3 Ocak 2010 Pazar

Ahde Vefa.... Yola Çıktım Bir Kere.

"Bir kaç gün yazamazsam blogda, öldü falan sanmayın" diye eşe dosta haber salmıştım ya, şekilde görüldüğü üzere duramadım. Yazmak benim mide ilacım, kahvem, sevinme ve üzülmelerimi not etme ihtiyacım. Ya da hepsi ve de hiç biri!
Bu yazı için de mecbur kaldım, zira ağır tahrik vardı. Nihal halam bana yeni yıl hediyesi kitaplar aldı. Kadın ne yapsın, biliyor ki başka türlü ne alınsa "a teşekkür ederim" diyerek, evim bi yerlerinde unutuyorum. Kitaplara hiç olmazsa bir kaç gün dokunma nezaketini gösteriyorum.

Bu defa kitapları beraber seçtik. Fazla sesimi çıkartmadım, sadece birine itiraz ettim. Öbürünü açıkcası ben de merak ettim. Üzerinde "...Küçük Prens, ... Türk" vs vs gibi bir şeyler yazıyordu. Çok da fena olamazdı, belli ki içinde Küçük Prens'e gönderme yapılan bölümler vardı. Hem dünya okumuştu kitabı di mi ya!

Ben de okudum! Ve bir kez daha gördüm ki artık geri dönüşsüz bir yoldayız... Her şey çok satanlar listesine girmek için savaşta... Her şey hızlı tüketilebilir ve hap şeklinde! İşte gerçek ya da artık görüntüler dünyasına nanik yapmaya karar vermişlerin tanımıyla: gerçek olduğuna inanıp, üzerine kuleler inşa etmemiz beklenen bataklık!

Yozlaşma denilen düşman göz gören, kulak işiten her yerde. Öncelikle de tam içimizde. ( Nazmi Hocamın aktardığı hikayeyle açıklarsak su dolu kaba atılmış, altı kısık ateşte bir tencerede rehavete kapılmış kurbağalar gibiyiz. Su kaynar olsa, atlamamızla çıkmamız bir olurdu ama ılık ılık rahatlarken, ölen parçamızı hiseetmiyoruz bile!) Mesela bende. Bu kitap hakkında atıp tutmadan evvel durup kendime bakmalıyım belki de, acaba neden bu kadar tepki gösteriyorum ki okuduğuma? Çok basit: k..çım yemiyor oturup daha iyisini yazmaya. Bu kadar. Nokta. Yine de gözüm hala iyiyi kötüyü seçiyor şükür. El tembelse, göz ne yapsın gariban!

Kitap epeyce acıklı arkadaşlar. Karakterler toplama, konu da suyunun suyu... Ama gerçekten suyunun suyu. Hani ilkokul çağı için eh idare er de, bu kadar da ilkokul çocuğu yoktur gezegende! İşin acıklı tarafı, yazar iyi bir okul mezunu ve pek hevesli diye hemen Çağdaş Türk Yazarları arasına iliştirilivermiş. Hem de tek kitapla!

Eh be canım kardeşim, hadi etraf şarlatan dolu, yazık değil mi senin güzelim eğitimine, nasıl kapılırsın sen bu pohpohlamalara? Demezler mi adama yaptığın ayıp diye. Bak al işte benim gibi bir arıza okudu kitabını. Üstelik yaptığın şeyi aynen şöyle görüyorum:"La Isla Bonita"ya cover! Epeyce de kötü bir cover üstelik. Madonna'nın ekmeğinden hırsızlık ediyorsun sen. Üstelik alıcıyı da küçümsüyorsun... Egoyu yok etmekten bahsederken "siz ancak bu şekilde anlarsınız, bakın ben de bu şekilde anlatabilenim" diyorsun... ( Sahi peki ben neciyim bunları akrarırken, biraz düşüneyim... )

Elimde olsa satır satır deşifre eder, rezil ederdim seni. Ama bu ne kadar yoluma uygun olurdu acaba? Talip olduğum yoldan saptırmaz mıydı beni? Bu yüzden yutkunuyorum, bir bardak su içiyorum ve okuduğum kitabı ve yazarını zamanımı çaldıkları için affediyorum.

Yazmak benim affetme şeklim, yazmak benim yatışma halim:))

2 yorum:

JoA dedi ki...

belki bana kızacaksın fortunatacım ama vebali boynuma olsun, ben açıklayayım: "kayıp gül", serdar özkan. (yine de "isim belirtilmesin" diyorsan bu yorumu yayınlamayabilirsin elbette.)

kitap epey zaman önce dikkatimi çekti ama alıp okumadım açıkçası. "çok satanlar"dan tedirgin olmaya başladım son zamanlarda.

kitabı okumadığım için ahkam kesmeye de hakkım yok. ama "okur"un iki çift laf etmeye hakkı var. bu kimseyi deşifre etmek ya da ayıbı ortaya çıkarmak meselesi değil. madem ortada bir ürün var, o ürünü gün ışığına çıkarmaya cesaret eden, karşılığında alacağı her türlü tepkiye de hazır demektir. öyle olmalıdır. için rahat olsun:) "çağdaş" değil, "cesur" yazarlar lazım.

Fortunata dedi ki...

Sana kızmam JoA, aşkolsun. Sadece bunu görmezden gelmeyi beceremediğim için kendime kızıyorum . Ama vallahi de durum bu. Hani ağzı olan konuşuyor denir ya, burada da okuma yazma bilen kitap yazar oldu. Gerçekten üzüldüm...Kızmaktan çok üzüldüm.