28 Aralık 2011 Çarşamba

DOSTLARIM İÇİN YENİ YIL HEDİYEMDİR.

KOCAMAN, KOSKOCAMAN VE İÇİ DİBİNE KADAR ACI, DİBİNE KADAR SEVİNÇ DOLU BİR SENEYİ UĞURLARKEN TÜM SEVDİKLERİMİN - HALA BU HAYATTA OLAN VE DİĞERİNE GEÇMİŞ OLAN - YENİ YILINI TÜM KALBİMLE KUTLUYORUM.
BANA GETİRDİĞİ HER ŞEY İÇİN 2011 YILINA TEŞEKKÜR EDİYORUM. BENDEN ALDIKLARI İÇİN İSE BOYNUMU EĞDİĞİMİ SÖYLÜYORUM... VARDIR ELBET BİR BİLDİĞİ DİYEREK...
AİLEM, YÜKSEK LİSANSLI PERİLER, SÜPER PRENSES, KÜÇÜK İNSAN, PRUSYA KRALI, KÜLKEDİSİ, HANDE, EROL HOCAM, NAZMİ HOCAM, MEHMETUS, S.Y., ÖĞRETMEN ARKADAŞLARIM, ÇOCUKLARIM, EDA LİSA.... HEPİNİZ İYİ Kİ VARSINIZ:)

25 Aralık 2011 Pazar

DONMEK

Eve donüs zamani yaklasti. Elbette geri donmem gerektigini biliyordum ama biraz erken oldu sanki... Burada normal hayata karisamadan bitti bana ayrilan süre. Oysa daha hic bir cafede kitap okumadim. Cikip sabah yuruyusu yapmadim. Yemek pisirmedim. Yine de bana ayrilan sure bitti!
Hayatima uzaktan baktigim ve ardimda biraktiklarimi bir an icin bile diusunmedigim su on gunde nedense evimle ilgili gözumde canlanan tek sey cadde ile bizim sokagin kesistigi nokta oldu. Acaba neden? Ve bir kez daha anladim ki orada yani Istanbul'da yasamamin sebebi annem, kardesim ve Cahil Periler. Onlar yanimda olsa Mars bile bana ev!
Super Prenses'le yasamak guzeldi. Benter manyakliklarimiz ve kendimize has manyakliklarimiz bence gayet uyumluydu. Onunla 2012 'de muthis bir maceraya daha karar verdik ama bu defa uslu durmayacagiz!
Burada kaldigim surede anladim ki, uzak yerlerde insan daha kolay kendini yakaliyor. Hayatima ve gundelik telasima buradan baktigimda icinde hic "ben" yokum sanki. Oysa icinde benim olmadigim ve bana ait bir hayat olabilir mi? Olamaz gibi ama var.
2012 icin dilegim bu aslinda icinde, disinda ve tam ortasinda "ben" olan bir hayat!

24 Aralık 2011 Cumartesi

VEEEE HUZURLARINIZDA NOEL!

Beklenen gün geldi iste. Bu dakikadan baslayarak noel heyecanini ikiye katliyoruz:)

23 Aralık 2011 Cuma

GULMEK NE GUZEL!

Unutmusum; icten ve olabilecek en aptalca seye karnim agriyana kadar gulmeyi unutmusum. Gulumsemekten degil ama gercekten gulmekten bahsediyorum. Buraya geldigimden beri birkac defa seri halde sacmalayip, dakikalarca gulebildigimi gorunce cok sevindim. Demek ki hala umut var benim icin :)
Super Prenses'le kisa zamana cok sey sigdirdik. Ozellikle ortacag pazari ve sanat galerisi nefisti. Bu arada gercekten bu ulkede ekmek ve pasta cok lezzetli. Ayrica siyah bira da hic fena degil.
isin sakasi bir yana, daha once hic uzerinde dusunmedigim bir toplum hakinda birseyler ogrenmek hosuma gitti. Savas, savas sonrasi donem, bunun edebiyata ve diger sanatlara yansima sekli gercekten azimsanamayacak kadar guclu. Uzuldum dogrusu Almanca bilmedigim icin. Oysa harika kitapcilar ve kutuphaneler var....
Hava da soylendigi kadar soguk degil. Ustelik sokaklar o kadar temiz ki, bir tam gun kar yagsa, ertesi sabah her yer yine piril piril.
Neyse, gulmek guzel, hayat guzel! Almanya guzel. Hele ki Almanya'da Super Prenses'le gulmek daha da guzel!

20 Aralık 2011 Salı

ORTACAG PAZARINA MEST OLDUM!

