18 Mayıs 2009 Pazartesi

Özlemek..

Yazının yamacında fotoğrafını gördüğünüz kadın benim çeyrek yüzyıllık arkadaşım Danielle. ( Fotoğraf Arjantin'de çekilmiş ). Birlikte mandalin bahçelerinde kaybolduğum, pontonlardan suya yuvarlandığım, deliler gibi dans ettiğim dostum... Hala çok güzel.

Tanışmamıza vesile olan şey nasıl bir aşk hikayesi ise yollarımızı ayıran da bir diğeri olmuştur... Kayboldu. Kaybolduk, kaybettik kendimizi - ve de birbirimizi - zaman içinde...
Danielle ve Mark, annelerinin Alp Amca'ya aşık olması sebebiyle Bodrum'a yerleşen iki Amerikalı çocuktur. Benim onlarla tanışmama aracı olan ise Zeynep. Zeynep, Alp Amca'nın kızıdır. Zeynep'le her ne kadar aynı şehirde yaşasak ve her ne kadar birbirimizi sevsek de, en son iki yıl önce Bambi'deki karşılaşmamız dışında görüşememiş olmamız ayrıca trajiktir.

Danielle, dayısını, abisini ve annesini tanıdığım bir kadındır. Veya şöyle de denilebilir; annesinden çekindiğim, dayısına hayran olduğum - tek bacağıyla motosiklet kullanırdı - ve abisine aşık olduğum - gerçek bir manyaktı:)) - bir çocukluk arkadaşımdır. Tanıdığım en neşeli, en iyi kalpli ve en maceraperest insanlar listesinde, görüşsek de görüşmesek de daima ilk ondadır. Bana patenle kaymayı öğreten, sörf konusundaki tüm yeteneksizliğime rağmen sabrını benden esirgemeyen, jaws korkusuyla* yüzemezken yanımda kulaç atıp beni kollayan dostumdur. Yıllar sonra Levent'de sosyetik bir barda karşılaştığımızda ölümüne mutsuz olan yüzünü hatırlıyorum... Sonra da kaçışını. Aşktan kaçtı Danielle... Ülkeden kaçtı.

Şimdi yıllar sonra, tembellikten yarı sürünür bir halde, kendimi çeke çekiştire işe getirirken ve onlarca kokunun arasından geçerken**, aklıma düşen görüntülerin ardından, onun facebook'a bıraktığı mesaj içime işledi. Özledim... Onu ve birlikte yaşlanamadığım bütün dostlarımı özledim. Haritada savrulan hayatlarımıza baktım. Aramıza giren okyanuslara...

Keşke hepimiz Bodrum'da olsak yine. Limanda, Bitez'deki sörf okulunda, Küçük Ev'de.. Keşke.

Onun fotoğraftaki mutlu yüzünü ( bu gülüşü biliyorum...) ve birbirimizden bunca uzaktayken yollarımızın yine paralel olduğunu görünce, canım Arjantin'e yerleşmek istedi aniden. Prusya Kralı tamam derse gidebileceğimi hissettim. Ölmeden evvel bir penguenim olsun, şelalelerde rafting yapayım, tango cennetinde sokaklarda dans edeyim... Taksi çevirip, "hadi dostum Yeşilköy'e" demeliydim... Bir kaç ay sonra da aileme ve yakın dostlarıma yanıma yerleşmeleri için baskı yapmalıydım... Kaçmıyor gibi yapıp kaçmalıydım bu şehirden.

Görünmez iplerime küfürler savurarak geldim işe. Aklımı ve kalbimi bedenimde tutamayan yaradılışıma lanet okudum. İtaatkarlığımı alıp götürmeyen rüzgardan, beni savurup savurup aynı kıyıya bırakan fırtınalardan nefret ettim.

Gitmek düştü içime, ertelemek nereye kadar... Kafam hala çok dağınık! Nabız var, solunum normal...


*Seksenler korku filmleri, videolar ve atari ile tanıştığımız yıllardı.
**Fındık gülleri ve hanımelleri beni nerelere götürdü bilemezsiniz... Bodrum'daki mahallemizi hatırladım. Turgut Reis Caddesi'ndeki komşularımızı...

4 yorum:

JoA dedi ki...

sen de mi jaws yüzünden denizden korkanlardansın:))

gitmek istiyorsan şimdi tam zamanı. sonra hep sonra oluyor. her sonrada bir ip daha ekleniyor.

Fortunata dedi ki...

Sorma Joa, korka korka dalıp bir de üzerine yelken yapanlardanım:)) Yani sonum suda olacak ama bakalım, hayırlısı!
Önemli not. Son yazına bayıldım. Benzetmenin bu kadar güzeli az yapılmıştır:)

JoA dedi ki...

korkmana rağmen dalabilmen cesaretini gösteriyor fortunata. ben o kadar cesur değilim:)

çok teşekkür ederim. sanırım sen ve ben benzer şeyleri bulduk o yazıda:)

skoer dedi ki...

gitmek asla tam anlamiyla hazir olunamayacak bir eylem. o yuzden hep "birden"..