28 Ağustos 2024 Çarşamba

ÜST SOLUNUM YOLLARI BİTİK

Neden kafamdan aşağıya su dökülmüş gibi terlediğim meçhul. Virütik birşeye beden tepkisi de olabilir, İstanbul'da nemin % 80'e varmış olması vesilesiyle de olabilir. Bilmiyoruz ve umurumda değil. Ne bu ya! Fakat azmettim akşam o uçağa bineceğim diye. Bakalım gündüz azmim gece de olacak mı? Göreceğiz.

Diyeceğim o ki hasta olunca işler sakat, ne tavuk suyuna çorba ne de zencefiller, c vitaminleri bir halta yaramıyor. Mesele işler buraya varmadan bünyeyi sıkı tutmakta. Bence sonbahar sert bir giriş yapacak. O yüzden meyve, sebze gevelemeye ve bolca bitki çayı içmeye başlayın derim. Ben yandım, sahiden ateşim var buarada, bari siz yanmayın.

24 Ağustos 2024 Cumartesi

ARAYIŞ

 

Arayış bitmiyor. Aramanın yorgunluğu, bıkkınlığı zaman zaman zorlasa da insan duraklama dönemlerinde daha fazla acı çekiyor. Arayış aradığımızı bulacağımızın, bulduğumuzda onu tanıyacağımızın garantisi de değil. Aramanın gereksizliğine inanan veya arayışta olmanın büyüsüne kapılan çok insan tanıdım. Baktığını görememek, bulduğuna ikna olamamak ne demek biliyorum.

Son zamanlarda herkes hayat amacını sorguluyor. Neden buradayım? Vazifeli miyim? Eskiden akıllarının ucundan geçmeyen sorulara gark oldu insanlar. Haklılar. Dünyevi eğlence, yaşama dair meşguliyetler azaldı. Sosyalleşmek ve topluluk içinde iç sesimizin vızıltısından bertaraf olmak daha kolaydı. Şimdi yalnızız ve duyuyoruz. İçeride tüm ihtiyaçları karşılanmayan bir ruh var.

Vazife kolay. Kendini fark etmek. Kendin sandığınla özünü ayırıp, özüne en yakışır şekilde kulaklarını, gözlerini açıp, en iyi versiyonuna ulaşmak. Vazife bu. Fazla mı basit? Evet basit ancak kolay değil. Dikkatini içeri çekmek ve etrafına anlayarak, hissederek bakmak hiç kolay değil. 

Arayışın değeri büyük. Bulduğunu sanma yanılgısına düşmek büyük tehlike. Her an yeniden ve yeniden aramak ve bulmak ise tek çare. 

Aramaya devam.


 

23 Ağustos 2024 Cuma

Günaydın,

Yüzmek için gün sayıyorum. Bir an evvel köyüme gidip kendimi suya basmak istiyorum. Aklım fikrim denizde. Bu yıl birkaç defa İstanbul'da yüzdüysem de bizim oralar gibi olmuyor. Neden bilmiyorum ama olmuyor işte.

Neyse, çok sıcak. Güneş sakinleşse de evden çıkabilsem.


20 Ağustos 2024 Salı

SEÇİMLER

 

Mutluluk sahiden seçim midir? Sabah uyandığımızda o gün ne yaşayacağımızı bilmeden, daha gözlerimizi açar açmaz mutlu olmayı seçebilir miyiz?

İçimden gülüyorum ve "tabii, eğer Korfu'da denize sıfır bir evde uyanmışsam ve etrafta rüzgardan başka ses seda yok ise neden olmasın?" Ama öyle değil. Beyaz pantolon giymek gibi. Hani nasıl beyaz pantolon giyince oturmadan önce refleks olarak oturacağımız yere bakarız ya veya renkli birşeye dokunmuşsak ellerimizi üzerimize değdirmeden gidip yıkarız. Öyle işte. Mutlu olmayı seçmek, beyaz pantolon giymeyi seçmekten farklı değil, dikkat ve özen gerektiriyor. Tercih etmediğimiz kişiler ve olaylar hayatımıza geldiğinde onları buyur edip, alan açmıyoruz. Onlarla aramızda geçen sohbetleri içselleştirmeden, tıpkı ellerimizi yıkar gibi sohbet bittiği an zihnimizi o kişi ve olaylardan azad ediyoruz. Elbette büyük felaketleri, çok can yakan olayları anlatmıyorum burada. Bazen gülümsemek, içtenlikle derin bir nefes almak çok zorlaşabiliyor ama ben kendi adıma daha yönetilebilir ufak tefek şeyler için lüzumsuz mesai yaptığımı fark ettim. Olay bitiyor, insanlar devam ediyor ama ben üzerime yığdıklarının altında kala kalıyorum. Geriye dönüp baktığımda oturduğum yere hiç dikkat etmediğimi ve üstümü başımı batırdığımı fark ettim. Bundan bahsediyorum.

Velhasıl mutluluk seçimdir ve mümkündür. Ağustos sıcağında evden dışarı çıkamasak da evimizin içinde yürüyebiliyor olmak ve kendi işlerimizi halledebilmek büyük bir mutluluk değil mi? Kahvaltımız, çamaşırlar, sevilecek bir kedicik, okunacak kitaplar, yazılacak öyküler bir seçim, mutlulukla ilgili seçimler değil mi?

Sende yaz, yaz bakalım alt alta bugün mutlu olmak için neler var elinde? Eminim yazdıkça şaşıracak ve sevineceksin. 

Hadi mutlu olmayı seçelim bugün.

19 Ağustos 2024 Pazartesi

DOLUNAY

 

Herkesi anlayabilmek isterdim. Korkularını, arzularını, kırgınlıklarını, umut ve umutsuzklarını. Anladım ki bu istediğim gerçekleşmesi pek mümkün değil. Kendini anlatmak, iyi kılmak ve dayanışma içinde olmak istemeyenlerle olmadı, olmayacak. Kabul ettim sanırım. 

Dolunay affetmek için uygunmuş. Öyleyse affediyorum. 

18 Ağustos 2024 Pazar

GECEYE DAİR ÖNEMLİ NOT:

Bir kez daha evlenecek olsam Saint Petersburg'da evlenir ve Trans Sibirya Ekspresi ile balayına çıkardım:))))

Not: Gelinlik istemem ama pasta olsun.

17 Ağustos 2024 Cumartesi

HALA CUMARTESİ

 

Kalktım. Balkonu silip süpürdüm. Kahvaltımı yaptım. Kızlar geç öğleden sonra rakısına rezervasyon yaptırmış. Gerçekten gitmek istiyorum ama Cumartesi Moda biraz düşündürüyor. Kalabalıklardan hoşlanmıyorum. O kadar alıştım ki gideceğim yere sabah erken veya akşam geç saatte gitmeye, başka türlüsü zorunluluk olmadıkça canımı sıkıyor. Öte yandan davetlere icabet etmedikçe gönül kırıp kendimi ıssızlaştırdığımın da farkındayım. Neyse daha var akşama.

Rüzgar durdu. Saat neredeyse üç. Bizim evin altıya kadar yandığı saatlere girmek üzereyiz. Yanmak dedim utandım. neyse, bu konuyu açmayacağım. Sadece içimden bir ses İzmir kundaklandı diyor.... 

Biraz hayal mi kursam?

Belki The Durelles seyrederim. Korfu Adası'nı görmedim ama sanki tam benlikmiş gibi hissediyorum. Deniz, adanın evleri, zeytinler, şarap ve keçi peyniri. Sanırım sevdiğim herşey Ege'de. 

Neyse, hayal kuracak kadar da gücüm yokmuş. Bişiler okumayı deneyeceğim. Güzel bir öğleden sonra olsun hepimize.

HAFTA SONU BAŞLIYOR AMA NASIL...

 

Günaydın,

Söylenecek sözlerin günden güne azaldığı, sessizce köşelerimizde ağlamanın normalleştirildiği, özgür iradeden eser kalmayan bu insanlık çukurunda içimden birşey yapmak gelmiyorsa suçlu muyum?

Zaman zaman bir fikirle coştuğumu, yazıp çizerek çalışmanın keyfiyle saatler geçirdiğimi hatırlıyorum. Uzun zamandır hiçbir şey beni kendine bağlayamıyor. Ne bir kitabı kesintisiz okuyabiliyorum, ne de bir filmi baştan sona izleyebiliyorum. Dikkatim dağınık, herşey eski ve bildik.

Birşeylerin değişebileceğine dair inancım azaldı. Yorgun ve huzursuzum. Bireysel anlamda ne kadar kendimi sağlıklı ve yüksek tutmaya çalışsam da istediğim enerjide değilim. Bazen önemli bir hastalık sinsi sinsi ilerliyor olabilir mi diye düşünmeden edemiyorum. Çünkü eğer tüm bu hissettiklerim sadece ruhumun ve zihnimin işiyse, bayağı gerçekçi çalışıyorlar. 

Etraftaki felaket haberlerinden bezdim. İnsanın insana ettiği zulüm, yükselen cahillik ve kötülük karşısında çaresiz hissediyorum. Cahilin zulmü artıyor. 

İzmir ve otuzu aşkın nokta cayır cayır yanarken nasıl bir hafta sonu olur? Bilmiyorum... Dua etmek bile zor geliyor. Oysa sahiden toparlanıp yapmam gereken şeyler var. Ama önce yatağa döneceğim. Sekiz buçuk başlamak için çok erken. Saklanmak istiyorum.




16 Ağustos 2024 Cuma

YENİ BİR DÖNEM


Günaydın,

Hayat yeniden, yeni bir yerden başlamış gibi. Romanın bambaşka bir bölümüne gediğimizi artık sezmiyor, bizzat deneyimliyorum. Burası, tam üzerinde durduğum yer elli bir yaş. Üzgün, kırgın olmaya geç kalınmış, yenilenmek ve silkelenmeye ise sahiden istekli olunması gereken yer. Hayat, bittiği yerden başlıyor, tıpkı bir ağacın devrilip gitmeden evvel bambaşka yerlerde filizlenmesi gibi. Bittim dediğimiz yerden başlatıyoruz yaşamın kalanını.

Önceki gece korkunç bir spazmla sokaklara döküldüm. Gece iki. Kalbimde, göğsümde tarifi imkansız bir sancı. Nefes alamıyor, gitgide yüksele nabzımla ne yapmam gerektiğini bilemiyorum. Tansiyon normal ama nabız inanılmaz. Düşünüyorum, üzüldüm mü? Korktum mu? Ne oldu bana durduk yere? Anlayamıyorum. Aslında neler ettim kendime çok iyi biliyorum...

Sabah altıyı bekleyip çıktım evden. Çünkü hatırladım ki acilde ekg çekip, diyazem vurup yolluyorlardı. Orada tutsalar bile yetkin biri olmayacaktı sabaha kadar. Velhasıl artık nurtopu gibi bir mide hassasiyetiyle hasbıhaldeyim. Midem "kus Elvan" diyor, "neyse sindiremediğin, hazmedemediğin kus ve artık sadece sindirebileceğin şeyleri içine al!Yoksa tadını kaçıracağım."

Anladım midem. Yeni yaşımın ilk uyarısını dikkate aldım ve kendime iyi bakmayı ertelememem gerektiğini gördüm. İhmale gelmeyeceğini, en az diğerleri kadar özeni hak ettiğini epeyce kaygılanarak anladım. Evden çıkarken belki dönemem diye duş alıp, koltuk yastıklarını düzeltmek ve Theodora'ya mama bırakmak neydi?

Kapana kısılmış, tamamlanmamış içsel dilekleriyle yaşamdan paketlenmiş gibiydim. Öfkeli değildim ama iç sesim "hay aksi, tam da anlamaya başlamıştım" dedi. Duydum.

Yeni bir dönem başladı; kendine iyi bak diyor hayat. Anladım ölümlüyüm.


14 Ağustos 2024 Çarşamba

ZEBANİ GÖRSEM SOKAKTA HİÇ ŞAŞIRMAM

 

Günaydın,

İstanbul yanıyor. Sabah sabah fırın kapağı açmış gibi başladık güne. Sonbahar kokan sabahlar bir hafta evvelde kaldı. Yeniden yazın tam ortasında gibiyiz. İnşallah ben Bodrum'dayken azıcık insaf eder havalar yoksa zorlanacağız.

Bugüne dair niyetim evden çıkmamak. Sokak kedilerine su götürmek ve komşunun yavru kedisine bakmak dışında akşam olup güneş gidene kadar evdeyim inşallah. Klima dediğinizi duyar gibiyim. Evet var, fakat bana hiç yaramıyor. O yüzden akşamüzeri tam cinnet saatinde beş dakika açıp, on dakika kapatarak o en zor zamanı geçirip tekrar pervane ve balkona dönüyorum. Bu havalar benim İzmir'e yerleşmekten vazgeçme sebebimdir. Gün gelip İstanbul'da böylesine zorlayıcı yazlar yaşayacağımız aklıma gelmezdi. Okusan okunmuyor, yazsan olmuyor. Ne yapacağını, elini kolunu nereye bırakacağını bilemiyor insan. Sağlığımıza şükrettiğimiz günlerden geçiyoruz. İyi ki elimiz kolumuz tutuyor da yüzümüzü yıkamak, delirince duşa girebilmek gibi eylemleri tek başımıza yapabiliyoruz.

Bunlar kıymetli. Yaşam hızla akıp giderken yeni yaşımda en çok hissettiğim bizim de hızla yaş aldığımız. Değişen derimiz, saçımız, bakışlarımız... Zamana ve diğerlerine dair hislerimiz.

Böyle hissetmenin ne kadarı yaş, ne kadarı ülkedeki basiretsiz muhalefet ve hırslı iktidar bilemiyorum. Sağolsunlar karanlık günler yaşatıyorlar hepimize. İnancımızı, insanlığımızı sorgulamadan gün geçmiyor. İçinde yaşadığım toplumun vahşete eğilimini hep bilirdim ama o vahşet bizim buralara ulaşmaz, kırsalda kalır sanıyordum. Oysa kırsaldan gelen insan ve onun şehirde doğup büyümüş olana karşı kini yıllardır biryerlerde mayalanıyormuş...

Buralardan elbette geçeceğiz. Hep birlikte mi? Onu bilemiyorum. Ama ben bir sonbahar sahnesi hayal ediyorum. Four Seasons Sultanahmet'deyim. Mis gibi bir Türk kahvesi söylemişim. Çiçek kokuları ve hafif rüzgar var. Etraf sakin. Kahvemi içiyorum, rüzgarın keyfini çıkartıyorum. Biraz sonra kalkıp vapura bineceğim. Yoksa öncesinde Karaköy'e mi geçsem diye düşünüyorum. Çok değil, bir ay sonra hayalimi gerçek kılabilirim. Ben içinde olduğum anda zorlanınca böyle anlık firarlarla aklımı koruyorum:) Yoksa eyvah!

Velhasıl gündüz gözüyle ne kadar zorlanırız bugün hiç bilmiyorum. Dilerim tahminlerden kolay, kolaylılarla dolu olsun gün.








13 Ağustos 2024 Salı

ÇİÇEKLER

 

GÜNAYDIN,

Ne yazsam ne yazsam diye düşünürken gözümün önüne uçuşan çiçekler geldi. Rüzgarda uçuşan ve yukarı savrulup sonra döne döne yere inen yapraklar.

Bazen bu aniden gelen görüntüler o kadar beklenmedik yerlere götürüyor, o kadar huzur veriyor ki, dünyada neden iyi ve güzele odaklanmakta bu kadar zorlandığımızı anlayamıyorum. Vazoya yerleştirilen çiçekler, Fenerbahçe'deki evde yaşayan ıhlamurun bana neredeyse her sabah yaprak yollamaları veya kitap arasında bulduğum begonviller.

Bu sabah zayıf esiyor rüzgar. Öyle yaprakları, saçları havalandıracak cinsten değil. Belli belirsiz. Çok önemli birşey olmadığı sürece kedilere  su vermek dışında evden çıkmam diye düşünüyorum. Leyla'nın verdiği kitabı bitiririm. Çamaşırları asarım ve belki yarım kalan resmi tamamlarım. 

Şimdilik sizi rüzgarda uçuşan çiçek görüntüsüyle bırakıyorum. Ön gördüğümüzden daha yumuşak, daha şefkatli ve hafif olsun günümüz.

10 Ağustos 2024 Cumartesi

YARAN KAPANACAK DİYE KORKMA ELVAN

Bizi var eden yaramız mıdır? I ıh, değildir. Fakat öyle uzun zamandır orada durmaKTADIR Kİ VE BİZ HER DUYGUYA, duygulanmaya, hissetmeye SUSADIĞIMIZDA İYİ KÖTÜ DEĞİL, SEVGİ VEYA NEFRET DE DEĞİL, SADECE HİSSEDEBİLMEK İÇİN, ADETA KENDİNİ KESEN BİR ÇOCUK GİBİ GİDER ÇARESİZCE PİPETİMİZİ ORAYA, TAM ANAMIZI BELLEYEN HATIRANIN KAN GÖLÜNE SOKARIZ! Oh oh sabahlar olmasın diye diye ve bi de kana kana içer, üzerine gözyaşları döker ve "hissedebilmenin" hazzında bir kez daha harabenin en ağır taşıyla kalbimizi ezeriz.

Yaptım. Çok yaptım. Düşüne düşüne beynimi yaktım. Bitti. Si..timin yarası kapanacak. O kadar. Bunu ben yapacağım. Yeniden ormandaki kulübemi, kabımı kacağımı bulacak  ve o merhemi karacağım. Gerekirse içime uzanmış ölüleri tek tek yeniden yıkayacak ve gömeceğim. 

Ben ölü değilim. Üzerime toprak atıp, beni yok sayan her kim olursa olsun korksun! Geliyorum, çünkü hayattayım. Sen hayatlar boyu görmemeyi seçtin diye yok olmadım ben. Şimdi ve buradayım. 

Şarkımı bulmama az kaldı. Ebru bana yardım ediyor. Öyle derinden vazgeçmiştim ki kendimden çırpınıyordum ama tekbaşıma başaramazdım... Yavaş yavaş korkuya yenilmeden, üstümü milim milim silkeyerek kalkıyorum uzandığım mezardan. İstersen küllerinden doğmak de, istersen ateşin ta kendisi harlanıyor diye düşün. Öyle bir silkeleyeceğim ki kendimi yanması gereken yanacak, küllenmesi gereken küllenecek.

Öfkemden korkma ama yaramın kapanmasından kork:)


* Tamino söylesin mi? Habibi.






DÖRDÜNCÜ GÜN....

 

Günaydın, bugün dördüncü sabah, burnuma Eylül kokuyor. Sonbahar erken belli etti kendini. Sararmaya başlayan yapraklar ve Poyraz'ın taşıdığı koku, Eylül.

Uçak biletleri tamam, yakında köyüme gidiyorum. Herkesi fazlasıyla zorlayan deneyimlerle ilerlediğimiz Ağustos kısmetse güzel bir düğünle bitecek ve ben de o düğünün konuklarından biriyim. Uzun zamandır bir düğüne bu kadar istekle ve inançla gitmemiştim. Gençler adına seviniyorum.

Birkaç gündür tatlı bir misafirim var. O da çok kıymetli bir arkadaşımın kızı ve sayesinde deliler gibi sağdan sola koşturuyoruz. Genç insanların algısı, enerjisi ve kendi duygularını ifade ederken seçtikleri şakalar hoşuma gidiyor. Hayat bir yandan kendini tekrarlarken, öte taraftan ne kadar biricik.

Bugün sonbaharın dördüncü, Ağustos'un onuncu günü. Elvan İstanbul'dan bildirdi:)

8 Ağustos 2024 Perşembe

DÜŞÜNCELER, KELİMELER VE KADER


Benim hem gayet iyi anlayıp, hem de hiç anlamadığım girift bir örüntüsü varmış yaşamlarımızın. Kitap bilgisi, entellektüel anlamda biriktirdiklerimiz toplumda saygınlık kazandırırken, öte yandan ruhumuzu küstürüyormuş. Sahte mutluluklarla, olsa ne olmasa ne alkışlarla yaşam sevincini yanlış topraklarda aramalar ne fenaymış. Bu yüzden denizde veya arazide aşırı mutlu oluyormuşum; asıl olana yaklaştığımdan, evime, içime sokulduğumdan!

İnsan doğaya çıktığında zihne pek ihtiyacı olmuyor. Şehirde ayakta kalmak üzere edindiği tüm bilgi ve beceriler işlevini kaybediyor. Bu yüzden uzun dağ, orman yürüyüşleri veya deniz seyahatleri insan ruhuna iyi geliyor. Zihin ezberini dayatacak ortam bulamıyor. Ha ateş yakacaksan, avlanacaksa  tabii lazım ama onun dışında hükmü kalmıyor.

Kendini zihin zannetmek büyük yanılgı. Zihni yönetenin ruh olduğunu, varlığı, özütü unutmak  büyük hata.

İnsan zihin değildir. İnsan zihinde kaybolduğunda, zihin tarafından ele geçirildiğinde kendini sadece zihinden ibaret zannedip savrulmaya başladığında ruhunu küstürür. Bize geçmişin acıklı anlarını evire çevire seyrettiren, kaygıya, endişeye düşüren hep ruhu kenara ittiren, ipleri ele alan zihnimizdir. Karanlık yanımız, omuzumuzda oturan şeytanımızdır zihin. Ama ona ihtiyacımız var. İnsan olmayı deneyimlerken zihin de gerekli. Sadece biz zihinden ibaret değiliz, zihin bizim enstrümanlarımızdan biri. O kadar.

Namaza durmak, meditasyona oturmak, yüksek konsantrasyon gerektiren bir işe koyulmak bu yüzden rahatlatır. Uzun uzun maviye yeşile bakmak ve sadece nefes almak. 

Zihin işlevsiz bırakıldığında insan düşüncelerini kendisi belirleyebilir. Neyi düşünmek isterse onunla ilgili görüntüler, sesler, kelimeler yaratabilir. Mutluyum der, sağlıklıyım, tadım tuzum yerinde.... Düşüncelerimiz, hayallerimiz kelimelere, kelimeler de "kendini gerçekleştiren kehanetlere" dönüşür. Zihin bizi değil, biz onu kontrol edebiliriz.

Bugün benimle başlasana iyi şeyler düşünmeye. Hadi. Tam uyanmak istediğin gibi bir odada aç gözlerini. İstediğin mevsimde, istediğin çiçekler olsun vazoda. Bugün başlasana iyi şeyler düşünmeye:)

6 Ağustos 2024 Salı

ÖĞRENİLEBİLİR, DIŞARIDAN GELEN DEĞİL, İÇERİDE HİSSEDİLEN BİRŞEYMİŞ.

 Günaydın,

Hayat okumaları yaparken, çoğu zaman unuttuğumuz şey yaşamda şimdiki zaman dışında ne varsa uyduruyor olduğumuzdur. Geçmişi anlatırken alenen uyduruyor, kendi hislerimizle adete yeniden yazıyoruz. Geleceğe not düşerken de bundan farklı bir tutumda değiliz. Yani bir kez yaşıyor, sonra ruh durumumuza göre defalarca evirip çevirip anlatıyoruz zihnimisin kesintisiz yayın yapan radyosunda. Her anlatı hücrelerde ses buluyor ve her defasında artık üzerinde durmamamız gereken ayrıntılarla ömrümüzden çalıyoruz. Yaşamda canlı ve huzurlu kalmak mümkünken ölü vakitleri dürtüp duruyoruz. Bütün bunların sonucunda da huzurumuz kaçıyor. Yani kimse değil, bizzat biz huzur kaçıran oluyoruz.

Huzurlu insanlar, huzurlu evler ve yaşamlar diye birşey yok. Öyle anlar var ve bu anlar yaratıma açık. Huzur istiyorsak ilmek ilmek dokumak tek çare.

Ben öğrenilebilir birşey olduğuna Ebru ile ikna oldum. Zihni kendi çöplüğünde başıboş bırakmak ve kuduz köpek gibi sağa sola saldırmak yerine, seve okşaya bahçede gezdirmek mümkün. Ehlileşene kadar tasmasını tutmak da şart..

İçeride, hepimizin içinde huzurlu sabahların, hafif günlerin, yumuşacık kucaklaşmaların özlemini çeken birisi var. Günü akışında yaşamak, çözüm üretirken gerilmeden sakince yapabilmek isteyen biri. Ona vermeliyiz dikkatimizi, o kazansın diye olmalı tüm gayretimiz.

Ben resim yapmaya başladım mesela. Ne alakası var demeyin, çok alakası var. İnsan günde bir saatini boya kalemlerine ayırdığında ortaya çıkan iş estetik harikası olmasa da içinde kendine, sesine kulak kabartmanın keyfini barındırıyor. Bu sabah da niyetim kargaları çizmek. Masmavi gökyüzünün altında, sarmaşığın tepesinde o kadar güzeller ki, denemek istiyorum.

Yaşamı huzursuz ruhlar olarak geçirmek tamamen öğrenilmiş çaresizlik, bir başka yolu var. Var ve mümkün:)



4 Ağustos 2024 Pazar

ZİHİN OYUNLARI

 

Günaydın,

Çok düşünmek, yaşamdaki olasılıklar üzerine kafa içinde film oynatmak insanın en büyük kapanı.  Öyle ki hayatın anlamlı anları geldiğinde en tutuk, en yanlış, en ana uymayan cümleler duyguların önüne geçip, zihnin ezberinden dökülebilir. O kadar çok çevirmiştir ki zihin o anı kendi içinde size gerçek hissinizle tepki verme alanı kalmaz.

Biliyorum çünkü çok yaptım. Bunu mantıklı olmak, zihin kontrolü sandım. Oysa zihnimin beni kontrol ettiğini, beni kenara sıkıştırıp sazı eline aldığı onlarca anı nasıl kaçırdığımı ancak şimdi görebiliyorum.

Zihnim ben değil. Onun evirip çevirip gösterdiği olasılık senaryolarının hiçbiri gerçek değil. Hepsi olasılık. Sağdan soldan toplanmış duygu ve düşünce artıklarıyla yaratılmış, hatta benim deneyimlerimle alakası bile olmayan senaryolar.

Gerçek mi? O başka. Onu görmek istiyorsak temiz ve açık kalmalı zihnimiz. Yirmi sene sonra şimdi şimdi idrak ediyorum meditasyonun ne işe yaradığını desem? 

Hayat bana kendini akıllı zanneden insanların en büyük aptallar olduğunu gösterdi. İş dünyasında veya bir işimizi organize ederken gerçekten çok kullanışlı olan zihnin, gündelik hayatta ve yaşamsal kararlarımızda, özellikle hislerimiz, gerçek arzularımız söz konusu olunca sadece düzenbaz.

Dün benim için hayatımın en öğretici günlerinden biriydi. Küçük değişikliklerin büyük fark yaratabileceğine dair yaşayarak öğrendiğim anlamlı bir gün oldu.

Pembe rengi sevmem ben. Mavi, bordo, yeşilin bazı tonları her daim favorimdir değil mi? Oysa bir demet pembe gülden daha güzel ne az şey vardır dünyada.

Nevresimimi değiştirdim, evdeki tek kocaman kocaman güllü takımı serdim. Sonra pembe eflatun bir resim boyamaya başladım. Hatta akşam pembe geceliğimi giydim. Ela almıştı bana o geceliği. Gerçekten çok güzel. beğenmiş ve kalbi kırılmasın diye seve seve kabul etmiştim ama hiç gecelik insanı olmadığımdan acaba giyebilir miyim diye içimden geçirmiştim. Şimdi seve seve giyiyorum. Tıpkı pembe çiçekli yazlık nevresim takımını serdiğim gibi.

Bunları neden anlatıyorum, çünkü zihnimiz bize tuzak kuruyor. Kimi sevip, kimi sevmeyeceğimizi, nasıl bir imaj çizmemiz gerektiğini baskılayıp duruyor. Bizi ezberden anlamsız bir yaşamda uyutmak, avutmak adı altında öldürmek istiyor.

Sabah sabah ne mi söylüyorum, şunu: oyuna gelmeyin. Zihin sizi yönetmesin, siz onu yönetin. O zaman aptal olmadığınıza, olmadığıma inanırım:)




3 Ağustos 2024 Cumartesi

3 AĞUSTOS 2026?


Günaydın,

Bizim burada saat yedi, bir saat önce uyandım. Fakat tarihe neden iki bin yirmi altı dedim hiç bilmiyorum. Günler günleri kovalarken belki zihnim artık burada, tam şu anda durmakta zorlanıyor olabilir. Gerçekten bilemedim. Ama hadi bi gidelim mi oraya, iki bin yirmi altıya?

Göksu deresine yakınım, sabah yürüyüşümü yapıyorum. Veya Anadolu Hisarı'ndayım, namazgahın önünde. Boğazın buz gibi serini yüzümde. İstanbul hala çok güzel. Gidememişim. Kalıcı bir şehri tekediş olamamış. Buraya çok yakın oturuyoruz. Yalnız yaşamıyorum. Bahçesi güllerle dolu tam sevdiğim gibi bir eve yerleştik. Hep ama hep hayal ettiğim kokuya, kentin ortasından geçen denizin havaya karışan tuz kokusuna açıyorum gözlerimi. Güllerden yayılan koku ve yosun kokusu yeryüzündeki cennetim. Hala sabahları iki fincan kahve içiyorum. Bazen bu sabah olduğu gibi uzun yürüyüşlere çıkıyorum. 

Herşey değişti. Ben değiştim. İstanbul değişti. Hala yazıyorum, okuyorum. Küçük bir sandal aldık, belki ufak kıçtan takmalı motor? Onunla kıyıya paralel turlara çıkıyorum bazen. Çok güzel bir bordoya boyadım sandalı. Ben boyadım. Kış olunca hiç üşenmiyor, bahçeye getiriyoruz.

Kış soğuk oluyor burada, Karadeniz'den sıkı rüzgar yiyoruz. Sıcak tutan, ağır olmayan kıyafetler buldum kendime. Yaz kış yürüyorum, iyice babaanneme benzedim. Kayıplar oldu son iki senede. Tabii yeni doğanlarımız da. Artık herkes kendi dünyasında yaşıyor. En sevdiklerimizle bile az görüşüyoruz. Yakın arkadaşlarımızı yatılı misafir olarak ağırlamayı seviyoruz. Bir iki gün kaldıklarında uzun uzun sohbetlere, günü paylaşmaya vaktimiz oluyor. Mutfak mı? Evet, bahçeye açılan o güzel mutfak artık bizim.

Yakınlarda temiz balık lokantaları var. Haftada bir rutin yaptık kendimize rakı balığa. Bazen keyfimiz olursa şehrin özlediğimiz uzak semtlerine gidiyoruz ama her yer çok değişti. Genellikle evde kalmayı seviyoruz. Bahçe çok oyalıyor. Semra Abla ve Mehmet Abi bize güzel çiçekler verdiler. Sık sık onları ziyarete gidiyoruz Sapanca'ya. İkisi de sağlıklı. 

