28 Mayıs 2008 Kişisel Tarihimize Bir Masal...
I.
Nefretten örülmüş kalın ve yüksek duvarları vardı nehir gözlü adamın. Ve bakışlarının ardında saklanmaktan yorgun kocaman bir yüreği. Sadece "O" kadın, en sevdiği lale bahçelerine geçebilsin diye, daracık bir kapı açmıştı heybetli duvarlarında. Ama kadın yıllarca durdu bu kapının önünde ve ne içeri girdi, ne de gitti. Bahçede, onu çeken ve aynı zamanda tehdit eden keskin bir koku vardı adını koyamadığı. Sonra bir gece, cesaret kışkırtıcı nefesini yüzüne üflediğinde, elindeki anahtarı kilide yerleştirdi ve çevirdi. Bir adımını eşikten atar gibi olduysa da, aslında öte yana hiç geçmedi. Geçemedi.
Eteklerine takılan mor çiçekler vardı geleceğinde.
II.
Bir gece ansızın, adamın kendisine uzattığı eli tuttu. Kapının önüne kadar yürüdüler, onunla birlikte uzun uzun seyretti laleleri. Kadın lalelerin renginden, adam ise paha biçilemezliğinden dem vurdu. Aynı şeyi, aynı yerden nasıl olup bu denli farklı sevebiliyorlardı? Bilemediler. Ama oluyordu, bu onların mucizesiydi.
Bir diğer gün adam, kararsız kadını bahçe kapısının önünde laleleri seyrederken yakaladı. Ona, uzun bir seyahate çıkacağını söyledi. Lalelerine kendisi için bakabilir miydi acaba?
Kadın durdu. Bahçeye girmek zorunda bırakıldığı için öfkelendi. Aslında lalelerin hiç suçu yoktu. Derin bir nefes aldı. Adama "evet" dedi. Onun lalelerine bakacaktı. Ama adam şunu bilmeliydi ki kadının sorumlu olduğu bir bahçe daha vardı; içinde nergisler ve büyülü mor çiçekler olan kendisine ait bir bahçe...
Adam gitti. Kadın, bahçesine döndü. Nergislerin ekili olduğu arazisinin bitiminde kocaman bir merdiven, mum çiçekleriyle sarmalanmıştı. Bunu kimin yaptığını bilmiyordu ama herkes olabilirdi. Çünkü kadının duvarları yoktu, bahçe herkese açıktı.
Mum çiçeklerinin altından geçerken gökyüzünü seyretti uzun uzun, kokladı onları ve sonra büyülü çiçeklerle dolu arka bahçeye kilitlendi gözleri.
Merdiven altından geçmek eğer o merdivenin üzerinde mis gibi kokan mum çiçekleri varsa uğursuzluk sayılamazdı değil mi?
III.
Bahçe her zamankinden daha büyük, daha parlak ve daha görkemliydi. Eliyle toprağa dokunduğunda az evvel sulandığının anladı çiçeklerinin. Etrafa bakındı, bahçeyi sulayanın gölgesini gördü duvarda. Oraya doğru yürüdü, kendine şaşmış bir hamleyle ve minnettarlıkla duvarı kucakladı, gölgeyi öptü. Nihayet biri bahçesine girme cesareti göstermişti! Üstelik çiçeklerine su vermişti.
Bu öpücük duvarın yıkılmasına ve gölgenin dışarı çıkmasına neden oldu. Kadın ve gölgenin sahibi birlikte yürümeye başladılar. Kadın, adamın nasıl olup da çiçeklere basmadan yürüyebildiğine çok şaşırdı, çünkü gövdesi kocamandı. Ama yine de çiçekleri ezmeden yürüyebiliyordu! Üstelik elinin değdiği her çiçek bir saniye öncesinden çok daha da parlak bir hale geliyordu.
Kadın bütün içtenliğiyle adamın, içinde solgun bir çiçeğin can çekiştiği kalbine de dokunabildiğini hayal etti. Aslında bunu gerçekten diledi. Ve dileğinin şiddetinden bahçedeki bütün çiçekler ürperdi.
