An itibariyle blog yazarı değilim. Yanlış görüyorsun, aslında burası da blog sayfası değil. Evinde, odasında kendi defterine karalayan ufacık bir çocuğum yeniden. Masmiyetini kaybetmiş sayfalara geri dönmek niyetiyle buradayım. Ortalık yere bırakılmış, önü ardı üç beş kişinin karıştırabileceği bir deftere bakıyorsun. Sakınımsız, saklamadan, nasıl anlaşılırım kaygısına yenilmeden yazıyorum.
Ah bir bilsen neler neler oldu yıl biterken. Ne kadar zorlandım ve hala zorlanmaktayım bir anlatabilsem... Halil Cibran'ın dediği gibi "anlatamadıklarımı anla lütfen"
İletişimin başladığı yer orası...
Müthiş bir açık kalp ameliyatından çıkmış yorgun bir cerrahın, rutini gerçekleştirmiş olmasının huzuru var yüreğimde. Kaçınılmaz müdahale nihayet yapıldı. Ertelenen gerçekleşti. Önlüğümü giydim, eldivenlerimi taktım, tüm kaypaklar adına derin bir nefes alarak kalbimi masaya yatırdım! Önce bütün kanı boşalttım. Sonra ince ince dilimledim. Damarları, kasları lime lime ettim. Tüm hücrelerimi dikkatle inceledim, dile gelsinler diye kulak kesildim. Aslında kırmızı değilmiş kalp kaslarım, buna pek bi hayret ederek özenle, tek tek diktim kesileri. Sonra yavaşça yuvasına yerleştirdim kıymetlimi. Kanı pompaladım.
Söylesene, sende bırak bunu gerçekleştirmeyi, böylesine meşakkatli bir eylemin onda birini düşleyecek cesaret var mı? Yok. Sende varlığa sahip çıkmak adına hiçbir veri, uyanma alameti yok.
Mevcut olmayanı beyhude aramamalı insan.
Neden kötülere "sen kötüsün" demeyiz? Neden yaptıkları hataları, çirkinlikleri, zayıflıkları yüzlerine vurmayız karanlık ruhların? Çünkü değmez. Çünkü anlayacak olan, olanı olduğu gibi görmeye cesareti yeten zaten sezer, kendiliğinden durur düşünür. Uyanışa, o idrak anına ite kaka getiremeyiz insanları.
Uyanmak, insanın kendi iradesiyle başarabileceği bir eylemdir.
Hepimiz gücümüzün başladığı ve bittiği yeri görecek kadar şanslı olmadık belki şu hayatta. Kabul basamağı zorlayıcıdır. Ama olsun, er ya da geç bu basmakta durup "vay be, nereden nereye geldim" diyebilmek güzel his olmalı di mi?
Dün gece rüya gördüm, hayatta bana en büyük kötülüğü yapmış karanlık bir çift, tuhaf bir kabul töreni gerçekleştiriyorlardı. Kadın avucuma düğüm olmuş bir zincir ve dokuz taş pırlantalı bir kolye bıraktı. Aramızdaki ilişkiyi sembolize ediyormuş dokuz... Sonra dev bir obje verdi kucağıma, bir panda gibi yumuşak, ama daha şekli belirsiz, fonksiyonu belirsiz tuhaf bir şey.
Bütün bunlar yetmedi, onların karanlık, eski ve zevkten mahrum evinde oturdum, kayalıklarla çevrili bulanık havuzlarında yüzdüm. Ferahlamak bir yana, pis bir yağa bulanmış gibi hissettim kendimi.
Ben bu yıl karanlıktan sıyrıldım. Çünkü ben bu yıl o karanlığın ortasından geçtim, dibine daldım, suyunu lıkır lıkır içtim.
Öyle güzel bir ruh durumuyla giriyorum ki yeni yıla, keyfime diyecek yok.
Aydınlığın, insanlığın, merhametin annesiyim ben. İyiliğin, şefkatin, şifanın sevgilisi, paylaşmanın, birleşmenin, çoğalmanın çocuğuyum. Her şey ve hiçbir şey olmanın dengesiyim.
Mutlu Noeller şimdiden, nice güzel seneler hepimize...