28 Ocak 2009 Çarşamba

Sebepler Değişmedikçe Sonuçlar Değişmez...

"Sebepler değişmedikçe, sen sebepleri değiştirmedikce, sonuçlar değişmeyecektir" diyor hocam. Belimin ağrısına bir de boynum ağrısı eklendi dediğimde ise yine aynı cümleyi tekrarlıyor... Ardımda bıraktığım işleri temizlemeden ileri bakamayacağımı... Bedenim bana bunu anlatmaya çalışıyormuş... Üstelik, gerçeği yüzüme çarpmak bir yana, boydan boya sıvıyor her yanıma! Ben ne mi yapıyorum, değiştirebileceğim şeyler için artık hareket etmek zorunda olduğumu nihayet kabulleniyorum! Yoksa daha fazla dayanamayacağım ağrılara.

Güven Hoca ( evli olmasaydı, şu dünyada evlenmek isteyeceğim tek adamdı... ) vardı okuldayken, "insanoğlu bir sabah kalkıp haydi artık homo sapiens olalım diyerek evrimde yol almadı, bu bir süreçtir" derdi. Benim içimdeki evrim de tıpkı böyle diye düşünüyorum, bir süreç. Biliyorum ki, bu sabahı diğerlerinden daha yaşanılası kılan büyük bir değişim yok hayatımda ve olmaması da gayet normal. Peki neden ben mucize bekler gibi, o her olumsuzluğun aniden silinip gidilebileceği sabahlara inanarak ömrümün ilk yarısını telef ettim acaba? Çünkü ben evrimden ziyade devrim istedim de ondan!
Buna o kadar inandım ki, sonunda bu inadımı kendime zırh yapmayı başardım!
Sonuç? Elde var hayatın kalan yarısı. Asıl soru "şimdi bu kalan yıllarla ne yapmalı?" Külkedisi'ne göre hayatı dostlar dışında bir sevgiliyle de paylaşmak lazım. Haklı tabii. Belki de etraftaki adamlara tekrar ve kati şekilde, alıcı gözüyle bakmalıyım:)) Sıkıntı da burada başlıyor zaten, ben baktığımı görmüyorum!
Bakar körüm ben. Hatta duyar, duymazım. Tıpkı Eda Liza* gibi, işime gelmeyen bakışları görmem, işittiğimde içime dokunmayan kelimeleri duymazdan gelirim. O kelimeler, kulağımın içinde umutsuz bir tur atıp çıkmaya mahkumdurlar.

Özetlersek, gözlerini kalbime diken, kelimelerini kalbime fısıldayan birine ihtiyacım var, daha azına değil. Adamın birini alıp, yavaş yavaş "ağamsın, paşamsın" diye pohpohlayarak yola getirip, sonra da bravo bana diyerek oturup, memnun olamayacağım çok açık! Bende o yetenek yok!

Bu durumda işler ne kadar zorlaşıyor farkında mısın? Sonra kızıyorsun bana huzurevi planları yapıyorum diye... Ama ama başka çare yok ki? Aaa pardon bir tane var aslınsa, Mehmetus'un yanına gidip serserilik yapmak. Sanki hayat yirmi yaşımda kalmış gibi tüketmek ömrü.. Olmaz mı? Yine mi firar sayılır? Tamam tamam, açıyorum gözlerimi ve kulaklarımı. Sadece deneyeceğim, benden fazla bir şey umma:)) O da sırf ağrılarımdan kurtulmak için!


*Eda Liza üç yaşında!


Önemli Not. C.tesi tam gün aşramda ücretsiz etkinlikler olacak. Kim bu Nazmi Hoca ve ne halt eder bu insanlar diyenleri bekleriz:

http://www.gurudwaraashram.com/ ya da www.nazmigur.com 'dan detaylı bilgilere ulaşabilirsiniz.

2 yorum:

kelebeklerözgürdür dedi ki...

önce yanımızda hayatımızda bizimle olmayı seçecek olanı bulacağız. bunun için seyahat planlarını hatta hiçbir planı ertelemeye elbette gerek yok. bel ağrısını iyileştirmeye gerek var ama :)...

bir laf vardır kardeşim çok söylerdi. iyiliğin yolu cehennemden geçer diye...o hesap...mucizelere giden yol da sabırdan azimden mi geçiyor acaba..:)

Fortunata dedi ki...

Sevgili Külkedisi,
Kesinlikle haklısın; kadehimi, pardon kahve fincanımı ertelenmeyecek planlara ve yanımızda olmayı seçenlere kaldırıyorum. Şerefe!

Ve Hasan'a; dilerim cehennemden çıkmamıza az kalmıştır:))