19 Mayıs 2025, sana bayram, bana dayımı ziyarete gittiğim mezarlık günü. Sana bahar, bana yaz kokusu geldi bile.
Bugün dayımın pantolonunu giydim. Mavi. Makyajımı yaptım. Altın kızıl. En neşeli ayakkabılarım ayağıma. Dayım için hazırlandım ama onu hissedemedim. Ölümün bir son olduğunu düşünmüyorum.
Dayımı özledim. Dayımın hayata tutunmak isteyen ve elllerinden kayıp giden saatlerini düşündükçe içim fena oldu. Yaşamak için hazırlık yapıyordu. Herşey hazır olacaktı ve yaşam başlayacaktı. Çocuklar evlerine, işlerine yerleşecekti. Topraklar alınacak, sağlık kazanılacak ve yaşam başlayacaktı...
Başlayan sadece ölüm oldu.
Uzun yıllar önce aslında hiç sevgilim olmamış, marazlı bir bağlanışla düğümlendiğim adam da tam olarak böyleydi; esir. Kendine ait olmayan duygu, düşünce ve kurallar tarafından kuşatılmış bir esir. Kısacık bir dönem için bile olsa ona nasıl kandığımı, nasıl inanmak istediğimi düşündüm bugün. Sevgi nasıl bir körleşme... Galiba dayımın kullanamadığı parası, durmadan ertelediği hayatı bana bu anlamsız çağrışımı yaptı. Yaşamak neydi? Çok para ne içindi? Garanti ne ola?
Sordum kendime, sınırsız paran olsaydı ne yapardın? Sınırsız savururdum! Sıfır garantici bir tavırla hayvanlara ve ailesiz çocuklara yardım ederdim. Sadece ipek ve keten giyerdim. Dünya'nın tüm plajlarında yüzerdim. İlk fırsatta sakuraları ve Fiyordları görmeye gider, Saint Petersburg'dan trene biner Rusya'yı boydan boya geçerdim. Yılda birkaç kez müzik dinlemek için Viyana'ya, Londra'ya uçardım. Kırsalda ev yaptırıp, önüne nefis bir havuz koyardım. Şişelerce Merlot alırdım. Bitti.
Kalan ömrümde bahçecilikle uğraşır, okur ve yazardım. Hayır işleri, seyahatler ve okumakla, yüzmekle bitirirdim ömrümü. Arada bir müzeye gider veya ören yeri gezer sanata, tarihe bulaşırdım.
İyi de zaten bunların çoğunu kendi çapımda yapmıyor muyum? Demek ki para o kadar da gerekmiyor:)
Elimdekilerle mutluyum ben. Evimi, kedimi, dolaptaki Merlot şarabımı seviyorum. Hele şimdiyi, şu satırları yazarken yüzüme vuran akşam güneşini ve kahvemi çok pek çok seviyorum. Beni ayrıcalıklı ve şanslı bir sınıfa bırakan hayata minnettarım; üzerine taş koymamış olsam da iyi yaşamama izin verdi. Zaman zaman utansam ve keşkelerde kaybolsam da teşekkürüm daima keşkemden büyük.
Şanslıyım ki, yaşamın gelecekte olmadığını geç olmadan idrak ettim. Yaşamın planlarımızın hemen hemen hepsine gülüp geçtiğini de anladım. Eldekinin şimdiki zaman, an olduğuyla mis gibi barıştım.
Dayımın gözlerini kapadığı an, benim zihnimde bir perde havalandı sanki. Onun yaşayamadığı anları düşündüm. Sonra birlikte yaşadıklarımızı... Baharı, boğaz gezimizi, çiçeklere su verişimizi. Ona doğumgününde aldığım şekersiz reçeli. Küçük ve derin hatıralarımızı. Yatağın içinde kımıldamaya gücü yokken benim için gümüşlerini düzelttiği ametist kolyeyi düşündüm. Aslında ne kadar da kalmak, birşeyler bırakmak istemişti kendine, bize...
Şimdi söylesene karnım tok, damağımda nefis bir kahve, kıçımın altında yumuşacık minderimle güneşi batırırken ben değilsem kim zengin? Ben değilsem kim hayatta?
O halde son bir soru sana, attığın kuş ürküttüğün hayata değdi mi? Yazık oldu kuşa değil mi? Bende öyle düşünmüştüm:)
Atma bi daha.