29 Mayıs 2009 Cuma

Peki, Sen Daha Bilge Ol Bakalım Farecik.

Sabah dolmuşta oturmuş, sakin sakin dışarıyı seyrederken içimden de "ne acayip yer şu Bağdat Caddesi" diye düşünüyordum. Sanki teyzelere biri bunu fısıldamış gibi, hemen caddeli kadın* davranışlarından bir sahne koydular önüme. Dolmuş durur. Genç bir kız sakince, dolmuşa doğru büyük bir adım atar. Arkalardan yaşlı bir hanım da gayri ihtiyari öne doğru hamle yapar ama aradaki geçkince ve de yüzü nemrutça bir ablamsıteyze yüzünü, sanki dünyaya adalet saçmışcasına gergin bir ifadeye sokarak, iki kaşı birden havada ve gözeriyle "hepinizi ezerim" diyerek onun önünü keser. Sıra onundur ve muhtemelen alışveriş için bir mağazanın açılış saatine yetişmesi şarttır! İkisi de binmezler nihayetinde dolmuşa ve Elvan öylece bakaraktan uzaklaşır...
Elvan kahvesini alır (ki ay sonu gelmiştir ve aslında evde içtiği kahveyle yetinmesi gerekir ama beceremez! Basbayağı bağımlıdır), sakin sakin ofise doğru yürümeye başlar. İyice yavaş yürür ki sabah güneşi saçlarını kurutsun. Böyle ota, çiçeğe gülümseyerek yürürken, dağa küsen fareyi görür. Ona da gülümser ve hatta "günaydın" der. Fare, ürkekçe, küstahça ve de korkakça selamı alır, gözlerini kaçırır. Bu zoraki selam, beş dakika kadar aklına takılır Elvan'ın ama sadece beş dakika. Sonra yogadaki dağ duruşunu hatırlar. Ve düşünür: Eğer hocam haklıysa, ben dağ gibi durabiliyorsam, durabilirsem varsın bir farecik sıçsın üzerime ne olacak ki? Olsa olsa toprağıma gübre olur, tez zamanda da üzerinde bir yaz çiçeği biter.

Bilgelik öyle bir akşamdan bir sabaha olmuyor sevgili farecik. Ego, hop diye üzerimizden çıkartıp kirli sepetine atabileceğimiz bir şey değil. Farzet attık, öyle tek yıkanmada temizlenen bir t-shirt hiç değil. Çok satanlar rafından bütün hayatı özetleyen kapsül tadındaki kitaplardan alarak, acı beden hakkında ahkam keserek, seni yerden yere vuran adamın dizi dibinde oturup, kırılan gururunu başkaları üzerinden onarmaya çalışarak da olmaz... İçindeki güvensiz ve yalnız prensesi bilmesem bu vakur bakışlı cadıya iyice girişirdim ama... Sen bunu çok iyi seziyorsun. Benim biliyor olmama da fena halde bozuluyorsun. Ama bir durup bakabilsen, aslında fareciği ezmek gibi bir niyetim olmadığını, ne benim ne de dünyanın geri kalanının onunla bir derdi olmadığını görürdün. Aslında bütün kalbimle iyi olmasını dilediğimi anlardın. En uzağa kim işer yarışlarından çekileli çok oldu farecik, bak tahtaya benim ismim yok orada:)
Sanırım ben her canlının kalbi ve aklı arasındaki yolu kendiminki kadar kısa zannetmekten artık vazgeçmeliyim... Bilemedim farecik. Bildiğim tek şey henüz bir bilge değilim, daha fazla acımam ve büyümem lazım. İşte bu sebeple soğuk savaşlara, manasız bakışlara enerjim yok. Çabucak toparlan farecik, toparlan ve Elvan'ı geç, hayatın hakkını ver. Verelim.
* Bu bir türdür. Şöyle ki; yürüyüşü, saçı ve makyajı kimselere benzemez. Ama hepsi birbirine benzer!

4 yorum:

La Loba dedi ki...

Bağdat Caddesi'ndeki tiplerin yolda yürümeleri bile enteresan. Sanki bütün evreni yaratan kendileriymiş gibi gözlerini devirerek, kıçları kırıkmışçasına savrularak... Yanlarından geçerken omuzlayasım geliyor çoğu zaman.
Ofisteki farecikler hakkındaki düşüncelerine de katılıyorum kesinlikle.

Fortunata dedi ki...

Teşekkür ederim La Loba, İçim rahatladı. Bazen çok mu kafaya takıyorum diye endişeleniyorum!

Gül dedi ki...

selam tanistigima da tekrar memnun oldum. blogunuz olduguna sevindim, sık sık gözatacagim.. sevgiler,

Fortunata dedi ki...

Hoşgeldin Gül:))