Bu dilek anından sonra, günlerce ve gecelerce çiçekler hakkında konuştular; bahçedeki çiçekler, başka bahçelerdeki çiçekler, kökünden söküp attıklarımız, ısrarla adresimize postalananlar ve sulamamız için bize emanet edilenler...
IV.
Zaman geçti, uzaklara giden adam seyahatten döndü. Kadın onun lalelerine çok iyi bakmıştı. Fakat lalelerde eksik bir şey vardı, elinden geleni yapmıştı ama nedense kendi bahçesindeki çiçekler gibi parlamıyorlardı. Üzerlerine serpilen altın tozu, güzelliklerini daha da görkemli kılsa da, bu çiçeklerde eksik bir şey vardı. Cesaret!
Adam, kadına bir lale uzattı, kadın bu güzel çiçek için teşekkür etti. Eline bulaşan altın tozunu saçlarına sürdü. Güneş gibi parladı. Gülümsedi, cebinden küçücük bir nergis çıkardı, adama verdi. Adam, bundan cesaretlenerek, eğer bir nergis tarlası almak isterse ne kadar ödemesi gerektiğini sordu. Kadın ona, bir tek nergis tarlası olduğunu ve onu da satmayı düşünmediğini söyledi. Ayrıca neden kendisiyle gelip önce yakından bakmıyordu çiçeklere? Birlikte yetiştirebilirlerdi nergisleri? Hem belki sevmeyecekti? Acaba, neden bu çiçeği istediğinin cevabını vermeden fiyatını sormak ve almaya kalkmak doğru muydu?
Kadın, adamı elinden tuttu ve bahçenin kapısına kadar hiç konuşmadan geldiler. İçlerinden geçen şiirlerin bir tek mısrasını bile yüksek sesle söylemediler. Onlar kapıda belirdiğinde duvardaki gölge hiç kımıldamadan duruyordu. Nefes bile almıyordu. Kadın gölgeye baktı, önünde bir demet kırmızı lale vardı. Belli ki bu laleler kuzeyden geliyorlardı. Kadın onları görmezden geldi. Bu gölgenin sorunuydu. Elinde o lalelerle bahçeye giremeyeceğini biliyor olmalıydı.
Diğer adamla beraber kapının eşiğinde durdular ve nergis tarlasından gelen kokuyu derin derin içlerine çektiler. Tam içeri girmişlerdi ki, kadın adamın çiçekleri ezmeden yürüyemediğini anladı. Attığı her adımda bir nergis ölüyordu. İnanamadı, içi kırıldı kadının. Ağlamaya başladı. Buna çok üzülen adam, altın tozları serpti çiçeklerin üzerine ama bu davranışı kadının daha da şiddetli ağlamasına neden oldu.
Kadın ağladıkça adam altın tozları serpmeye devam etti. Ona elindekinin en iyisini vermeye çalışıyordu, neden mutlu olmuyordu ki? Fakat kadının istediği tek şey çiçeklerinin ezilmemesiydi. Sonunda çaresiz kalan adam, daha fazla çiçek öldürmeden yavaşça bahçeden çıktı. Çıkarken ardında bıraktığı gözyaşları, ezilen nergisleri diriltmişti ama kadın bunu göremeyecek kadar bitkindi. Adamın gözyaşları ise ceplerindeki altın tozundan daha etkiliydi.
"Keşke bunu bilselerdi" diye fısıldadı çiçekler...
V.
Duvardaki gölge, usulca olduğu yerden çıktı. Kadının, üzerine serpilmiş altın tozlarını silkelenmesine yardım etti. Beraberce kocaman bir kaba doldurdular tozları. Adam onları eritti, içine diğer çiçeklerden de toz ekledi ve çok güzel bir lale heykeli yaptılar. Adına "cesaret" dediler.
Kadın, içinden yüzyıllar geçtikten sonra bile, bahçesindeki altın laleyi ziyaret etti. En güzel masallarını onun altında yazdı. Zaman zaman anımsadı, ağladı. Ama ne kadının çiçekleri dirilten gözyaşlarından haberi oldu, ne de laleleri seven adamın bu güzel lale heykelinden ve gölgesinde yazılan masallardan...
Bahçenin duvarında bir daha gölge olmadı. Ve çiçekler sonsuza kadar sustular.
I.
Nefretten örülmüş kalın ve yüksek duvarları vardı nehir gözlü adamın. Ve bakışlarının ardında saklanmaktan yorgun kocaman bir yüreği. Sadece "O" kadın, en sevdiği lale bahçelerine geçebilsin diye, daracık bir kapı açmıştı heybetli duvarlarında. Ama kadın yıllarca durdu bu kapının önünde ve ne içeri girdi, ne de gitti. Bahçede, onu çeken ve aynı zamanda tehdit eden keskin bir koku vardı adını koyamadığı. Sonra bir gece, cesaret kışkırtıcı nefesini yüzüne üflediğinde, elindeki anahtarı kilide yerleştirdi ve çevirdi. Bir adımını eşikten atar gibi olduysa da, aslında öte yana hiç geçmedi. Geçemedi.
Eteklerine takılan mor çiçekler vardı geleceğinde.
II.
Bir gece ansızın, adamın kendisine uzattığı eli tuttu. Kapının önüne kadar yürüdüler, onunla birlikte uzun uzun seyretti laleleri. Kadın lalelerin renginden, adam ise paha biçilemezliğinden dem vurdu. Aynı şeyi, aynı yerden nasıl olup bu denli farklı sevebiliyorlardı? Bilemediler. Ama oluyordu, bu onların mucizesiydi.
Bir diğer gün adam, kararsız kadını bahçe kapısının önünde laleleri seyrederken yakaladı. Ona, uzun bir seyahate çıkacağını söyledi. Lalelerine kendisi için bakabilir miydi acaba?
Kadın durdu. Bahçeye girmek zorunda bırakıldığı için öfkelendi. Aslında lalelerin hiç suçu yoktu. Derin bir nefes aldı. Adama "evet" dedi. Onun lalelerine bakacaktı. Ama adam şunu bilmeliydi ki kadının sorumlu olduğu bir bahçe daha vardı; içinde nergisler ve büyülü mor çiçekler olan kendisine ait bir bahçe...
Adam gitti. Kadın, bahçesine döndü. Nergislerin ekili olduğu arazisinin bitiminde kocaman bir merdiven, mum çiçekleriyle sarmalanmıştı. Bunu kimin yaptığını bilmiyordu ama herkes olabilirdi. Çünkü kadının duvarları yoktu, bahçe herkese açıktı.
Mum çiçeklerinin altından geçerken gökyüzünü seyretti uzun uzun, kokladı onları ve sonra büyülü çiçeklerle dolu arka bahçeye kilitlendi gözleri.
Merdiven altından geçmek eğer o merdivenin üzerinde mis gibi kokan mum çiçekleri varsa uğursuzluk sayılamazdı değil mi?
III.
Bahçe her zamankinden daha büyük, daha parlak ve daha görkemliydi. Eliyle toprağa dokunduğunda az evvel sulandığının anladı çiçeklerinin. Etrafa bakındı, bahçeyi sulayanın gölgesini gördü duvarda. Oraya doğru yürüdü, kendine şaşmış bir hamleyle ve minnettarlıkla duvarı kucakladı, gölgeyi öptü. Nihayet biri bahçesine girme cesareti göstermişti! Üstelik çiçeklerine su vermişti.
Bu öpücük duvarın yıkılmasına ve gölgenin dışarı çıkmasına neden oldu. Kadın ve gölgenin sahibi birlikte yürümeye başladılar. Kadın, adamın nasıl olup da çiçeklere basmadan yürüyebildiğine çok şaşırdı, çünkü gövdesi kocamandı. Ama yine de çiçekleri ezmeden yürüyebiliyordu! Üstelik elinin değdiği her çiçek bir saniye öncesinden çok daha da parlak bir hale geliyordu.
Kadın bütün içtenliğiyle adamın, içinde solgun bir çiçeğin can çekiştiği kalbine de dokunabildiğini hayal etti. Aslında bunu gerçekten diledi. Ve dileğinin şiddetinden bahçedeki bütün çiçekler ürperdi.
Bu dilek anından sonra, günlerce ve gecelerce çiçekler hakkında konuştular; bahçedeki çiçekler, başka bahçelerdeki çiçekler, kökünden söküp attıklarımız, ısrarla adresimize postalananlar ve sulamamız için bize emanet edilenler...
IV.
Zaman geçti, uzaklara giden adam seyahatten döndü. Kadın onun lalelerine çok iyi bakmıştı. Fakat lalelerde eksik bir şey vardı, elinden geleni yapmıştı ama nedense kendi bahçesindeki çiçekler gibi parlamıyorlardı. Üzerlerine serpilen altın tozu, güzelliklerini daha da görkemli kılsa da, bu çiçeklerde eksik bir şey vardı. Cesaret!
Adam, kadına bir lale uzattı, kadın bu güzel çiçek için teşekkür etti. Eline bulaşan altın tozunu saçlarına sürdü. Güneş gibi parladı. Gülümsedi, cebinden küçücük bir nergis çıkardı, adama verdi. Adam, bundan cesaretlenerek, eğer bir nergis tarlası almak isterse ne kadar ödemesi gerektiğini sordu. Kadın ona, bir tek nergis tarlası olduğunu ve onu da satmayı düşünmediğini söyledi. Ayrıca neden kendisiyle gelip önce yakından bakmıyordu çiçeklere? Birlikte yetiştirebilirlerdi nergisleri? Hem belki sevmeyecekti? Acaba, neden bu çiçeği istediğinin cevabını vermeden fiyatını sormak ve almaya kalkmak doğru muydu?
Kadın, adamı elinden tuttu ve bahçenin kapısına kadar hiç konuşmadan geldiler. İçlerinden geçen şiirlerin bir tek mısrasını bile yüksek sesle söylemediler. Onlar kapıda belirdiğinde duvardaki gölge hiç kımıldamadan duruyordu. Nefes bile almıyordu. Kadın gölgeye baktı, önünde bir demet kırmızı lale vardı. Belli ki bu laleler kuzeyden geliyorlardı. Kadın onları görmezden geldi. Bu gölgenin sorunuydu. Elinde o lalelerle bahçeye giremeyeceğini biliyor olmalıydı.
Diğer adamla beraber kapının eşiğinde durdular ve nergis tarlasından gelen kokuyu derin derin içlerine çektiler. Tam içeri girmişlerdi ki, kadın adamın çiçekleri ezmeden yürüyemediğini anladı. Attığı her adımda bir nergis ölüyordu. İnanamadı, içi kırıldı kadının. Ağlamaya başladı. Buna çok üzülen adam, altın tozları serpti çiçeklerin üzerine ama bu davranışı kadının daha da şiddetli ağlamasına neden oldu.
Kadın ağladıkça adam altın tozları serpmeye devam etti. Ona elindekinin en iyisini vermeye çalışıyordu, neden mutlu olmuyordu ki? Fakat kadının istediği tek şey çiçeklerinin ezilmemesiydi. Sonunda çaresiz kalan adam, daha fazla çiçek öldürmeden yavaşça bahçeden çıktı. Çıkarken ardında bıraktığı gözyaşları, ezilen nergisleri diriltmişti ama kadın bunu göremeyecek kadar bitkindi. Adamın gözyaşları ise ceplerindeki altın tozundan daha etkiliydi.
"Keşke bunu bilselerdi" diye fısıldadı çiçekler...
V.
Duvardaki gölge, usulca olduğu yerden çıktı. Kadının, üzerine serpilmiş altın tozlarını silkelenmesine yardım etti. Beraberce kocaman bir kaba doldurdular tozları. Adam onları eritti, içine diğer çiçeklerden de toz ekledi ve çok güzel bir lale heykeli yaptılar. Adına "cesaret" dediler.
Kadın, içinden yüzyıllar geçtikten sonra bile, bahçesindeki altın laleyi ziyaret etti. En güzel masallarını onun altında yazdı. Zaman zaman anımsadı, ağladı. Ama ne kadının çiçekleri dirilten gözyaşlarından haberi oldu, ne de laleleri seven adamın bu güzel lale heykelinden ve gölgesinde yazılan masallardan...
Bahçenin duvarında bir daha gölge olmadı. Ve çiçekler sonsuza kadar sustular.
2 yorum:
kadının bahçesinin duvarları yok değil aslında.kadın,örülmüş duvarların arasında kalan bir bahçe sahiplenmiş kendine.
bağ bahçe açık,tüm renkleri ve mis kokularıyla davetkar,adamın yüreği dünden teslim.nefretini ve kinini kendi bahçesinde,ardında bırakmış.ahenkli bir bahçe var şimdi karşısında merakla keşfetmek istiyor her karışını.belki bu yüzden atıyor düşüncesizce adımlarını.hem hiç bir uyarı yada sınır da yok.her taraf çiçek renk renk belkide adım atsa ezmemek mümkün değil.belkide sıralı olmalı bazı çiçeklerin yeri.belkide sınırları olmalı ve keskince çizilmeli hatları nede olsa bilemez kimse sahibi kadar o güzelim bahçeyi.
adam adımlarını attıkça ağlattı,ağlattıkça korktu ve ağlayarak kaçıyorsa,korkar kendiden ve adımlarından .nefret duyar kendine ve dışarıya belki bir tuğla daha atar kendi bahçesine .ve sadece bir küçük kapı aralığı bırakır gerçekten gelmek isteyenlere.bir edebiyatçının dedikleri küpe olmuştur kulağına belli'Küçük kapılardan girmeye çalışanlar eğilmeye mecburdur' gerçekten eğilmeyi göze alanlara açar aslında bahçesini.
nefretle ördüğü duvar,sıcak bir buse ile yerlebir olabilir ki bu tamamen buse seven bir kalbe hitap ettiğinden.nefreti taş olmuş önce örülüp sonra yıkılabilmişse hala sevebilecek kadar iyimser belki de saf.ancak her mevsim kendini yenileyen narin çiçeklerin ezilmesi yada kopartılması affedilmez bir hata ise seven kalp kimdedir?
belkide adamın niyeti kötü değil kopartırken çiçekleri,taçlandırmak,kök saldırmak kendi bahçesine o güzelim renkleri.
ama elbette değil çözüm altın tozu.
çünkü altın tozunun değeri karşında ki ile sınırlı.senin için yokken bir kıymeti,kimi için en değerli bişi.
işte böyle yanılıyor ve belkide yoğruluyor kalpler ve ölçülüyor değerler.
ezilen çiçekleri,seven bir kalpten değerli olabilirken o çiçekleri belki de ileride kendi söküp atıyor bahçesinden,mevsimini beklemeden.
ve işte adam diyor ki -ne istiyor ki?çiçek mi ,su mu ,altın mı yoksa bir süper kahraman mı?uçabilsin ama konmasın.hayran hayran baksın ,birde kapamasın güneşini ama hep yakınında olsun değil mi?
Kadın bir masal bekliyor; içinde konuşmalar geçmeyen, alıp götüren, onikiden vuran ve ona kalbindekileri, aklındakileri sunan bir masal. Bu sebeple çiçekleri sıralı dizmiyor ve bahçeyi kullanma kılavuzu vermiyor misafirlerinin eline. Birlikte keşfetmek derdinde. Ve bu sebeple bahçenin duvarları yok ama kadının var... Görebilene.
"Kalpler yoğruluyor, değerler ölçülüyor... "
Kadın zamanın gücüne inanıyor. Kararı zaman verecek diyor.Ve bütün bunlar olup biterken istediği tek şey huzur. O bahçede içilecek bir fincan kahvenin hayalinde...
Kadın Kurbacığı çok seviyor. Bahçesinin içinden gecen derede onu bulduğu güne minnettar. Tıpkı Kurbagacıkla kurduğu gibi bir ilişki; saf, temiz, yalansız ve sevgi dolu bir misafir istiyor...
Kurbagacık da prensesini bulsun diye duacı...
Yorum Gönder