30 Mayıs 2025 Cuma

HAFTAYI ÇİĞNEMEDEN YUTTUK YİNE!

 

Günaydın,

Ne yazık ki genellikle böyle oluyor; tam lokma yutuyoruz hayatın ritmini. Nadiren zamanla birlikte akabiliyoruz İstanbul'da. Ama genellikle zaman içimizden, sağımızdan solumuzdan akıp geçiyor ve çok sonra farkına varıyoruz yaşadıklarımızın. 

Bazen tüm yaşamım di'li ve miş'li geçmiş zamandan ibaretmiş gibi hissediyorum. Kimbilir belki öyledir?

Hele işin içine hastalık girince sabah akşama, Pazartesi Cumartesi'ye karışıyor. İnsan sadece fiziksel olarak değil, ruhsal anlamda da hırpalanıyor. Şimdilerde malum, konu teyzem. Onun ilaçları, tedavi süreci ve olan biten hepimizi şaşırttı. Suçlu hissettik ve henüz bu yeni normale dair bir ritim sahibi değiliz. Olur muyuz ondan da şüpheliyim zira Türk insanı konformist ve hizalanmakta sıkıntılıdır. 

Ama öğreniyorum, sürüye benzememenin bedelini onca yıl ödedikten sonra göze batmadan eşlik etmeyi de öğreniyorum. Kraldan çok kralcı olmamak gerektiğini, hastalandı diye insanların gözünün aniden açılmayacağını ve herşey olup bittiğinde ister sağlık geri kazanılsın, ister ölümle sonuçlansın, her birimizin kendi hikayemizi anlatacağını da çok iyi biliyorum. 

Yaşam ve tüm deneyimler gayet özneldir. Tıpkı yuvarlak bir masada oturup yemek yemek gibi; kimse aynı şeyi görmez, aynı bakış açısında ve duyguda değildir.

Bugün ve akşam haftanın son nöbetini tutup, bir sonraki kemoya kadar izin verdim kendime. Üç Haziran Salı. 

Şimdilik sağlıkla kalın. Hava güzel, vakti olan bi turlasın:)



29 Mayıs 2025 Perşembe

TÜRK FİLMİ GİBİ HAYATIMIZ VAR

 

Entrika, şike, dönme dolap ve hatta inanmazsın, "olmasın ama ölmesin" nidalarıyla, Türk filminden hallice akrabalık ilişkilerim var elhamdülillah. Şaka yapmıyorum; ben diyeyim karabasan, sen de gündüz sanrısı!

Teyzemin teşhisi kondu: iliğini, kemiğini tüketme, kanını kurutma hastalığı.* Sen yine şakacı dedin bana içinden ama değilim, teşhis bu. Tedavi ise bilirsin, kemo.

S.kerler böyle işi di mi? Di, di sayın okuyucu di. Ama napcan, ne gelirken, ne de giderken benden icazet alan yok!

Haber netleşeli henüz yirmi dört saat olduğundan zahir, şoke durumum sürmekte. Zira ne kadar bilirsen bil, o içindeki umut kırıntısı tüm bilmelerini ham yapıyor. Ağlama, zırlama, ah vah fazında değilim. Daha ziyade "eyvah canım yanacak kalbimi nerelere saklasam?" tadındayım. Aaa bak bak ne dicem, galiba bu yüzden sabah sabah biri dürtmüş gibi dip köşe dolap üstü ne varsa temizlemeye kalktım. Ay bak yazmak ne kadar faydalı; sana anlatacağım derken idrak ettim atak gibi gelen ev temizliği hallerimi.


*multiple miyelom


26 Mayıs 2025 Pazartesi

MAYIS GÜLLERİ




 


Teyzem hala hastanede, tetkikler sürüyor. Ben? Ben dün evciydim, bugün yanına gideceğim. Ama önce dün; Mayıs güllerini görmeye gittim. Çok güzeller, çok... İnsan yeryüzünde cennet varsa şayet, o cennet, Sadi'nin Gül Bahçesi* olmalı diyor.

Güzelliklerinden, renklerinden sarhoş oldum desem yeridir. Çocukların neşesi, kadınların hayranlığı ve yürek burkan kısacık gül mevsimi. Sanırım geçici olanın sarhoş edici güzelliğini o bizi bırakıp yoluna devam etmeden evvel görebilmeye deniyor büyümek. Başka ne olabilir ki?

Dün gülleri seyrederken ürktüm güzelliklerinden. Dedemi, babaannemi düşündüm; onların uçsuz bucaksız gül bahçelerini tam mevsiminde hayal ettim. O kokuların arasında ne hissettiklerini, bende o hatıraların kaydı olup olmadığını düşündüm. Olmalı. Kalbimin ucunda, tam yuvarlanıp kıvrıldığı köşesinde hiç solmayan gülleri var atalarımın.

Lütfen Mayıs Güllerini seyredin. Burada olmak belki de düşündüğümüz kadar fena değildir, belki bizim bakış açımızdır bütün mesele... Olamaz mı?




* Gülistan










25 Mayıs 2025 Pazar

REFA, REFAH, REFAKAT


GÜNAYDIN, 

İşe gitmeden evvel Pazar saçmalaması yapalım mı birlikte?

Teyzemin hastanede uyandığı dördüncü, benim kaygıdan kasıldığım kimbilir kaçıncı sabah bu sabah? 

İçimdeki iyi kılma arzusu o kadar güçlü ki, bazen ben bile merak ediyorum o parçam kimden ilham alıyor, nereden besleniyor diye. Çünkü eğer diğer parça pinçiğim de böyle olaydı, muhtemelen Dünya'nın zirvesinde bişiler icad ediyor olacaktım. O kadar diyeyim.

Teyzemin morali iyi. Süreci misler gibi yönetiyor şükür. Yolumuzun ne kadar dolambaçlı olduğunu da haftaya öğreneceğiz kısmetse. Bakalım payımıza neler düşmüş insan olma işlerinde. 

Bendeki anahtar kök kelime refa. İçimi refah tutmaya çalışıp, teyzeme de refakat ediyorum. Sendeki anahtar kelime ne buaralar?

Neyse kuşları dinleyerek kahvemi içeyim ben, insanın saçmalamaya da mecali olmuyor bazen.

23 Mayıs 2025 Cuma

GERİYE DÖNÜP BAKTIĞIMDA SADECE GÜZEL ANLAR VAR...


Çoğunu da ben yaratmışım. Oldurmuşum. Hiçbir özelliğimi sevmesem bile bunu çok seviyorum; güzel anlar yaratma becerimi.

Çok sofra kurdum ben, çok piknik düzenledim. Kendi düğünüm dahil pek çok düğüne masa, gelin çiçeği, nikah şekerleri yaptım. Sadece düğün de değil, cenazelere gülsuyu, şık peçeteler ve mevlit şekerlemesi yaptırdığım da olmuştur. Ve bebekler. Doğumları hep önemsedim. Arkadaşlarımın anneliklerini mutlaka kutladım. 

Ve ne oldu? Geriye baktığımda elimde sadece bunlar var. Yaşam birkaç güzel andan ibaretmiş, anladım.

Bugün, bir iki saat içinde hastaneye geçiyorum, teyzeme eşlik edeceğim. Teyzeme, annemin yarısına. Şu hayatta borçlu olduğum tek insana. Ağlamamak, isyan etmemek ve kaygılanmamak için çabam büyük. Enerjimi ona layığıyla eşlik etmeye, destek çıkmaya harcamam gerektiğini çok iyi biliyorum. 

Hastaneye çiçek sokmak yasakmış. Peki, yapma çiçek? Renkli peçeteler? Müzik? 

Hastane odalarına baktığımda kafam karışıyor; yaşayalım mı istiyorlar, ölelim mi emin olamıyorum. Sanki "bak Dünya b.ktan biryer ısrar etme" dercesine dekore edilen bu odalar ya da bana öyle geliyor.

Geriye dönüp baktığımda sadece sadece güzellik görüyorum...Allah'ım en sevdiğim teyzemi önce kaybettir, sonra buldur bana lütfen.



22 Mayıs 2025 Perşembe

SINAV ODASI

 

Çok uzun zamandır önüne sınav kağıtları yığılmış öğrenciler gibiyiz. Kimse hangi kağıdın öncelikli olduğunu söylemediği gibi, sınav süresi hakkında bilgi verenimiz de yok. Bilinmeyen sebeplerden öylece duruyoruz kağıt yığınının önünde. Aramızdan birkaç kişi yazıp çizmeye gayret ediyor ve bir o kadar azı da kalkıp sınıfı terk ediyorsa da çoğumuz, mesela ben, kalem ve silgiyi evire çevire öylece oturuyorum oturduğum yerde. Ne cevaplara gücüm mecalim var, ne de bacaklarımın beni dışarı çıkartacağına güvenim.

Bir tür ruh mıhlanması diyeyim ben, sen dona kalmışsın de istersen.

( Aylardır vücudumdaki kortizol seviyesiyle savaşıyordum. Zaferin şafağı kızıl kızıl süzülüyordu ufukta ama her tanyelinde bir başka sancıya tanıklık ediyordum. Bütün acı benim değildi, evet bunu Mısır'da anlamıştım, ancak payıma düşen kısmı kimsenin kucağına bırakıp topuklayamıyordum. Bazen tüm bu imkansızlıkta mı kımıldamam, ivmelenmem gerekiyor diye düşünüyordum. Acaba benden istenen bütün sınavları geçmem değil de, bir yerden okumaya , anlayıp cevaplamaya başlamam mıydı? )

Değerlendirme cevapların toplamından mı olacak yoksa gayretten mi emin değildim. 

Çok yalnız bir yer şu içinde olduğumuz oda. Soru soracak, elini tutacak kimse yok. Diğerleriyle konuşmak yasak. Tamamlamadan çıkılan sınavın telefisi yok. Yapmamam gerekenlerin alt alta yazıldığı  listeler var ama ne yaparsam tekrar akar yaşam bununla ilgili bilgi yok.

Şimdi de teyzem hastalandı. Kendini yedi bitirdi deriz ya halk arasında, tam olarak bunu yaşıyor. Ama bu sabah yazamam daha fazla, yazı kader olsun istemiyorum. Korkuyla yazmak hiç istemiyorum. Allah büyük.

19 Mayıs 2025 Pazartesi

ÖLÜM VE YAŞAMIN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ



19 Mayıs 2025, sana bayram, bana dayımı ziyarete gittiğim  mezarlık günü. Sana bahar, bana yaz kokusu geldi bile.

Bugün dayımın pantolonunu giydim. Mavi. Makyajımı yaptım. Altın kızıl. En neşeli ayakkabılarım ayağıma. Dayım için hazırlandım ama onu hissedemedim. Ölümün bir son olduğunu düşünmüyorum. 

Dayımı özledim. Dayımın hayata tutunmak isteyen ve elllerinden kayıp giden saatlerini düşündükçe içim fena oldu. Yaşamak için hazırlık yapıyordu. Herşey hazır olacaktı ve yaşam başlayacaktı. Çocuklar evlerine, işlerine yerleşecekti. Topraklar alınacak, sağlık kazanılacak ve yaşam başlayacaktı...

Başlayan sadece ölüm oldu.

Uzun yıllar önce aslında hiç sevgilim olmamış, marazlı bir bağlanışla düğümlendiğim adam da tam olarak böyleydi; esir. Kendine ait olmayan duygu, düşünce ve kurallar tarafından kuşatılmış bir esir. Kısacık bir dönem için bile olsa ona nasıl kandığımı, nasıl inanmak istediğimi düşündüm bugün. Sevgi nasıl bir körleşme... Galiba dayımın kullanamadığı parası, durmadan ertelediği hayatı bana bu anlamsız çağrışımı yaptı. Yaşamak neydi? Çok para ne içindi? Garanti ne ola?

Sordum kendime, sınırsız paran olsaydı ne yapardın? Sınırsız savururdum! Sıfır garantici bir tavırla hayvanlara ve ailesiz çocuklara yardım ederdim. Sadece ipek ve keten giyerdim. Dünya'nın tüm plajlarında yüzerdim. İlk fırsatta sakuraları ve Fiyordları görmeye gider, Saint Petersburg'dan trene biner Rusya'yı boydan boya geçerdim. Yılda birkaç kez müzik dinlemek için Viyana'ya, Londra'ya uçardım. Kırsalda ev yaptırıp, önüne nefis bir havuz koyardım. Şişelerce Merlot alırdım. Bitti.

Kalan ömrümde bahçecilikle uğraşır, okur ve yazardım. Hayır işleri, seyahatler ve okumakla, yüzmekle bitirirdim ömrümü. Arada bir müzeye gider veya ören yeri gezer sanata, tarihe bulaşırdım.

İyi de zaten bunların çoğunu kendi çapımda yapmıyor muyum? Demek ki para o kadar da gerekmiyor:)

Elimdekilerle mutluyum ben. Evimi, kedimi, dolaptaki Merlot şarabımı seviyorum. Hele şimdiyi, şu satırları yazarken yüzüme vuran akşam güneşini ve kahvemi çok pek çok seviyorum. Beni ayrıcalıklı ve şanslı bir sınıfa bırakan hayata minnettarım; üzerine taş koymamış olsam da iyi yaşamama izin verdi. Zaman zaman utansam ve keşkelerde kaybolsam da teşekkürüm daima keşkemden büyük. 

Şanslıyım ki, yaşamın gelecekte olmadığını geç olmadan idrak ettim. Yaşamın planlarımızın hemen hemen hepsine gülüp geçtiğini de anladım. Eldekinin şimdiki zaman, an olduğuyla mis gibi barıştım.

Dayımın gözlerini kapadığı an, benim zihnimde bir perde havalandı sanki. Onun yaşayamadığı anları düşündüm. Sonra birlikte yaşadıklarımızı... Baharı, boğaz gezimizi, çiçeklere su verişimizi. Ona doğumgününde aldığım şekersiz reçeli. Küçük ve derin hatıralarımızı. Yatağın içinde kımıldamaya gücü yokken benim için gümüşlerini düzelttiği ametist kolyeyi düşündüm. Aslında ne kadar da kalmak, birşeyler bırakmak istemişti kendine, bize...

Şimdi söylesene karnım tok, damağımda nefis bir kahve, kıçımın altında yumuşacık minderimle güneşi batırırken ben değilsem kim zengin? Ben değilsem kim hayatta?

O halde son bir soru sana, attığın kuş ürküttüğün hayata değdi mi? Yazık oldu kuşa değil mi? Bende öyle düşünmüştüm:) 

Atma bi daha.





15 Mayıs 2025 Perşembe

YAZ MI?


GÜNLERİ GÜNLERE karışırken, hayat hiç tanımadığım kadar anlamsız bir yerden akıyor. Kokular, renkler ve kedim de olmasa, sanki tutunacak, bildik herşey uçup gitmiş gibi. 

Söylenmişti buralara gelineceği, kaçınılmaz olanın yaşanacağı. Ben de aileme söylemiştim, hem de defalarca. Bizim bu şehirden çıkmamız gerekiyor, kırsalda seçenek oluşturmamız lazım demiştim. Onlara göre yersiz hezeyanlardı bunlar, belki de hayalperestlik. Peki şimdi ne? Kocaman, bilinmez bir kabus, kapıdaki tam olarak bu.

Şimdi ortalama ailelerin şehirden çıkma şansı kalmadı. O tren geçmiş, görünüyor. Tarım ilaçları almış başını gitmiş, sağlık sektörünün çivisi çıkmış.. Eğitim falan trı vrı zaten. Kocaman, sıcak ve durgun ekonomide bir yaz için hazır mıyız? 

10 Mayıs 2025 Cumartesi

DOLAP

 

İLERLEYEN YAŞLAR, insana sorun çözmekte derin isteksizlik, sorun yaratabilecek durumlardan da sonsuz kaçış arzusu getiriyor. İnsanla olmayacağını, kuşa böceğe saklanmak gerektiğini er geç anlıyoruz. Boşuna değil dervişlerin bir hırka bir lokma ile oradan oraya, yer yurt olmaksızın savrulması ve boşuna değil, münzevilik denen müessesenin minicik kulübelerde, kuytularda icra edilmesi. Hepsi sorunsuz, huzurda kalma arzusu ve bu sadece insansız mümkün.

Tüm bencilliğiyle kendi merkezinde durabilenler... Onlar benim nazarımda "bişi" ama insan mı emin değilim. Hizmeti sedece kendine vermek? benim yaradılışımda karşılığı olmayan bişi. En iyi yemek, en iyi kıyafet, en iyi şu veya bu ile ne kadar ve ne süreyle memnunlar bilemiyorum. Maddenin konforunu anlamakla beraber, mutlulukla ilintili olmadığı fikrindeyim. Benim içime iyi gelen hiçbir zaman maddeyle gelen güzellik olmadı. Zaten yolunda olana tatlılık getirdiyle para pul ne ala, fazlasını hiç görmedim. Kötüyü iyi kıldığını, zoru kolaylaştırdığını, mutsuzluğu mutluluğa çevirdiğini ne gördüm ne de yaşadım.

Şimdilerde bir dolap dönüyor gökyüzünde. Yüzlerce, binlerce, milyonlarca kapaklı, eski püskü bir dolap. İçi sahicilikle dolu. Herkese iyi gelir mi? Sanmıyorum. Bana iyi gelecek mi, meçhul. Ama orada işte, tam başımızın üzerinde içinde ne olduğunu bilmediğimiz bir dolap dönüyor ve hepimizin kaderinde etkisi olacak.

Tek sezdiğim bu...

8 Mayıs 2025 Perşembe

CESUR OL, NUMARA YAPIYOR OLSAN BİLE.

 

Günaydın,

Sabah sabah okuduğum cümle bu: cesur ol, numara yapıyor olsan bile.

Bana Erol Hoca'yla yelkene çıktığımız günleri hatırlattı. O zamanlar cesurdum. Victor henüz gitmişti, yıllar sonra araziye dönmüştüm ve panik atak krizleri geçiriyordum. Fakat yine de tutunuyordum. Burhan yanımdaydı. Beni cesaretlendiriyordu. Bana beni, bir zamanlar yapıp ettiklerimi hatırlatıyordu. Yerinden oynamayan, bir milim yer değiştirmeyen güvenilir limanımdı. 

Sonra ne oldu bana?

Herkese olan oldu. Çığ düştü üzerimize. Nefessiz, hareketsiz kaldık kaygıdan, korkudan. Tehlike geçse bile ikna olamadık normale döndüğümüze. Çünkü herkes sessizce fısıldıyordu birbirine; artık eski normale dönemeyiz diye....

Bazen düşünüyorum; sahiden dönemeyecek miydik eski normalimize yoksa birbirimizi korkuta korkuta mı vazgeçtik pandemi öncesi hayatlarımızdan? Ben bu ikilemi kalan ömrüm boyunca yaşayacağımı düşünüyorum.

Aslında gayet iyi biliyorum; hayat cesur davrananları seviyor. Hamle yapanları, kımıldayanları, risk alanları. Yaşamın akışında uzun uzun hesaplara, sağlamcılığa yer yok.

Ama benim için zor cesaretli olmak. Korku ve kaygı dolu cümlelerle büyütüldüm ben. Hiç cesaretlendirilmedim ve hiçbir zaman övgüler almadım ailemden. Ne edebiyatta aldığım ödüllerde, ne de dans ederken veya spor yaparken görünür olduğum zamanlarda. Sadece onların işine yaradığım durumlarda az buçuk övülür gibi oldum.

Peki ben kendimi övemez miydim? Kendime değer biçemez, içimden hesap kitap yapamaz mıydım? neden bu kadar mıhlanıp kaldım insanların, özellikle de ailemin iki dudağı arasında?

Cesaret yaşamın bir noktasında yeniden kazanılabilir mi? Kaybedilen yıllar, hakkı verilmemiş yetenekler yeniden hayat bulur mu? Bazen kendi atıllığına şaşırıyor insan...









6 Mayıs 2025 Salı

EŞ ZAMANLILIK

 

Hıdır ve Hızır Aleyhisselamın harıl harıl çalıştığı sabahta, semaya yükselen dileklerin, yakarışların uğultusundan olsa gerek, beş buçukta uyandım. İşin aslı, sabah erken uyanmayı değil, sabahın kendisini çok seviyorum ben; sessizliği bölen kuş cıvıltılarını, serinini, tertemiz çiçek kokularını ve güne mavi bir filtreyle girişimizi.

Dün uzun zamandan sonra en güzel İstanbul günümdü. Koşmadan, kovalamadan, çirkinliğe ve telaşa yenilmeden sakince dolandım şehirde. Güzel olana açtım gözlerimi. Binaları, ağaçları, denizi seyrettim. Doya doya baktım şehrin yüzüne. Sanırım O da bu ani ziyaretimi sevmiş olmalı ki, eski günlerdeki gibi cömert ve görkemliydi. 

Tevazu İstanbul'u anlatmaz çoğu zaman. Kendince merhametli tarafları olsa da başına gelen onca şeye rağmen en fazla kibirsiz diyebiliriz onun için. Kibirsiz ama vakurdur. 

Zaten yedi tepeli bir şehrin hangi tepesini eğseniz, bir diğeri ayakta kalmaz mı?

Özlemişim çarşıyı, Nuruosmaniye çınarlarını, denizin kokusunu. Bir zamanlar sıradan eylemlerin arasında ayrıcalıklı bir yeri olan vapur sefalarımızın yıllar öncesinde kalmış olması ne tuhaf...

Ama deniz, deniz seksen öncesindeki gibi kokuyordu. Sanırım en çok bu koku mutlu etti beni.

Eş zamanlılık mı? Bir mektupla gelen ölü dalgaydı. Şimdi yeni birgün:)

4 Mayıs 2025 Pazar

İSTAVRİT

 


BİR ZAMANLAR ÇOK KALBİM KIRILIRDI BENİM... Ama dedim ya, bir zamanlardı ve çok, çokça, bolca kalbim kırılırdı. Mesela bir kuş düşerdi gökyüzünden, içim cız ederdi. Mahallede yampiri yampiri yürüyen kedi görsem kalbimden "Ah!" sesi yükseliverirdi. Eskidendi bütün bunlar, çünkü o vakitler kanatları kesilip, dili lal edilerek yeryüzüne atılan bir peri kızıydım, dehşetten sus pus olmuştum.

Yıllar beni değiştirdi. O körpecik, zamansız peri kızından, orta yaşlılık yıllarıma hızlıca geçiverdim. Bedenimin ölümlülüğüne uyanmak, neye kırılacağım konusunda gençliğime nazaran daha seçici yaptı beni. 

İstavritler mesela; yıllarca yüreğimi didiklediler. Göze alınmayışımı, kalpten sevilmeyişimi, köprü altında yediğim ve zehir zıkkım olmuş bir yemeğin sevimsiz hatırasını anlatıp durdular.  Sonunda anladım ki boşunaydı istavrit ölümleri; afiyetle yememiştim, yemeyecektim istavritleri ve kalbimi daha fazla didiklemelerine de izin vermeyecektim.

Öğrendim biliyor musunuz? Zor yoldan da olsa istavrit sezonuna gülümseyip geçmeyi, tüm bunları hatırlasam da ah vah etmeden devam edebilmeyi becerdim. Sonra mı? Pişirdim makarnamı, açtım biramı tabii :))

2 Mayıs 2025 Cuma

BİR ZAMANLAR İSTANBUL'DA SADECE BAHARI DEĞİL, MÜZİĞİ KUTLARDIK...

                             

                                       https://www.youtube.com/watch?v=jk4I0Y8SMd0


Biliyorsunuz, ya da bilmiyorsunuz, üç aydır iyileşmeye, nicedir yüzüne bakmadığım kendime, yeniden ulaşmaya çalışıyorum. Ağrılarımdan, kilolarımdan, uykusuzluğum, kronik stres kaynaklı nice ıvır zıvırım ve hayal kırıklıklarımdan azat edildiğim bir yaşamın peşinde yeni doğmuş bebek misali emekliyorum. 

Bazı günler  hayat su gibi akarken, ama şelale falan değil de daha ziyade çeşmeden orta ayar bir akış hayal edin, bazen de öyle sabahlara uyanıyorum ki saatler donmuş bir göl gibi yanağıma yapışmış oluyor!

Kimse bana ne işin var soğuk havada göl kenarında falan demesin lütfen, öyle işte.

Neyse konumuz İstanbul'un ısınmayan havaları ama aklını kaçırmış yeşilliği değil, bana o akmayan günlerde en lazım olan şey; müzik. Şehirde müzik kalmadı. Dinleyeceğimiz, dinlemeyi hayal edeceğimiz konserler artık yok. Biletini kovalamak ve davetiye için nefes tüketmek icab eden tek bir program yok. Vakıf ölmüş, müzik ve müzisyen adı altında müsamere tadında şeylerle keriz sakinleştiriyorlar... Üzüldüm, gerçekten üzüldüm. Zira Aya İrini bahçesinde gezmeyi, akşamın renkleri çökerken kiliseye girip günün son renklerini nişin ardındaki camekandan izlemeyi özledim.. Özlemişim. Bu akşamüzeri Purcell dinlerken fark ettim ki, gerçekten özlemişim.

Çünkü müzik ilaçtır. Neşeye, kedere, düğüne, cenazeye lazımdır. Güzel bir gömlek giyip, hele bir de konser öncesi bir kadeh beyaz şarabımı içip şu Purcell Amcamı Aya İrini'de dinlesem ne olurdu sanki?

Vah İstanbul, vah bahar, vah ki ne vah müzik....