Yemyeşil bir denizdeyim. Belki bahar yüzünden... Tazecik, incecik yeşil yapraklar ve biraz daha kalın, koyu yeşiller. Ve tabii onların arasındaki yüzlerce farklı ton benim gözümün seçemediği.
Ağaçlar kocaman. Hani o kitaplarda gördüklerimize benziyorlar. O kadar uzun, o kadar uzunlar ki, istesem de güneşi göremiyorum. Sadece yer yer toprağa değmeyi başarabilen ışık hüzmeleri var, bana güneşin orada olduğunu hissettiren.
Bastığım yer ne çim ne de toprak; yosunumsu. Yumuşak bir halıya benziyor. Ayak tabanlarımı gıdıklıyor bu tuhaf nem. Kara Orman burası. Yıllardır düşlerimde gördüğüm masal ormanı. Bu gece burada kalıyorum.
Hava kararmaya başladı. Ağaca tırmanıyorum. Gökyüzü öyle berrak ki, bu gece hiç bulut yok. Işık yok. Yıldızları bekliyorum. Ah işte! Tek tek geliyorlar. Neyse ki pusulamı almıştım. Kuzey neresi biliyorum, bu yüzden Küçük Ayı'yı hemen gördüm! Çok mutluyum. Nicedir rüyalarıma giren anı yaşıyorum; yaprakları kımıldatan ılık rüzgar ve uzaktan gelen kurt ulumaları dışında ses yok!
Kendimi, içimi duymak için buna çok ihtiyacım vardı... Rüzgarın saçlarıma dokunuşundaki şefkate teslim, binlerce kandil gibi parlayan yıldızlara bakarak esniyorum..
Ve gerçek hayat! Hayalini kurmadığım, içinde çalkalana, yuvarlana, tutunmak istemeden, çoğu kez hırpalanarak yaşadığım gündelik hayat! İnşaat gürültüsüne karışan kuş sesleri, betona ve sonra yüzüme çarpan ve bu yüzden sevemediğim güneş... Hoyrat şoförler, acımasız politikacılar.. Yarınımı bilmeden yattığım, gecede on kez bölünen uykular.
Nasıl olsa bitecek tesellisiyle, yaşamaktan çok hatır için katlandığım eski bir tanıdık gibi hayat. Ve doğadan kopuk, kendime yabancı saatler, günler... Hızla dökülen erguvan çiçeklerini tek tek geri yapıştırmak arzusum, mor salkımların ve leylakların kokusunu kavanozlara doldurmak isteğim.
İmkansızı istemekten yorulduğumda, ayarsızlığımla baş başayım...
Ağzını burnunu sevdiğimin şeytanı atla arabaya bas gaza diyor. Aç pencereleri, bangır bangır çalsın müzik. Yok bu yetmez, avaz avaz şarkı söyle! Kurt kuş duysun feryadını.