3 Ocak 2009 Cumartesi

Lingua Franca

Dün Erol Hocam ve Orhan Abi (bu kelimenin ağabey diye yazıldığının farkındayım ama gerçekten yoruyor beni!!!) ile İstanbul Yelken'deydim. Ne zamandır böyle güzel bir sohbetin ortasına düşmemiştim. Sanırım sırf bu nedenle benden en az yirmi yaş büyük bir sevgili isteyebilirim. Yani şöyle sabahlara kadar sohbet edebileceğim, hatta anlattıkları karşısında gözlerimi kocaman kocaman açıp, sessizce dinlemekten gayrı kımıldayamayacağım adam gibi bir adam. Ama nerede? Yok ki! Var da biz mi almıyoruz sanki.

Şaka bir yana gerçekten inanılmaz bir öğleden sonra geçirdim. Ne zamandır hocamla dertleşmeyi, denizi ve sarayımı seyrede seyrede kahve içmeyi özlemişim. Hem de ne özlemek! Eh bütün bu güzelliklere Orhan Abi'nin derya deniz bilgisi, görgüsü ve beyefendiliği de eklenince hayat aniden nasıl güzelleşti ve tadına doyulmaz oldu bilemezsiniz.

Neden kalmadı ki bu adamlardan? Hani çok şey midir istediğim; üstü başı temiz pak, özü sözü bir, görmüş geçirmiş, egosunu yenmiş. Ve hala yakışıklı! Yani tamam, seksi diyemeyeceğim ama basbayağı yakışıklı adamlar işte. Eminim çok değil on yıl önce karıları telaş içindeydiler, amanın biri gelip çalar mı diye! Fakat marifetli hanımlarmış ki, bu abiler hala evli ve torun torba sahibi insanlar.

Gelelim asıl konuya. Kulüp şahane olmuş! Deniz eskisi esyaların arasında deri koltuklarda oturmaya bayılıyorum! Yaş ortalamasının elli oluşu sebebiyle, azıcık huzurevi tadı varsa da, bu durma şimdiden alışmak lazım. Malum bizde çoluk çocuk yok. Sonunda gideceğimiz yer orası:))

Dünün en önemli sohbet konusu elbette her zaman olduğu gibi deniz ve yelkendi. Geçenlerde tersaneye bir tekne gelmiş kuzeyden. Orta yaşlı bir çiftmiş sahibi. İnsanlar tam benim hayal ettiğim seyahati ters yönden başlatıp buraya kadar inmişler! Üstelik çok uygun rakamlara! Düşünün; Norveç kıyılarından çıkıp, şöyle bir Baltık Denizi turu atarak, Avrupa'daki kanallar boyunca süzüle süzüle inmişler Karadeniz'e! Vaybe!

Hocamın söylediğine göre bazı kanallarda köprüler açılmadığı için böyle bir gezide yelkenli kullanışlı olmayabilirmiş. Yani hareketli salma ve yatırılabilir yelken de mümkün tabii ama ne gerek var o kadar kasmaya? Hem zaten pek harika bir yelkenci sayılmam ben ama dümende gayet iyiyim ve bu gayet yeterli olacak bizim için.

Şimdi hayal ediyorum; gözlerimi kapadım, başladım tekne alışverişi yapmaya. Malum tekneyi alacak değiliz, o kadar paramız yok! Hocam kiralarız dedi de o sebeple hemen kapadım gözlerimi. Önce koşarak Helly Hansen satılan bir mağazaya dalıp kendime en sıcak tutan içlik ve tulumu alıyorum. Ardından kalorisi yüksek ve pişirmesi en kolay yiyeceklerle ilgili bir liste ve yola çıkacağımız mevsime göre, indiğimiz marinalarda giyebileceğim minimum kıyafet işini çözüyorum. Sonra ayaklarımı sürüye sürüye kuaföre gidip saçlarımı kısaltıyorum. Malum su çok kıymetlidir teknede ve bir ay boyunca sadece uğradığımız marinalarda uzun uzun yıkanma şansımız olacak.

Ben bu ıvır zıvır işlerle uğraşırken hocam rotayı çıkartıyor. Ben de o rotada neler varmış bir bakıp, gezilecek yerlerin listesini yapıyorum. Ayrıca yola çıkmadan evvel F. Braudel'in tüm Akdeniz kitaplarını yanıma alıyorum ki, tutacağım seyir defterinde bana ilham versinler! Yarabbim hayali bile ömrümü uzatıyor!

A, unutmadan Orhan abi acayip bir kitaptan bahsetti adı: The Lingua Franca In The Levant. Bu kitap yüzyıllardır Akdeniz'de ticaret yapıp, savaşan insanların ortak diliymiş. Daha önce bir kez daha bu konu hakkında konuşulmuştu ama böylesine önemli bir eser olduğunu bilmiyordum. Meraklıları gidip Denizler Kitapevi'ne sorabilirler. Ben daha bakamadım ama bu seyahatten evvel gidip bir tane alacağım kesin!

Düşünsenize, birbirlerini hiç tanımayan ve bambaşka kültürlerden gelen bütün bir Akdeniz havzası insanları, yani daha doğrusu denizcileri aynı dili kullanmışlar! Osmanlısı da, Cenevizlisi de , Kuzey Afrikalısı da bu sayede anlaşabilmiş! Ancak bu dilin sağladığı iletişimle kültürler arasında alışveriş mümkün olmuş!

Zamanda yolculuk yapıp, bir Venedikli tüccarın gemisiyle liman liman gezebilmeyi ne çok isterdim.... Kimbilir, belki de bir önceki hayatımda fazlasıyla gezdiğim için hala kök salmayı reddediyorum? İnsan karmaşık bir canlı!

İşte böyle, hayalimi paylaşmak istedim. Hani bu yıl gidemedim diye sanılmasın ki Kuzey Kutbu'na yolculuğumdan vazgeçtim. Asla! Evet, fena halde belimin ağrıdığı doğru ama daha fazla spor yapabilirim ve yelkensiz de gidebilirim. Elim kolum hala tutuyor şükür!

Hiç yorum yok: