doğrusu.
Ayrıca "iffet" kelimesi nedense beni hep güldürmüştür. Oysa ne kadar ehemmiyetlidir her şeyi gayet şahane algılayan ve yorumlayan toplumumuzda!
Unutmadan sen bir yazının sonuna kadar iffetsizlik beklemişsin ne var bunda? Ben otuzbeş yıldır bekliyorum!!!
Bence başarabiliriz:)))Üstelik senin iffetsiz oldugunu hiç bir zaman düşünmedim. Aksine,hele son yazdığın yazıdan sonra binlercesinden çok daha iffetli olduğuna şüphem yok. Sevgiler...

No More Virgilius dedi ki...

organikten kastettiğim, blogunun son zamanlarda nefes alıyor... Blog yazmıyorsun, blogun seni yazıyor gibi.
Anlatabildiğimi sanmıyorum, ama kötü bir şey söylemediğime dair seni temin ederim:)

Fortunata dedi ki...

Sevgili Virgilius,
Aslında çok haklısın, kim yazıyor, kim yaşıyor işler iyice karıştı!
Ha gayret diyerek devam etmek dışında bir çare göremiyorum doğrusu:)