8 Ağustos 2016 Pazartesi


 





 
"Gülümser, bunun ilk kez başına geldiğini, sizinle karşılaşmadan önce ölümün yaşanabileceğini bilmediğini söyler.
 
                                                 Ölüm Hastalığı, Marguerite DURAS
 
 
 
Bağışıklık sistemi her birimizde  farklı performans gösteriyor. Diğer bütün sistemler gibi zaman zaman güçlenip, bazen de zayıflıyor. Üstelik bütüncül sağlık açısından bakarsak, bu sistemin çöküşü besbelli zihinde başlıyor... Ruhun neresi yaralı, zihnin hangi noktası rutubetli ve çözüm arayamayacak kadar havasızsa işte nasıl oluyorsa oluyor ve o anda bedende bazı aksaklıklar başlıyor.
 
Önceleri beni çok güldürürdü böyle şeyler.. Bilim ne diyordu bu konuda? Yapılan araştırmalar? Yazılan makaleler? Mantıklı olmalıydı, makul olmalıydı, etik miydi?
 
Geçen yıllar gösterdi ki asıl ben bilimsel bir bakış açısına sahip değilmişim! Asıl dogmatik benmişim! Gözlerim, kulaklarım açıkmış da, kalbimi bilginin bütüncül resmine aralayamamışım!
 
İnsan, zihinde ve ruhta düşer önce, ilk kaleler orada kaybedilir. Hiç farkına varmadan yenilmeler, durup durup kendine toslamalar, gözle görülemez, elle tutulamaz...
 
Doğarken getirdiğimiz, kimilerine göre başka hayatlardan taşıdığımız izler de mevcuttur ya, bana sorarsanız biz ve şimdiki zaman fazla fazla yeteriz kendimizi mahvetmeye... Yardımsız, yavaş yavaş.... Bilmezden, görmezden gelerek, bir bir yıkarız içimizdeki kuleleri.
 
Her gereksiz mücadele bir başka yenilgiye sebep olduğundan, gün gelir sistem iyice zayıflar, sonunda o kendi halinde işinde gücünde çalışmaya devam eden organ, kas veya kemikler mızıl mızıl dile gelir.

İfade edilmeyen, edilemeyen duygu ve düşünceler, boğaza takılan lokmalarla, kendi tükürüğünde boğulma tehlikesiyle bize göz kırpar. Anlamazdan geldikçe de ses kısılması, franjit derken, tiroidler ve guatr sorunları kapıda sırasını bekler..

Atılamayan adımlara bacaklar tepki gösterirken, taşınamayan yükler için bel ve sırt isyan eder... Problemlere farklı bir açıdan bakmayı veya geçmişi anlayıp ardımızda bırakmayı reddettiğimizde boyun bu işe ne der sizce?

Dökülen saçlar acaba hangi karşılanmamış ihtiyacımıza dikkat çekmeye çalışır? Ya git gide bozulan gözlerimiz? Aslında görmek istemedikleri, ancak büyük ihtimal neredeyse her gün maruz kaldıkları ve muhtemelen de kendilerine dayatılan gerçek nedir?

Bu liste benim listem değil, uzun yıllar boyunca zihin ve beden arasındaki alış verişi incelemiş ve etkileşimi farklı örneklerde izlemiş insanların listesi. Ben bu listeden nasibini almış ve durmadan tehlike çanlarına maruz kalanlardan sadece biriyim...

Bazen halime çok gülüyorum. Elin bana yaptığı ne ki benim şu kendime ettiğimin yanında diyorum. Tek sorun, başkalarını değiştirmek ve düzeltmek için harcanan enerji ve istek, söz konusu kendimiz olduğunda nasıl da atıl... nasıl da azıcık!

Neyse, yazı bile yazamayacak kadar dağınık zihnim... Sadece kendimizi hasta etmeyelim, sık sık sobeleyelim ve kalan ömrümüzü olabildiğinde huzurlu, sağlıklı yaşayalım demek istemiştim...

Ölümü yaşamayı seçmişlerle dolu bir kentte ölüm korkusu bana öyle saçma geliyor ki.. Hey ahali, zaten ölüsünüz, şu yüzünüzün, yüzümün haline bakın diye avaz avaz bağırmak istiyorum!

Yaşayanların dünyasına kabulümü arz ederim...

Sevgilerimle..

 
 
 
 
 

Hiç yorum yok: