12 Mart 2010 Cuma

İSTANBUL

Geçtiğimiz yılın Nisan ayından beri olabildiğince geziyorum. Kendime para babası bir sevgili bulamadığım için de genellikle İstanbul'da geziyorum. Fakat her günün sonunda anlıyorum ki "şer gibi görünen, hayır olabilir..." Niye derseniz, İstanbul inanılmaz bir şehir. Aynı sokaktan on kere geç, on farklı manzarayla karşılaşırsın! Bu kadarına da pes dersin!

Hep lafta kalan pek çok cümleyi bu şehri gezerken hayata taşıdığımı hissediyorum. Hatta ilginçtir, gördüklerimin çoğu üzüntü verdiği için olsa gerek, bazen bunları anlatacak olmaktan fena halde rahatsızlık duyuyorum. Yine de ciddi anlamda zenginleştiğimi hissediyorum. İçi peynir dolu bir çuvalda delik açmış fare misali, azar azar, zevkle, yalana yalana haz alıyorum İstanbul'dan!

Bir şehir sizi ne kadar şaşırtabilirse o kadar şaşırtır İstanbul. Ama her şey onun hangi yüzüyle dans ettiğinize göre değişir... Yanınıza kalbinizi almadan sadece paranızla gezerseniz başkadır bu şehir, elinizde kitapla gezerseniz başka... Hayaller kurarak gezerseniz ayrı şarkı söyler, hayalin kendisi olarak gezerseniz uçurur!

Atlı karınca gibidir İstanbul, bin bir yüzüyle size kucak açar. Kesinlikle dişidir bu şehir, hem de en tehlikelisinden! Ve inanın özellikle az parayla tadına varırsınız İstanbul'un. Çok para sizi sokakların kokusundan uzaklaştırır, esnaf lokantalarının tadına bakamazsınız... Pahalı kıyafetlerinizle halkın arasına karışıp sohbete dalamazsınız... Gözü ayakkabılarınıza takılan biriyle "bir zamanlar Balat..." diye başlayan sohbetlerde eriyemezsiniz.

Üzerinizdeki çulu çaputu atın, bir kot, bir kazak, rahat ayakkabılar, akbil ve elli lira ile şehir sizin! Verdiğiniz kadar alırsınız bunu da unutmayın. İstanbul takasta ruh isteyecektir, eğer sizde ruh yoksa değil elli lira, iki çuval altına bile uzatmaz elini! Bir ömür sadece gözlerine bakarsınız, rüyalarınızda...

Hiç yorum yok: