Sezgilerime, yıllar boyunca kocakarı iksiri muamelesi yapmış biri olarak, kocakarılık yıllarım yaklaştıkça, asıl kulak kabartmam gerekenin o pek beğendiğim aklım ve biri yukarıda kaşım olmadığını burnumu sürte sürte anladım...
İstanbul'a olan tutkum malum.. Bu sonradan olma aşka rağmen yıllardır, param ve zamanım elverdikçe başka şehirler görmekten geri durmadım. Çoğunu da beğendim. Her seyahat sonrasında kendimi zenginleşmiş, serpilmiş, güzelleşmiş hissettim. Şansıma şükrettim. Oysa her uçak biletinin bilinçaltımın kaçış planı olduğunu, içimdeki yara bereden ve elime yapışmış bavuldan bu şekilde kurtulamayacağımı sonra sonra anladım...
Yıllardır hep bir "gitmek" var dilimde. Bu konuda bir şey yapmıyor da değilim. Toprak aldım, uluslararası anlaşmalara baktım. Sevdiğim insanlarla konuştum. Sonuç şu ki ne sevdiklerimle bir ritim tutturup, onları da alıp gidebildim, ne de kaldığım yerde, bu şehirde huzur bulabildim..
Hele şimdi... Aranızda huzurlu olan varsa elini kaldırsın.
Sonuç olarak pek çok insan gibi zurnanın zırt dediği yerdeyim... Üstelik tam sezgilerimi dinlemeye karar vermişken, içimi duyamıyorum! Dışarıdaki gürültü öyle yoğun ki, bir şey fısıldıyorsa da ne dediğini duyamıyorum...
Adada, teyzemin kütüphanesinden bulduğum kitabın en acımasız sahnelerinden birinde ülkemin çok değil yüz yıl önce yaşadıklarını anlatan satırlar vardı. Ne çok kan dökülmişti üzerine bastığım toprakta... ne çok gözyaşı... ne çok zalimlik... ne çok kardeşlik... ne çok Habil ve ne çok Kabil...
Ben bu satırları okurken ülkenin çivisinin yuvasından oynaması pek manidar oldu. Kim demişti "hayat biz planlar yaparken olmakta olan her şeydir" ya da buna benzer bir cümle, işte buydu olup biten. Adımı, niyetimi, hayallerimi, insan ayırmadığımı, farklılıkların birlikte yaşayabileceğine dair umut beslediğimi bilmeyen biri tarafından, üstelik sırf o kendi cennetine gitsin diye yok edilmem an meselesiydi! Üstelik belki bir kaç hafta önce serin bir camii avlusunda, tıklım tıklım dolu bir tramvayda ya da trafik ışıklarında gülümsemiştik birbirimize...
Korktum. Sustum. Zaten açık saçık giyinen biri olmadığım halde, şortumun paçalarını çekiştirdim can korkusuyla.. Öteki olmaktan endişelendim.. Uyuyamadım. Çokça yemek yedim, sanki beni güçlü yapabilirmiş gibi..
Sonra silkelendim. Yaklaşık üç yıl önce ve ondan da eski zamanlarda defalarca varlığını hissettiğim yüce güce sığındım. Fısıldadım; kimsesizlerin kimsesi, orada mısın? Ben geldim yine....