Onu ilk gördüğümde bizim evin salonundaki bordo koltukta bacak bacak üzerine atmış oturuyordu. Üzerinde siyah bir tayt ve soluk siyah kötü bir penye vardı. Ne hali tavrı, ne de yüzü pek dikkatimi çekmemişti. Arkadaşımın sevgilisiydi nihayetinde. Öylesine bir kız evimizde. İşin aslı, arkadaşımın eski karısı olana kadar da fazla yol almadı içimdeki otobanda. Benim için komik türküler söyleyen, pamuk gibi bir teni olan, titizlikten kafayı yemiş, öylesine yan yana durduğum biriydi. Arada bir sohbet ediyorduk, gündelik şeyler hakkında konuşuyorduk. Zaman zaman tuhaf sezgilerim vardı onun için, bir de ortak dostlardan duyduklarım... Üstelik laf olsun diye değil, gerçekten önemli ayrıntılardı sözü edilenler. İlginç kolleksiyonlar yapıyordu mesela; çocukluk anıları/acıları biriktiriyordu, kırgınlıklarını renk renk boyayıp okyanuslara bırakıyordu, kalbine atılan çimdikler için yaramaz çocuklara hiç kızmıyordu...
Asla kenara atmadım onu, ama ne yazık ki tam olması gerektiği gibi sarmalayamadım da... Bu konudaki suçluluk duygum içimde büyüdü de büyüdü. Çünkü kahkahalarla ağlayabilen çok az kadın tanıyorum ben...
Ben, onun kadar rahat anlatamıyorum canımı yakan şeyleri, onun kadar saçmalayamıyorum duruşumla. Ve onun kadar acı çekemiyorum belki... Aramızda dolaşan enerjisi, yaşayandan çok hayalete benzeyen bedeniyle kafa karıştırmak için biçilmiş kaftan. Yazabildiği halde yazmayan, şarkı söyleyebildiği halde susan, masallar yaratabilecekken kabuslara yatan inadını anlayamıyorum. Sigarasından çektiği her nefesin kalbine gittiğini ve onu bir gün öldüreceğini düşünüyorum.
Bu kırılganlıkla, geçen yüzyılın hastalıklarından birine yakalanırmış gibi geliyor bana. Bütün hareketliliğine rağmen beni ikna edemiyor, onu bir yatakta uzanmış, öksürürken ve kahkahalarla ağlarken görüyorum rüyamdaki aynada. Aynanın sırrını kazıyorum ve bakıyorum; hala gülüyor... İnandırıcı değil, hiç değil. Yapma lütfen, içimi acıtıyorsun.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder