11 Ocak 2009 Pazar

Geçmişe Methiye Düzmekten Sıkıldım!

Bugün yılın en soğuk günüydü ve ben
camiinin taş avlusunda donmak üzereydim. Ama donmadım; hiç tanımadığım ya da yıllardır cenazeden cenazeye görüştüğüm insanlar tarafından kucaklanmak, öpülmek kalbimi ısıttı.

"Ben seni bir yaşındayken Emirgan'da kucağımda taşımıştım" diyen kır saçlı yakışıklı amcalar, "aaa, ne kadar büyümüşsün" diyerek yüzümü avuçları arasında sıkıştıran dünya tatlısı teyzeler ve çaktırmadan bekar mıyım, evli miyim öğrenmeye çalışan sevimli kayınvalide adayları... Hepsi çok içtendi.

Bir ay içinde, aynı insan topluluğuyla ikinci kez cenaze evinde buluşmak garip bir sosyalleşme olsa da, hoşuma gitti. Bambaşka yerlerde gezindi aklım, kalbim...

Aslında ben düğünleri pek sevmem, hele nezaketen davet edilmiş insan kalabalığı ile dolu olanları hiç sevmem. Açıkcası kendi düğünüm dışında eğlendiğim bir düğün de hatırlamıyorum. Doğum derseniz, doğurmadığım için nasıl bir his bilmiyorum. Sadece Agi, beni Budapeşte'den arayıp, yarım saat evvel Leyla Nora'nın doğduğunu söylediğinde, sanki öz kardeşimin bebeği doğmuş gibi sevinmiştim. Hayatımda ilk defa o zaman sevinçten ağlamıştım.Yani insanların sosyal bir canlı olarak boy gösterdikleri iki aktivite hakkında tüm deneyimim bunlardan ibaret diyebilirim.

Fakat şimdi görüyorum ki, cenazelerle ilgili algımda son aylarda epeyce değişlik oldu. Artık daha iyi anlıyorum aile olmak ne demek; ağlarken gülmek, birbirini yeniden keşfetmek... Araya giren yılları yok sayarak kucaklaşmak, şakalaşmak...

Uzun zamandan sonra ilk kez, evlenmek ve aile kurmak üzerine içimde bir kıpırtı hissediyorum. Elbette bu konuda bir şey yapacak değilim, bir evlilik programına gidip koca aramayacağım ama hiç olmazsa kalbimin ve hayatımın kapılarında beslediğim timsahları evcilleştireceğim ve bir daha kimsenin kafasından aşağıya kaynar yağ kazanları boşaltmayacağım.

Yılın son ayında, ani bir şekilde aramızdan ayrılan dayımı tanıyamadığım için hala çok üzgünüm, yine de onun çocuklarıyla oluşmaya başlayan bağ için seviniyorum. Bugün ölen yaşlı kadın için de üzgünüm; onu fazla tanımasam da bana yaşattığı deneyim için müteşekkirim. Meğer ölümler ve ölüler de hayatlarımızda iz bırakabiliyorlamış. Bu demektir ki P. Özer haklıymış; ölüm bir son değil, sadece henüz tanımlamakta zorlandığımız bir geçiş.

Hayat böyle bir şey, her zaman kazanmıyoruz ama aslında gerçek anlamda hiç kaybetmiyoruz. Her kazanç nasıl içinde kayıplar barındırıyorsa, her kayıpta da umulmadık kazançlar var. Her şey görmeye hazır olup olmamakla ilgili.

Dediğim gibi, sanırım anladım ben 2008 yılının mesajını; benim olmayanı bırakmam gerektiğini söyledi; ciğerim söküle söküle bıraktım. Hayallerine gerçek karıştır, iyice çırp dedi; çırptım. Şimdi, yeni yaptığın kurabiyeleri fırına koyabilirsin diyor; koyuyorum. Hayatımın yönünü geçmişten geleceğe çevirdim; iskandil sallandırdım içime - ve senin içine - ama bir yere dokunmadı, dokunamadı. İpi kestim mecburen.. Biliyor musun, beni hiç tanımadığın bir köşe yazarını okur gibi okumana artık gücenmiyorum. Çok şey öğreniyorum senden ve öğrendikçe daha da uzağa savruluyorum.

Bu gece kalp pusulam kuzeyi, kaderim yeni hikayeleri gösteriyor. Beklemeyi bıraktım; yaşamayı seçtim. Artık sitem yok, satır aralarında "Ömrümün İsteği" demek yok. Çünkü "o" benim geçmişim, şimdi geleceğime yatırım zamanı. Üzgünüm... Hiç olmadığım kadar kırgın ve üzgünüm. Ama geçecek; hiç bir duygu nihai değildir.*

Dün sabah vapur sarayın önünden geçerken anneme ve martılara baktım. Gülümsedim; benimle bu manzarayı seyretmemeyi tercih edene ilk kez kızmadım, sadece seçim yapmıştı. Ve beni seçmemişti. Bu kadar basitti! Onun gerçekliğinde bir rüya kadar siliktim. Peki ben neden anlamakta bu kadar zorlanmıştım? Neden birlikte seyredilemeyen manzara için kurmaca yazılar yazıp durmadan kendi içimi kanatmıştım? Neden sımsıkı yummuştum gözlerimi gerçeklere? Nasıl ben hayatta bazı durumları ve insanları tercih etmeme hakkına sahipsem, elbette aynı haklar diğerleri için de geçerliydi.

Hayatın bana getireceklerine hazırım. Uzun süre komada yatıp, tam fişi çekilecekken hayata dönen biri gibiyim. Dönmek zorundaydım çünkü hayat "hazır mısınız Elvan Hanım, devam edebilir miyiz?" demiyor. Ya da benim öncelikli olduğunu düşündüğüm bazı işleri yoluna koymamı beklemiyor. Onun bir akışı var ve hızı bana bağlı değil...

Beni göze alamayanlara karşı beslediğim olumsuz hisleri terk ettim bu gece, bana gülümseyenlere açtım gönlümü. Benim mucizem bu uyanıştan doğacak. Beni seven ve beni göze alan birileriyle tanıştım bile:)), bunu gerçekten hissediyorum. Ve ben bütün bu beklenmedik gelişmeleri, umutsuz bir hikaye için geri çevirmemem gerektiğini, ömrümün kısalığını kavradım. "Yazmamışlar Kaderimi Kimseyle" söylemine son veriyorum. Hatta 2010 yılında anne olurum belki? Hayat!

Virgilius'un dediği gibi birini tutkuyla ve hayatı zindan edercesine sevip, sonra yerlerde sürünmek yerine, sakin sakin sevmeyi öğrenmeliyiz. Sağol Virgilius, yazının zamanlaması bana çok iyi geldi; son beş yılım kaldığını hatırlatman tokat gibi olsa da, dibine kadar doğruydu ve kulemden sallandırdığım iskandile aşk hiç değmemiş meğer!

Ölenlere ve yaşayanlara, anılara ve hayallere, hatta hayal kırıklıklarıma ve beni göze almayanlara teşekkür ederim. Eğer bütün bu hikayeler olmasaydı, gelecek de olmazdı. Geleceğimi şekillendiren tüm yaşanmışlıklara selam olsun :))

Kimseye kin ve öfke beslemediğim, başta kendim olmak üzere tüm insanları olabildiğince anlayışla karşılayabildiğim olgun tavırlarla, akıllı ve hazzına varılan bir yıl olacak inşallah. Ne dersin Külkedisi umut var mı? Sence yoga bizi kurtarır mı?:))


*J.Winterson.





7 yorum:

No More Virgilius dedi ki...

Bir işe yaradıysam ne mutlu bana...
Herakleitos bu durum için de "uyanıklar uyuyanlardan, uyuyanlar ölülerden ışık alır" der.
Bizler kendi şiirlerimizi yazıyoruz bloglarımıza. Bazen hece vezniyle, serbest ölçüyle veya aruz kullanarak.
Benzerlikler çoğu kez vezinlerin aynı olmasından kaynaklanıyor, yoksa senin kelimelerin başka, benim tamlamalarım farklı.
Sadece beş sene meselesini değil, diğer konuyu da hatırlatmışımdır sana, aynı aruz vezninde söyleyerek - sen de melodik tınıdan hareketle anımsadım hepsi o kadar.

Çok özel bir şairsin sen.

(ne yazdığımı ben de bilmiyorum ya, idare et.)

Lupelyan dedi ki...

Ne diyebilirim ki, yazın hakkında zırvalamadan önce kendimi tutamayıp birşey söylemek istiyorum tüm samimiyetimle. Bunu uzun zamandır yazmak istiyordum ama deyim yerindeyse sallayıp durdum. Belkide inanmazsın diye yazmadım bilmiyorum. Biz seninle inanılmaz benziyoruz. Yazdığın her yazıda, okuduğum her yazında, bunu ben mi yazdım acaba diyorum kendime (gerçi bende sendeki yazım kabiliyeti yok, fikirler ve hayata bakış açısını kastediyorum). Neyse yaşam bu belli olmaz, belki bir gün tanışırız ve o zaman anlarız :)

Geçmiş ile hesaplaşma ve affetme konularında seninle aynı yerdeyim, hatta sanırım senden biraz öndeyim ben. İnan bana bu yol daha huzurlu ve eskiyle uğraşmaktan, yaşamaktan korkan günümüzün güncel tabiriyle yanlız adamlarla vakit kaybetmekten farketmediğin bir sürü güzellikler çıkıyor karşına aniden. Eğer es geçmezsen, sen bile şaşırıyorsun bunlar benim başıma mı geliyor diye? Kimbilir belki ben de benden bir parça yaratırım son 1-2 yılım kala, inancım ve umudum hala var.

Hayatın hiç birimize borcu yok, niye beklesin ki nefessiz kaldığımız zamanlarda bizi. Yaşanmışlıkları da seçen biz değil miyiz? Bunlarla büyüyoruz, gaz ve toz bulutundan şekilleniyoruz işte.. Öyleyse bundan sonra kendimiz için iyi olanı, doğru olanı seçelim. Hayat o kadar basit ve güzel ki. Evet bende dehşet içinde korkuyorum bazen, dünya , bu ülke nereye gidiyor diye. En azından birey olarak ne yapabilirim diye düşünen taraftayım. Bak aklıma ne geldi ;

ADA
Bir kıyıdan baktım dünyaya
Ellerimde tuz avucumda sedef
Bir mavilik bir açıklık
Özgürlük hasreti, yüreğime vuruyor
Nerede nerede insanlar

Dünyayı güzellik kurtaracak
Bir insanı sevmekle başlayacak her şey

0 üzüntü birden gelir
Yağmurlu havalarda
Yeniden kurarım dunyayı ben Kederlerle
Kimseler aşık değil mi bu şehirde

Dünyayı güzellik kurtaracak
Bir insanı sevmekle başlayacak her şey

Hava martılar ışıklı şehir
Sarhoş ediyor beni yosun kokusu
Hilesız kucaklamak istiyorum
Dünyayı şehri ve seni

Dünyayı güzellik kurtaracak
Bir insanı sevmekle başlayacak her şey.ZL.

Doğru yoldasın, sakın geriye bakma.
Sevgiler.

Adsız dedi ki...

başın sağolsun. yüreğini aşka açmana sevindim.
ne olursa olsun, yaşam bu. çoğu zaman onun hızına yetişemiyorum, öylesine düşüyorum ki, dizler bereli, ben şaşkın. toparlanmamı bile beklemiyor yaşam.ben çoktan bıraktım, gelip beni bulacak ve yerden kaldıracak prensin hayalini. önce ben bi kalkayım, sonra gidip ağır atlı prensi bulayım ve elini tutayım diyorum şimdilerde.
ama sanırım seni o bulacak.öyle hissediyorum.
sevgilerimle,

Fortunata dedi ki...

Sevgili Virgilius,
Belli ki güzel şeyler söylemişsin, hangi kafayla söylemiş olursan ol beni çok mutlu ettiği kesin. Sevgilerimle...

Lupelyan,
Dilerim gelecekte bir gün tanışırız. Bunu gerçekten çok isterim. Yazdıklarımda bizi birbirimize yaklaştıran ve benzerliklerimizi yakaladığın şeyler varsa ne mutlu. Bunu paylaşman büyük incelik. Çok teşekkür ederim. Ve şiir... Bence de herşey bir insanı sevmekle başlayacak. Sevgilerimle..

ArzuPınar,
Bu bloglarda nasıl olsa içimizi dökmekte ve duygularımızı yazmakta özgürüz. İşin güzel tarafı gittikçe daha fazla beslenir olduk birbirimizin deneyimlerinden, hayallerinden ..Umutlarından.
Prense gelince, bence de çok yakında bir yerlerde. Sanırım insan aramaktan vazgeçtiğinde buluyor bazen:))

Brajeshwari dedi ki...

Sevgili Fortunata
yazın yine yüreğime dokundu.Ne kadar şeffaf ve samimiydi.

Ben adil sistemin, geride kalanlarıda hoşça uğurladığımızda gerçekleştiğine inananlardanım.. Geçmişe öfkelenerek, ileride güzellikler yaratmamız gerçekten zor.Sen o kapıyı, sevgiyle kapattın ve gülümsedin. O yüzdendir belki de yakınındaki prensi görebilmen belki de..

2008 de mutlu ol dilerim. Çocuklara olan düşkünlüğünü yazılarında okuduğum için, kendi çocuguna verebileceğin sevgiyi hayal edemiyorum. Hayallerin devam etsin, sen hayal kurdukça böyle güzelleş bir de hep..

Sevgilerimle...

kelebeklerözgürdür dedi ki...

gecemin yazısı oldu bu...kendinden anlatmışsın, ama seninle dolunaylarda karşılaşıyoruz bazen, yine karşılaşmışız. seni okurken, kendi yaşadıklarıma uzaktan bakmış gibi oldum bir an. ürperdim. hem tesadüfe, hem benim o kadar seslice kendime diyemediklerimi senin her zamanki gibi ustalıkla ve cesurca ortaya koyuşuna...açıp kalbinle konuşurken, bu gece galiba benim de içsesim oldun...artık/henüz yaz-a-mayan benim için, dönüp dönüp okuyacağım bir yazı yine...bencillik kısmını, beni geçelim...

bu sene sanki sembollerle gerçeklerin delice örtüşüp, mucizelerle tesadüflerin elele verip bir ağızdan birşeyleri bağırdığı bir zaman dilimiydi. senin için özellikle...kulak tıkadık bazen, bazen de kulağımızı kalbimize dayadık. anlamaya çalıştık yine de sonunda...sen, anlamış gibisin. hani her şey aslında hep bir anda olur ya...anlar birikir, hazırlar, ama bir an'dır, bir kıvılcım o aydınlanma anı....zweig'ın "kişinin yıldızının parladığı an"ı gibi...onu yakalarsan, seni yeni yolculuklara taşır. dilerim senin için böyle olmuştur şimdi.

sevgi hiç bitmez...sadece form değiştirir. ve kim neye hazırsa, ona o verilir.

"Benim mucizem bu uyanıştan doğacak." enfes! her mucize uyanıştan doğmaz mı sevgili rapunzel?...yoga bizi kurtarır mı? no...ama bizi başkalarının rüyalarından, başkalarının uykularından çekip çıkarır, kendi rüyamızla kendi uykumuzla tanıştırır belki...o zaman bizim kendimizi kurtarmak için bir şansımız olmaz mı? :)

hazır olmak ve bulmak dileğiyle....

Fortunata dedi ki...

Sevgili Brajeshwari,
Güzel dileklerin için çok teşekkür ederim. Hepimiz için iyi şeyler olmasını diliyorum. Ve sanırım kendimi cezalandırmaktan vazgeçerek epeyce yol aldım:)
Çocuklar konusuna gelince... Gerçekten onlarsız bir hayat bana inanılmaz anlamsız geliyor. Dilerim anne olmadan ölmem. Ama bir çocuğum olmazsa da evrenin bana mesajını görmeye çalışırım. Tek istediğim bana sunulanı kaçırmamak.Sevgimle..

Külkedisi!
Nihayet buradasın ve artık lıkır lıkır içebilirim, pardon yazabilirim! Hatta bak, başladım bile:))
Biliyor musun, beni başkalarının rüyalarından kurtarıp, kendi uykuma yatıracak yoga derslerinde yan yana uzanmak istediğim bir tek sen varsın. Belki sırf bu yüzden yazdıklarım sana iç sesin gibi gelmiştir. Sen benim kendimi bağıra bağıra anlattığım, sembollerimi okuyabilen, geçen yılı çemberleri kırıp geçirerek yaşamamı sükunetle izleyen en kıymetli kahramanımsın, dostumsun. İyi ki varsın!
Unutmadan; şansımıza inanıyorum.