Yaşamın hiç ummadığım bir yerinde, aklımın köşesinden geçmeyecek bir ihtimalde yaşıyoruz. 

Bugün üç Ağustos 2026 ise aldım, kabul. Neden olmasın?










2 Ağustos 2024 Cuma

YANILGI

 

Ardımızda bıraktığımız şahıs (lar)  onu koyduğumuz yerde, oracıkta bizi bekleyecek zannederiz. Ama adı üzerinde bu zannımızdır, gerçekle alakası yoktur.

Gerçekte O (onlar) da zamanla akmış, fizik mekanda değişiklik yaşamamış, aynı adreste ikamet ediyor olsa da  deri değiştirmiş, bıraktığımız kayanın altında kendine yeni bir kabuk yapmıştır. Bizim giden, onun kalan olması şarkıdaki gibi paradokstan başka birşey değildir*

Giden ardında kalanın son duygu durumunda demirlediğini düşünür. Kendisi başka yaşam formlarında yeniden ve yeniden çiçeklenip, mevsimden mevsime geçerken o, öteki donmuştur. Sahi mi? Öyle mi olmuştur?

Ben hem giden, hem kalan, hem vazgeçen, hem de vazgeçilendim. Hikayede her iki role de eyvallah demek zorunda bırakılmış biri olarak şu kadarını söyleyeyim canavarlar her yerde. 

Geride kalmışsan, senden vazgeçilmişse rüyalarındalar, yatağının altında, zihninin en başıboş bırakılmış, kalbinin en kırılgan anındalar. "Unuttum" dediğinde hatırlamakla cezalandırıldığın zindanda yanı başında gardiyan onlar.

Eğer giden, vazgeçmeye zorlanansan bavulunda pek sık açmadığın iç gözde, almak istediğin kararlarda, kaldığın otelin kahve fincanında, izlediğin balerinin kan dolmuş puantındalar. 

Her Allahın günü temizlemek zorundasın zihnini. Ruhunu yıkamak, kelimelerini tek tek seçmek zorundasın. Akan zamanla uyumlanmak, sonsuzluk yanılgısından çıkmak, büyümek zorundasın. 

Ha bi de sadece kendine varmak için çıkmalısın yola, sadece bunun için vazgeçmelisin diğerlerinden ya da tam tersi senden vazgeçildiğinde kendinle kalmaya hevesli, istekli olmalısın. Yoksa büyük yanılgı olur.



*kimdi giden, kimdi kalan, giden mi suçludur her zaman....

1 Ağustos 2024 Perşembe

ATEŞKES DENEMELERİ

 

HELLO Ağustos yoksa Augustus mu demeliyim?

Bence yaz sıcağına en yakışan müzik bossa nova. Nasıl insanın kafası ağır viski veya kallavisinden roman kaldırmıyorsa, ruha da müziğin hafifi gerek:)

Zaten yazı şehirde geçirmek büyük hata. Yandık kül olduk arkadaş. Her gün mü stres, her an mı savaş mı olur havada vre! Neyse, ha gayret son aya girdik, nasıl olsa o sonbahar buraya gelecek.

Burhan İkiztepe'ye gitti, Ela çiftliğinde, Tuna Çeşme'de, Agi Roma'da, Derya Bodrum'da, Semra Sapanca'da, Elvan İstanbul'da. Çok şükür Mehmet geliyor da biraz onunla moral bulurum.

Çok severek kısa hikayecikler yazıyorum. Uzun zamandır içimden gelerek kişiye özel yazmamıştım. Üç gün bitti, bugün dördüncü gün içindeyiz ve şimdiden beş kısa hikayecik oldu bile. Ah bi de bu sabah yüzyıllar sonra resim yaptım. Valla yaptım. Sabahın altısında sergiye iş yetiştirecekmiş gibi gaza geldim ve bir buket çiçek çizdim. Gerçi kuru pastelin nasıl sıkıntı yarattığını unutmuşum ama olsun yahu, hoşuma gitti. Renoir olmasam da bişiler işte.

Bugün balkondayım. Uzun paçalı penye şortum, sütyen fora tavrım ve kafamda tülbentimle aşırı mutlu bir yaz günü yaşıyorum. Hayırlara vesile olsun, yoksa zihnim mi hafifliyor? Aaaa mümkün mü? Şahane:)))