8 Mart 2010 Pazartesi

SAPANCA'DA SİS VE KAR VAR BU SABAH

JoA'nın, elinin tersiyle masasının üzerinde ne var ne yoksa temizlemek istediğini anlatan, öfke nöbetinden ziyade çaresizlik ve yorgunluk krizine benzeyen ruh hali nedense çok tanıdık geldi.
Ben henüz eşyalara zarar verme aşamasında değilim ama zaman zaman bunu şiddetle istediğimi de inkar etmiyorum. Bazen salondaki kristalleri tek tek balkondan aşağıya yolladığımı hayal ediyorum. O görüntü bile epeyce iyi geliyor. Deli falan da değilim. Tescilli deli olan dünya tatlısı bir şair arkadaşım "o çizgiyi geçtiğin an zaten sormazsın ki deli miyim diye" demişti. Aşk gibi işte, gerçekten aşık olsam, olsaydım sorar mıydım kendime acaba diye? Ya da gerçekten aşık olsaydı bu kadar matematik yapar mıydı benim duygularım ve hayatının geri kalanının garantide olması üzerine? Bu kadar bocalar mıydı ben ve diğer her şey ve herkes arasında? Neyse konu aşk değil bu sabah, hayata dair karışık duygular... Bizi uyutmayan, düğüm düğüm içimizi kilitleyen duygu ve düşünceler... Düşüncelerim.

Sapanca'da uyanmak ve uyandığımda bütün gölü ve dağları kaplayan sisle karşılaşmak içimi ürpertti. Yatağa döndüm ve yorganın altına saklandım. Saat daha 6 bile olmamıştı. Neden kalkacaktım ki? Oysa Pazar günü yapacağım Eyüp, Fener & Balat rotasını tekrar etmem gerekiyordu. Derginin yazısı yetişmeliydi ve kartvizitlerim için Hakan'ın beklediği resmi tarayıp göndermeliydim vs vs vs. Ama 8'e kadar saklandım. Abuk subuk rüyalarla, uyanık olmak arasında çırpınmaktan sıkılınca da kalktım.

Bazen hayatı bildik anlamda yani öğretilen düzende yoluna sokmaya çalışmak çok yorucu geliyor. Oysa tam tersini başardığımda, daha verimli çalıştığımı, daha mutlu hissettiğimi de gayet iyi biliyorum. Bu yüzden Londra günlerimi özlüyorum. Bu yüzden Külkedisi ile yaşarken yakaladığımız rutinde çok iyi hissetmiştim. Ve yine bu yüzden Yalıkavak'da kızlarla yatıp yuvarlana geçirdiğim bir hafta acayip iyi gelmişti... Sanırım Momo'yu bu kadar sevmemin altında yatan sebep de bu; içini dinleyerek yaşama anları.

İnsanın kendisi için doğru olanı sezmesi ama onu hayata geçirecek gücü toparlamakta zorlanması inanılmaz bir çelişki. Beynimi ikna etmekle harcadığım zaman beni bir yere götürmedi. Geldiğim nokta ortada işte. Hala da başarısızım kendimi ifade etmekte. Momo'nun çöpçü arkadaşı gibi yapmak lazım hayatta; bir süpürge, bir nefes..... Yoksa soluk soluğa yığılıp kalcağız bir köşede.

İnsan, neye ihtiyacı varsa onu öğretirmiş diğerlerine, ya da neyi öğrenmeye ihtiyacı varsa bazen tam zıddı ile gelirmiş ders hayatta. Şimdi İstanbul'u anlatıyorum insanlara. Ben ne kadar biliyorum diye sorarsanız, sadece öğrenciyim. Hevesli, heyecanlı bir öğrenci. Ve çocuklara yoga yaptırıyorum. Daha çok yeniyim bu işte. Fakat onlarla oynarken, hoplayıp zıplarken yüreğimdeki düğümlerin çözüleceğine ve gün gelip aklımı kullanmadan sadece kalbimle yaşayabileceğime inanıyorum. Beni hayatta tutan sağı solu kırıp geçirmemi engelleyen de sadece bu inanç. Bir gün yeniden en saf halime yaklaşabilmek...

Bu sabah sisten neden bu kadar korktuğumu düşündüm. Dalışı bırakma sebebim geldi aklıma. Belirsizliğe dayanamıyorum. Belirsizlik üzerine aklımın yazdığı senaryolarla kalbimin devre dışı kaldığı durumlara dayanamıyorum. Hala teslimiyetin T'sindeyim!

Sapanca'daki sis dağılınca gördüğüm kar manzarası gibi bir sabah içimdeki saf ve gerçek duyguları görmeyi umuyorum: Aslında kimi sevdiğimi, kim olduğumu, nereye gitmek istediğimi, gerçek dileklerimi...

Şimdi Kerubim için çalışmam lazım.

9 yorum:

JoA dedi ki...

evet, budur işte:) öpüyorum.

Fortunata dedi ki...

Ben de çok öpüyorum JoA, oturup uslu uslu çalışmak lazım:)

guguk kuşu dedi ki...

Sevgili Joa sayesinde, çok hoş insanlar tanıdım. Hoşluktan kastım, ruhuma hitap etmeleri, aynı pararlelde yürüyor olmamız. Seni nasıl da anlıyorum.... insanın birbirini anlaması için tıpkı radyodaki alıcı ile vericinin aynı frekansta olması gibi.
Kral, Biilge ve Soytarı adlı kştapta soytarı korku ve telaşla sesleniyordu: çok hızlı hareket ediyorsunuz, bu koşuşturma normal değil, başımıza gelecekler var, diyerek. O koşuşturmacaya kendinzi kaptırdığınızdai gri adamların kölesi oluveriyorsunuz ve bir türlü anlamıyorsunuz bile....
Dün gece yatmadan önce bepponun "bir süpürge, bir nefes cümlesini" okumuştum. gülümsedim. bizde hem "hep süpürge, hep süpürge" bir de bu yetmiyormuş gibi, aklımızda da sonraki süpürmeler, SINIRLARIMIZI HİİİÇ BİLMEDEN YAŞIYORUZ, tabi bu yaşamak mı, zamanı öldürmek mi bilinmez.
Ne kötü ben eşyalara zarar veremem, daha alasını yapıp kendime zarar vermeyi tercih edenlerdenim.nerde bende o cesaret. Kıyamam onlara, nasıl olsa paralanacak bir be herzaman var elimde.....
en korktuğum şey benim de belirsizlik, hep bilindik, avucumdaki şeylerle yaşamayı tercih edişim bundan. sen dalamıyormuşsun, ben sırt üstü yüzemiyorum, neden: ya su beni taşımazsa, suyunkaldırma kuvvetini reddeden bir salak işte: ben.
geçen joayada yazdığım gibi sokakta yaşayanlara imreniyorum için için, hayatlarındaki maddesel yükleri bir torbadan ibaret belkide sadece, o gün karınlarını doyurmak dışında ne tasaları var acaba, nedense hep bana dışardan acaip mutlu ve relaks görünürler???oysa o rahatlığı kendi hayatım içinde de fazlası ile yaşayabilirim ki, neden o zaman, neden yapamıyorum....
belki momoyu tekrar okumak işe yarar, ne dersin??

Fortunata dedi ki...

Sevgili Guguk kuşu,
Kendimi nedense hep omuzlarım kasılmış, çenem kilitlenmiş olarak yakalıyorum çoğu zaman. Sanırım rahatlamayı öğrenmemiz ve olmak için uğraşmaktan vazgeçip akışa teslim olmayı becermemiz lazım. Ve haklısın Momo'yu tekrar tekrar okumak lazım:)))Kucak dolusu sevgiler....

guguk kuşu dedi ki...

:D, bir süre sonra benim gibi dilini dişlerinin arasında öğütülürken de bulacaksın, eğer devam edersen, sırt ve yüz ağrıların dayanılmaz olacak....ilaçlar kar etmeyecek ve hadi bakalım antidepresan bağımlılığı.....sonra onu bırakma çabaları, sonra koştura koştura yeniden başlamalar, berbat bir siklus......gamlı baykuş gibi oldum ama ne çare bunlar gerçek, yaşadığım ağrıları, acıları anlatamam. soruyorum burdan bilen bilmeyen herkese bir insan bunu kendine niye yapar ki?
(hay allah buarada sokakta yaşayanlar ile ilgili yorumu öyküye yapmıştım joaya değil)

Efsa dedi ki...

"İnsan, neye ihtiyacı varsa onu öğretirmiş diğerlerine, ya da neyi öğrenmeye ihtiyacı varsa bazen tam zıddı ile gelirmiş ders hayatta"

şu yazdığın duurmu geçenlerde farkettim. Arkadaşıma bir konuda destek vermeye çalışırken, cümlelerim hep kendime dönük olduklarını farkettim. Bir yerden sonra kendi kendimin dinleyicisi ve konuşmacısıyımlarla oturup uzun uzun düşündüm.

çok içten bir yazıydı Fortunata.

Fortunata dedi ki...

Sevgili Guguk kuşu,
Yaşamak zanaat olarak da kalabilir sanata da dönüştürülebilir. Ama nihayetinde yemek, içmek, uyumak gibi basit aktiviteler zinciri. Bize zamanı haber veren şey ne? Bedenimiz değil mi? Sanırım on a teslim olmak lazım. Yani içindeki seni duymaya gayret etmek. Yoksa geri kalan her şey kalıcı sorunumuza geçici çözüm.... O zaman ne farkımız kalıyor duman adamlardan? Hİç....

Efsa,
Hayattaki en eğlenceli oyunlardan biri "kendini sobelemek":) Kucak dolusu sevgiler....

kali dedi ki...

şair? :d
aslında o çizginin yerinin sürekli "norm"una göre değiştiğini ve teknik olarak o çizgiyi(kendi çizgin) hiç bir zaman geçemeyeceğini söylemek istemiştir.

geçsen geçsen başkalarının senin adına senin için çizdiği çizgileri geçersin
onu da boşver zaten :)

Fortunata dedi ki...

Canım Kali ya... Ne kadar haklısın. S..tir ettim gitti başkalarını zaten!