2 Ağustos 2016 Salı

ESKİDENDİ, ÇOK ESKİDEN...

 


 
Yıllar önceydi. Saçlarım uzun, hayallerim sonsuz ve rüyalarım arkası yarın gibi heyecanlıydı. Aşka inanmış, kazığı yemiş, huzurlu bir sevginin kollarında, geleceğimi ve akademik kariyerimi planlıyordum. O zamanlar kütüphaneler kadar sevdiğim tek yer açık denizlerdi. Huzur bulduğum adamla evlenecek ve hem açık denizlere, hem de o deliler gibi istediğim kütüphane çalışmasına kavuşacaktım! Gelsin kadırgalar, amphoralar!
Olmadı,  canımın içi  üniversitemden okkalı bir kazık yedim. Ve tabii her korkak, her cahil  gibi çözümü kaçmakta buldum.
 
Okyanusun öte tarafına gidecektim fakat hayat beni sadece uzak bir adaya kadar fırlatabildi. Neyse ki o benden daha iyisini biliyordu; isabetli atış!
 
Yola çıkmadan az evvel belim tutulmuştu. Ömrümde ilk kez. Ve acı içinde fizik tedaviye giderken yolda Gülcan'la karşılaştım. Bana bir olumlama cümlesi yazdırdı. Olumlama cümlesi mi, o da ne?
 
Acıyla çıktım yola. Ardımda gözü yaşlı insanlar, bir jeolojik, bir ekonomik ve bir de ruhsal deprem bırakarak oturdum koltuğuma.
 
İlk körili tavuğumu uçakta yedim. İğrençti.
 
Birkaç hafta koltuklar sallandı, huzursuz bacak sendromun devam etti ve belim deli gibi ağrıdı. Sonra hepsini unuttum... Geçti. Geçmiş, benim olduğunu sandığım hayat, kilometrelerce uzağımdaydı. Canımı derinden yakan bir özlem, içimi kasıp kavuran ev kokusu dışında epeyce mutluydum. Aslında ömrümde ilk kez gerçekten mutluydum.
 
Kilo vermeye başladım. Eğlenmeye ve deli gibi çalışmaya. En sevdiğim yazarla aynı gökyüzünün altındaydım. Sanattan başım dönmüş, huzur dolmuştum...
 
Bunları neden anlattım bilmem... Belki de sadece belim ağrıdığı içindir. Belki de belim mutlu olmaktan çok korkuyordur?

Hiç yorum yok: