7 Aralık 2020 Pazartesi

YÜZÜK




 

İyi akşamlar, bir an için dolma gibi şişmiş parmaklarım ve on aydır manikür nedir unutan tırnaklarımla ilgilenmeyi bırakıp, şu yüzüğün güzelliğine bakar mısınız? Evet, cildim de kuru, sabun manyağı olduk ya hep birlikte unuttunuz mu? Kantaron yağı falan kullanıyorum aslında ama hangisi daha iğrenç kararsızım; hindistancevizine bulanıp kurabiye gibi kokmak mı, yoksa kantarona düşüp acı acı zeytinyağı kokmak mı?

Neyse, konumuz aşk.

Geçtiğimiz günlerde Sevgi Teyze'ye haftalık ziyaretimi yapmıştım. Kendisi çok sevdiğimiz bir aile dostumuzdur. Yaşını söylemekten hiç hoşlanmaz, fakat tahminime göre sekseni devirdi. Pandemi olayında mümkün olduğunca ziyaret edip, bazı ıvır zıvır alışveriş işlerini yapıyorum kendisinin. Neden mi? Çocuksuz kadın da ondan. Bi de neredeyse tüm arkadaşları ölmüş.

Uzatmayalım, Sevgi Teyze tanıdığım en güzel kadınlardan biridir. Ben onu Ayten Gökçer'e benzetirim. Ayten Gökçer'in Yedi Kocalı Hürmüz'ü oynadığı zamanları hatırlayan var mı? Ah, o zamandan bu yana hayranım kendisine.

Sevgi Teyze de en az o kadar güzel ve yedi tane olmasa da birkaç koca eskitmiş güzeller güzeli bir kadındır. Ama hayat işte, koca da eskiyor mirim; ölüyor, boşamak zorunda kalıyorsun, falan filan. Sonuçta ne diyor Mazhar? Yalnızlık Ömür Boyu.

Sevgi Teyze ve hayatının en büyük aşkı Semih Amca, annemle babamın 1970'li yıllardan arkadaşlarıdır. Benim çocukluğumda Tepecik Camii'nin arkasında nefis bir köy evinde otururlardı. Semih Amca'yı hep kot şortu ve masmavi gözleriyle hatırlıyorum. Neşeli, hareketli bir insandı.

İkisi o dönemde büyük aşk yaşamışlar. Neden ve nasılını buraya yazmayacağım elbette fakat tam evlenecekleri zaman Semih Amca öldü. Ama Sevgi Teyze ailemizin bir üyesi olarak hayatımızda kaldı. Semih Amca'dan sonra çok da tatlı bir insanla evlendi, ancak o da uzun yaşamadı. Boşuna dememişler Allah çirkin talihi versin diye!

Ali ile Nino'nun hikayesini Semih Amca'nın çevirisinden okumuştum büyüdüğümde. Ne yazık ki onun gibi değerli bir insanla sohbet fırsatını hiç yakalayamadım. Benim agucuk mugucuk yıllarım bittiğinde, o artık aramızda değildi.

Geçen hafta Sevgi Teyze'ye uğradığımda çok keyifsizdim.. Kapıdan paketini bırakıp, haftaya çaya uğrama sözü vererek tam çıkacaktım ki koşa koşa içeri gidip bana minicik bir porselen kutuyla döndü. Şaşırdım fakat bu sevimli kutucuk hoşuma da gitti. Teşekkür ettim. "Güle güle kullan" diyene kadar da içinde bir şey olduğu aklıma gelmedi. 

Sevgi teyze, bir çay içeriz ve bana rahat rahat verir hediyemi diye düşünmüş ama her şey kapı ağzında olup bitti. İyi ki de öyle oldu. Çünkü tam kutuyu açarken, "bu bana Semih'den, artık senin" dediğinde dağıldım. Dedim ya keyfim de yoktu zaten, bu beklenmedik hediye de üstüne gelince, ağlamaya başladım.

Onlar benim gördüğüm en aşık, en sevgi dolu çiftti. Çocukluğumdan hatırladığım o basit, huzurlu ev ve ikisinin hafifliği hep sisli bir hatıra gibidir bende. Avlunun serini, Semih Amca'nın çalışma odası ve kule gibi yığılmış kitaplar... Annemin ve babamın onların yanındayken huzuru.. 

Ve şimdi bu yüzük. Zerre kadar takı sevmeyen ben, parmağıma taktığımdan beri çıkartamıyorum. Kendisine mi vuruldum, ifade ettiği aşka mı bilmiyorum. Tek hissettiğim bana çok iyi geldiği. Evet, aşırı eski, evet dökülmüş taşları var ve evet, kesinlikle çok zarif... Tam parmağıma göre olması da harika!

Sanırım uzun zamandır aldığım en güzel hediye oldu. Geçmişin güzelliklerini bir bir hatırladığım, öyle büyülü bir dönem başladı ki, muhtemelen bu yüzükle o dönemin tüm anımsamalarına evet diyorum. Yeniden inanmak, mutlu olmak ve yaratmak adına kendime verdiğim söz sanki yüzüğüm.

Manikür mü? Zaten pandemi gelmese de bırakacaktım. Geçen sene Bayındır'da odun toplarken karar vermiştim. Pandemi de bahanesi oldu:)) 






Hiç yorum yok: