31 Mayıs 2017 Çarşamba

TAPINAK



Tek bir şarkıyla nasıl savrulabiliyor insan geçmişin karanlık sularına, ilk gençliğin Dünya'yı yerinden oynatabildiği eşsiz günlere..
 
Karanlık sulardaki ışığımdın. En imkansız hikayelerimin kahramanı, en kapanmaz yaralarımın ilacı ve en korkunç kabusum... Sen benim her şeyimdin.
 
Başka hiç bir şeyim yoktu.
 
Tüm inananlar gibi en üste koydum seni kalbimin sunağında. Çiçekler sundum, zamanlar sundum, masallar sundum hayatlar boyunca. Hala anlayamıyorum eline nasıl tutuşturdum o baltayı?
 
Tapınağımın en görkemli puttuydun sen.

31.05.2017

27 Mayıs 2017 Cumartesi

TELAŞSIZ LABİRENT

 
 
Birbirimize anlatıyoruz ya hani, fotoğraflarla, kitaplar, filmler ve şiirlerle.. Çok hoşuma gidiyor.
Geçmişten bir an paylaşamayanların çaresizliğinden bağımsız, gelecek için telaşlanmadan yaşamak; paha biçilmez!
Yüzlerce ve binlerce günbatımı, Şiraz'ın bahçeleri, Paris, Londra, Anadolu'daki terk edilmiş kiliseler, sinemalar ve hatta uçsuz bucaksız denizler ve gökyüzü.. Hepsi bizim. Zaten gitmiştik, oradaydık, keşfetmiş ve yaşamıştık.
 
Şimdi, albümlere bakan ve gazoz içen çocuklar gibiyiz. Hatırlamanın labirenti ne güzelmiş!

27.05.2017

25 Mayıs 2017 Perşembe

RÜYADA AFFETMEK





Sokaklardayız. Bizden başka birileri de  var ama  onlar kim gerçekten bilmiyorum. Sanki ailem de civarda fakat onları görmüyorum. 
Bir his sadece.

Avrupa'dayız. Büyük bir kentteyiz. Geçtiğimiz kalabalık caddelerde etrafıma bakıyorum, gerçek hayatta içinde bulunduğumuz yüz yıl burada yok... Aksine her şey daha durağan, film setinde gibiyiz. Zamansızız. Karanlık sokaklardan geçiyoruz, yolun iki tarafında üç dört katlı, eski yüzlü binalar var. Aniden önümüze eski bir sinema çıkıyor. Tam onun hakkında fikir yürütecekken, kırmızıdan bordoya çalan kesme taşlarıyla bir ilginç yapı daha! "Baksana Akdamar adasındaki kilise gibi " diyorum. Sen konuşmuyorsun. Zaten bana söylediğin bir şey hatırlamıyorum. Sonra müziği duyuyorum, dönüp  sana bakıyorum, acaba sen de duyuyor musun merak ediyorum. Kulaklarını işaret ederek gülümsüyorsun.
 
Aslında seni hiç tanımıyorum, ama bu gülüşünü öyle iyi hatırlıyorum ki. Onda senin beş, on beş, yirmi beş yaşın var. 
 
Uyandığımda bu hayatta kim olduğunun, ne olduğunun, nerede tanıştığımızın ve ne yaşadığımızın bir önemi kalmıyor. Gülümsüyorum.
 
 

24 Mayıs 2017 Çarşamba

NEDEN SOL YANIM?

 
 
 
Bugüne kadar yaşadığım önemli önemsiz tüm sağlık sorunlarımı alt alta yazsam şunu görüyorum, neredeyse hepsi bedenimin sol tarafında!
 
Sebebi ne midir? Tesadüftür!
 
Yıllardır hatta abartayım çocukluğumdan beri onlarca mantıkla, bilimle açıklanamayan şeye tanıklık eden, bir kısmını bizzat deneyimleyen ben, hala sağ beyin yokmuş, onu işe almamışız gibi inat ediyorum. Sezgilerime güvenmeyi neden göze alamıyorum? Niçin diğerleri tarafından nasıl algılandığım bu kadar önemli? Bitkilerde şifa ararken, kucaklaşmaların büyüsüne inanırken, neden bütün bunlara uzakmış gibi yaşıyorum. Neden derse gelen öğrenciye sadece kabukla ilgilendiğimi söylüyorum? Kaçtığım, sakladığım ne  ki?
 
Nefessiz doğmuşum ben. Ağır bir doğum travmasıyla.. "Simsiyahtın" diyor annem.. "Ve dakikalar sonra sesini duydum.."
 
Buraya gelmek istemedim mi? Ya da neden son anda fikrimi değiştirdim ve geldim? O annemin nefessiz kaldığımı düşündüğü anlar hücrelerime nasıl kaydedildi? Şimdilerde hala zaman zaman ayağıma dolanan endişe ataklarında doğum anımın etkisi nedir?
 
Yoluma çıkan insanlarla yaşayacağım ve yaşayamayacağım şeyleri hissedebildiğimi söylesem? Söylemem, deli dersiniz. Başka hayatlardan tanıştığım insanlarla karşılaştığımda onlara doğru çekildiğimi anlatsam? Kendimi ateşe uçan pervane gibi durduramadığımı... Sonra da olmadık nedenlerle oradan kaçmaya çalıştığımı.. Yanaşma ve kaçınma haliyle kıvrım kıvrım kıvrandığımı...

Sol yanım artık sağlıklı olsun. Sol yanım da hakkı olan ilgiyi, sevgiyi görsün istiyorum. Kırk üç yaş kendime şefkat yaşım olsun, sevecen, içinden geçtiği tüm hayatlara eyvallah diyerek yaşadığım yıllara ilk adımım olsun.

22 Mayıs 2017 Pazartesi

ÇOCUK KİTABI OKURKEN DİKKAT EDİLMESİ GEREKEN ŞEY.


 
Çocuk kitapları, insanın kendi çocukluğunun dizi dibinde okunmalı. Bir zamanlar çocuk olduğumuzu hatırlayarak, kahramanların üzerimizdeki etkisini küçük insanın masumiyetiyle hissederek okunmalı ki, mesaj yerine ulaşsın.

Kitabı çocuğa değil, kendi çocukluğuna okumalı...

20 Mayıs 2017 Cumartesi

NAPITDURUN ?

 
Gittiğin zamanı hatırlamak istemiyorum. Bilirsin, senin gibi döngülere teslim olamadım.. Hep bu dünyaya geldiğin günü kutlamak, hep en güzel anlarımızı anımsamak istiyorum.. Başka türlüsü elimden gelmiyor..
 
İçimdeki gözyaşı ırmaklarının ucu bucağı olmadığını öğrenmiştim gittiğinde. Sanma ki artık ağlamıyorum. Deprem gibi çöküyor yokluğun, gerçeğin altında eziliyorum. Dünyanın merhametsizliğine çok zor dayanıyorum. Özlüyorum be dostum; bizi çok özlüyorum... Ciğerimi akbabalar paralıyor sanki. Gözünün içindeki ışıltıyı, gülüşünü, kahkaha krizlerimizi deli gibi özlüyorum... Çıkamadığımız seyahatlerden kart yazıyorum bize, konuşamadığımız konuları not ediyorum sonraki hayatlarımıza..
 
Prusya Kralı'na beni de zeytin ağacının altına, mümkünse onun yanına koyun dedim. O vakte kadar tek tesellim zeytin ağaçları... Ne zaman bir zeytin dalının altında durup gökyüzüne baksam, aynı kubbenin altındayız diye seviniyorum. Kalbimi sıkıştırıyor boynuna sarılamamak.
 
Sen ve ben bu alemde ve öte alemde her zaman tanıdık olacağız ya, buna inanmanın tesellisiyle devam ediyorum.
 
Yarın senin bu gezegene gelişini kutlayacağım. İnsanlarla kahve içip, yaptığım tatlıyı paylaşırken onlar bilmeyecek ama ben, yarın bütün gün senin için, bir zamanlar kol kola olduğumuz ilk gençliğimiz için gülümseyeceğim...
 
İyi ki doğdun. İyi ki bu hayatta da bulduk birbirimizi. Seni çok seviyorum..

https://www.youtube.com/watch?v=oB-RS000NLs


13 Mayıs 2017 Cumartesi

İÇİMDEKİ ÇÖPLÜK

 

 
Bilinçaltım ona böyle seslendim diye kırılmasın lütfen. Çöplük derken kastım değersiz veya artık  işimize yaramayan bir "şeyler" değil ki; daha çok gözden çıkarttığımız, artık gündelik hayata eşlik etmediğini zannettiğimiz "şey"ler.
 
Dün benim için öyle bir gün oldu. Ayrılmaya hazır olduğumu düşündüğüm bir şehrin beni girdap gibi kalbine doğru çektiğini hissettim. Şaşırdım. İkimizin nabzı o kadar uyumluydu ki, bir an için hiçbir zaman ayrılamayacağımızdan korktum. Oysa kimler kimleri, nereleri ardında bırakmıştı. Ben mi İstanbul'dan gidemeyecektim?
 
Ciğerimde derin bir yara, böbreklerimde küçük bir yakut parçası, kalbimin odacığında eski bir koltuk, anılarımda onlarca gülüş ve gözyaşısın İstanbul. Seninle sevip kavuşamayan aşıklar gibiyiz; asla evlenmeyecek sevgililer ya da her hayatta göz göze gelen, kalp akdiyle bağlı huzursuz ruhlar.
 
Bakmalara doyamadığım sen, ardımda kalacaksın. Ve biliyorum, hiç ummadığım anlarda burnuma gelen kokunla, seni özleyip, ağlayacağım. En huzurlu uykularımdan sana hasret sıçrayacak ve hangi denizi seyredersem seyredeyim, bu o değil diyeceğim. Dönüp dönüp geri gelecek hayaletin..
 
Bütün bunları bilerek nasıl gidebilirsin dersen, sorma derim. Bilmiyorum. Sende bana iyi gelmeyen bir şey var ki, belki de o, aslında sen bile değilsin.
 
Sadece bir şehirden değil; kendimden, geçmişimden, ben dediğim her ne varsa hepsinden gitmek zor çok zor.. Bir o kadar da gerekli.

11 Mayıs 2017 Perşembe

BU GECE İÇİN...








 

KARŞI KIYI..





Yuva.. Azmi Varan'ın eğitimde geçirdiğim iki gün bana bu kelimeyi uzun uzun düşündürmüştü. Çocuk istediğimi söylemiştim ona. Azmi Bey de, "hayvanlar bile önce güvenebilecekleri bir eş bulup, sonra yuvalarını kuruyor ve ardından yavruluyorlar!" demişti. Şamar gibi yüzüme vuran bu açıklamadan sonra fark etim; uzun zamandır bir yuvam olmadığını, yuvamı aradığımı, bulamadığımdan ve bir yuva yaratamadığımdan doğurmadığımı..
 
Hiçbir toprak parçası ev olmamıştı bana, hiçbir erkek çocuğunu doğuracak kadar güven vermemişti. Belki bu yüzden hiç hamile kalmamıştım. Birlikte yaşlanacağım adamı bulamamıştım.
 
Hani aramakla bulunmazdı ama arayanlar bulacaktı? Çok mu aramıştım? Ararken yanımdakileri mi atlamıştım?
 
Sonuçta yuvam yoktu benim.. Yuva yapan dişi kuş rolü üzerime oturmayan bir elbise gibiydi.
 
Sanırım yaklaşan anneler günü beni hassaslaştırıyor. Bana zaman kaybettiren, "mış" gibi davranan herkese karşı kırgınlıklarım, kötü hatıralarım canlanıyor. Bu yüzden hepsinin, herkesin üzerine basıp, yuvama doğru yürümek ve ardıma bakmamak istiyorum.
 
Sanırım bu defa kararlıyım. Çünkü yollardan yoruldum..  Aramaktan yıldım. Oturmaya ihtiyacım var.
 
Gezi olayları patladığında Almanya'daydım. Yüreğim ağzımda, öylece durdum televizyonun önünde. Jasmin beni teselli edemedi. Sakinleşemedim. Ya eve dönemezsem korkusu içimi kemirdi. Peki ya sevdiklerime bir şey olursa? Tohum hikayesini orada yazdım. Gizemli bir kadın tarafından avucuma bırakılan tohumları nasıl olmadık yerlere savurduğumu anlatan hüzünlü bir hikayeydi..
 
Kimseye okuyamadım.
 
Gezide olanlar bana Refah Partisi'nin İstanbul zaferinde hissettiğim korkuyu çağrıştırmıştı. O gün o kadar korkmuştum ki, eve döndüğümde dizlerim titriyordu. Sevinci taşkın insan topluluğu beni paniğe sürüklemişti. Kontrolsüz kalabalıklardan çok korkuyordum.. Eski bir anım canlanıyordu sanki..
Yuvasız kalmak, yuvaya dönememek, kalabalıkların ayakları altında ezilmek... Merhametsizlik beni fazlasıyla telaşlandırıyordu.
 
Şimdi ne mi yapıyorum? En derin korkularımdan birine kafa tutuyorum. Bu işin sonunda kıçımın üzerine oturmak da var ancak eğer denemezsem nasıl bileceğim başarıp başaramayacağımı? Ya yuvamı bulursam?
 
Belki de sürgünde olmak o kadar  da kötü değildir. Ve belki de  aradığım yuva karşı kıyıdadır...

11.05.2017
 
 

6 Mayıs 2017 Cumartesi

Köpekte Bulunan 10 Güzel Haslet

 
 
"Ruhu'l-Beyân Tefsiri"nde köpek'de on güzel ahlâk olduğu beyan ediliyor.

1- Sadâkat: Köpek sahibini terk etmez. Kovsa da bırakmaz, küsmez. Hizmet eder.

2- Kanâat: Ne verilirse razı olur. Sofraya sokulmaz, bulduğu ile iktifâ eder. Yerine biri gelse onu oradan kovmaz.

3- Tevâzu: Yattığı ve gezdiği yer, alelâde yerlerdir. Kendi için yüksek yer aramaz. Ne yedirilirse yer.

4- Tevekkül: Yarını düşünmez, yerini yermez, erzak biriktirmez.

5- Teslimiyet: Sahibini bırakmaz. Dövse de, ayağını kırsa da yine çağırınca gelir (kuyruğunu sallayarak) teslimiyyet gösterir. İyilik edeni bilir ve unutmaz.

6- Zühd: Kendisini umûmî zuhûrâta bırakmıştır. Gelecek için bir düşüncesi ve hazırlığı ve esaslı bir bakımı yoktur.

7- Miskinlik: Her yeri dolaşır. Bir şey verilirse alır, vermezlerse bakar geçer. Kendini dokunmazlarsa, bir şey yapmaz; yoluna gider.

8- Uyanıklık: Çok az uyur. Şehirlerin, köylerin sokakların da gece bekçisidir. Hırsızları tanır, haber verir. Evleri, bağları, bahçeleri, sürüleri korur.

9- İstiğnâ: Çekingendir. Başkalarının nasîbine tecavuz etmez. (Kedi gibi sofralara sokulmaz) kabları bulaşdırmaz.

10- Edeb: Köpek, haddini bilir. İnsanlar arasında ve hayvan cinsleri içinde, insanlara en çok hizmet edenlerdendir. Emredilen işi tutar. Terbiyeyi kabul eder, terbiye edildiği zaman, tam bir liyakatla, çok büyük işler görür. Sürü, kızak, ev, harb, bekçilik, keşif ve yitik bulma... işlerinde hizmetleri çoktur.

Bu on güzel ahlâk köpekte bulunmaktadır. Halbuki bunlar, hâlis mü'minlerin ve sâdık mürîdlerin sıfatlarındandır.

Kaynak; Molla Yahya Pakiş
 

3 Mayıs 2017 Çarşamba

SESSİZ BİR ORMAN...



Yemyeşil bir denizdeyim. Belki bahar yüzünden... Tazecik, incecik yeşil yapraklar ve biraz daha kalın, koyu yeşiller. Ve tabii onların arasındaki yüzlerce farklı ton benim gözümün seçemediği.
Ağaçlar kocaman. Hani o kitaplarda gördüklerimize benziyorlar. O kadar uzun, o kadar uzunlar ki, istesem de güneşi göremiyorum. Sadece yer yer toprağa  değmeyi başarabilen ışık hüzmeleri var, bana  güneşin orada olduğunu hissettiren.
 
Bastığım yer ne çim ne de toprak; yosunumsu. Yumuşak bir halıya benziyor. Ayak tabanlarımı gıdıklıyor bu tuhaf nem. Kara Orman burası. Yıllardır düşlerimde gördüğüm masal ormanı. Bu gece burada kalıyorum.
 
Hava kararmaya başladı. Ağaca tırmanıyorum. Gökyüzü öyle berrak ki, bu gece hiç bulut yok. Işık yok. Yıldızları bekliyorum. Ah işte! Tek tek geliyorlar. Neyse ki pusulamı almıştım. Kuzey neresi biliyorum, bu yüzden Küçük Ayı'yı hemen gördüm! Çok mutluyum. Nicedir rüyalarıma giren anı yaşıyorum; yaprakları kımıldatan ılık rüzgar ve uzaktan gelen kurt ulumaları dışında ses yok!
Kendimi, içimi duymak için buna çok ihtiyacım vardı... Rüzgarın saçlarıma dokunuşundaki şefkate  teslim, binlerce kandil gibi parlayan yıldızlara bakarak esniyorum..
 
Ve gerçek hayat! Hayalini kurmadığım, içinde çalkalana, yuvarlana, tutunmak istemeden, çoğu kez hırpalanarak yaşadığım gündelik hayat! İnşaat gürültüsüne karışan kuş sesleri, betona ve sonra yüzüme çarpan ve bu yüzden sevemediğim güneş... Hoyrat şoförler, acımasız politikacılar.. Yarınımı bilmeden yattığım, gecede on kez bölünen uykular.
 
Nasıl olsa bitecek tesellisiyle, yaşamaktan çok hatır için katlandığım eski bir tanıdık gibi hayat. Ve doğadan kopuk, kendime yabancı saatler, günler... Hızla dökülen erguvan çiçeklerini tek tek geri yapıştırmak arzusum, mor salkımların ve leylakların kokusunu kavanozlara doldurmak isteğim.
 
İmkansızı istemekten yorulduğumda, ayarsızlığımla baş başayım...

Ağzını burnunu sevdiğimin şeytanı atla arabaya bas gaza diyor. Aç pencereleri, bangır bangır çalsın müzik. Yok bu yetmez, avaz avaz şarkı söyle! Kurt kuş duysun feryadını.

 
 
 
 
 
 
 

1 Mayıs 2017 Pazartesi

AYAKKABI MESELESİ





Gitmek nasıl başlıyordu? İnsan önce ayakkabılarını mı giyerdi? Yoksa en kıymetli eşyalarını mı toplardı? Yoksa saçlarını mı taradı? Hatırladım... Gitmek karar vermekle başlardı. Ve karar verme süreci hepimiz için aynı şekilde işlemiyor. Kimi insan on dakikada hayatını bir bavula sığdırabilirken, bir ömür boyu o valizi hazırlayamayanlar tanıyorum...
 
Peki ben nasıl biriyim? Nasıl giderim? Karar verirken kendimle ve etraftaki insanlarla nasıl bir etkileşim içinde olurum?
 
Kesinlikle hırçınlaşırım. Verdiğim karar üzerine iyi veya kötü, tüm konuşmalardan rahatsız olurum.. Bütün dünya karşı cephedeymiş, hayat beni hiç desteklemiyormuşçasına paniklerim... Ben, bir yerden, birinden öyle usul usul ve çabucak gidemem. Aylarca kafamda evirip çeviririm. Çantamı toplamaya başlamadan evvel sayfalarca yazar çizer, eşyaları etrafa dağıtır, toplar ve defalarca vazgeçerim. Yeniden korkarım ben, kalmaya türlü bahane uydururum. Koşullar olgun değildir, aslında bulunduğum yerde her şey daha iyi olabilir... Oysa hepsi, bütün bu mırıldanmalar, bahaneler gidecek gücü toparlayamıyor olmanın cinleridir.
 
Kendimi bu anlamda iyi tanırım. Bazen toparlanmak aylarıma mal olsa da, gitme fikri bir kez bile yalayıp geçmiş olsa mutlaka yola çıkarım.
 
Çok yemek yerim. Acıkmadan, susamadan ve durmadan gevelerim lokmalarımı. Güçsüz kalmaktan korkarım. Uykularım kaçar. Gündelik hayattaki  akışım ezberdendir. 
 
Benim önce ruhum gider, sonra zihnim. En son bedenim..
 
Öyleyse ayakkabılarımı giymeye hazırım. Sadece azıcık kararsızım çünkü ayakkabı önemli. Acaba şık mı olmalıyım? Yoksa uzun bir yürüyüş için rahat bir model mi seçmeliyim? Şık ve rahat? 
 
Azıcık zamana ihtiyacım var ama emin ol gidiyorum.