Cadi kardeslerimin arasinda gezerken, Dionysos ve Pan'i görmeyi hic ummazdim! Ama aralarina doga tanricasini da alip öyle bir muzikle firladilar ki sokaga! Of! Yok böyle bir tilsim!! Gercekten uzun yillardir cok az seye boylesine hayranlikla bakmisimdir. Bu kadar mi tanidik olur muzik!
Gerci pazarin tamami nefisti! Prenses'le kendimize kiyafet, sac tokasi vesaire aldik- Vesaire diyorum ama bayilarak kullanacagim. Sac ignem o kadar havali ki, görmeniz lazim:)
Ictigim ve yedigim hersey guzeldi. Gerci yaban domuzu sosisi biraz tercih etmedigim bir lezzetti ama yine de hosuma gitti. Bir daha ne zaman noel pazarinda yaban domuzu yiyecegim kimbilir? Fakat tavernalar ve tavernaci cocuklara deginmeden gecemeyecegim:))) Italya kadar unlu olmasa da Almanlar da flört etmeyi biliyorlar diyecegim sadece:)) Ah bir de Ingilizce bilselerdi!!! Hayat iste:)))

19 Aralık 2011 Pazartesi

DUN AKSAMDAN SIZE KALANLAR

Tracy dün gece yirmi yili askin bir sureden sonra, Super Prenses ile icilen nefis bir visne likoru ile gecmisin izlerini degistirdi! Artuk bana sadece ilk askimi degil, ilk Almanya seyahatimi, visne likorunu ve Super Prenses'i hatirlatacak. Eski bir aniyi silmek icin uzerine yeni anilar yazmak lazimsa eger, basliyorum. Silinmek cok can yakiciydi... Ben biliyorum.
Dun gece kilisede Bach dinlerken, cocuklarin her biri gözume melekler gibi görunduler. Ilahi bir ses ve onlarca melek! Sadece protestan teyzelerin bizim CHP'li teyzelere bu kadar benzemesine cok sasirdim. Kiyafet, hal tavir... Al Bagdat Caddesi'ne koy, eline de azicik brosur ver, tamam!
Az sonra ortacag pazarina gitmek icin yola cikacagiz. Ne mi umuyorum? Elbette gercek bir cadi ile tanismayi!!!

18 Aralık 2011 Pazar

UCAN MINIBÜS!

Firtinanin ortasinda bi yerimde pireler ucarak gelebildiysem bu diyarlara pratik zekam sayesindedir. Cunku ucer kisilikten iki sira dizilmis koltuklardan bana gösterilene otursaydim ve iki saat oyle ucsaydim asla uyuyamaz ve firtinanin stresi ile basa cikamazdim.
Pegasus feci dar bir ucakla ucurdu beni, bu yuzden Trabzon seyahatinde verdigim ismi tescilledim artik: ucan minibus!
Neyse, Germen topraklarindaki ikinci sabahimda kaderin cilvesini dusunuyorum, aslinda son onbes yildir burada yasiyor olabilirdim... Acaba nasil bir ben olurdum o zaman... Kimbilir..
Super Prenses bana harika bir yatak, kutular dolusu kurabiye, nefis kahveler ve en guzeli cok huzurlu bir ortam verdi. Buna o kadar muhtactim ki, ilk gece vucudum inancsizliktan uyuyamadi! Sessizlik beni saskina cevirdi ve afallayinca paralize oldum!
Ama dun gece normal bir uyku uyudum, cunku gunu guzel gecirmek tum endiselerimi supurdu. Cam agaci alisverisi, dini butun bir Alman ailenin evinde yenen yemek ve ardindan sehrin göbegindeki noel öncesi kalabaligina karismak iyi geldi.
Taciz edilmeden yasamak nasil da özledigim bir sey! Taciden kastim, trafiksiz, deprem korkusu olmaksizin, bir yere kosturmadan, yuksek sese maruz kalmadan yasamak...
Burada kapilarin yani daire kapilarinin cogu cam! Hirsizlik gibi bir dertleri yok anlasilan! Mimari nefis.. Sokaklar, binalar ve insanlarin genel tavri hosuma gitti dogrusu. Ormanlara da bayildim. Belki Kara Orman'i görmeye gidecegiz. Ne kadar heyecanli degil mi? En cok ortacag pazarini merak ediyorum. Bakalim neler var?
Simdilik haberler bu kadar. Stuttgart`dan sevgiler...
not. noktalamalar icin uzgunum, klavyeye yabanciyim!

16 Aralık 2011 Cuma

GERMANY!


Ta ta ta ta... İşte 16 Aralık oldu. Az sonra havalimanına ve uçağıma kavuşacağım. Uçak korkumu ve burun deliklerimden birinin tıkalı olduğunu unutabilirsem bulutların tadını çıkartacağım!
Önümüzdeki on gün Germen halkının topraklarındayım. Bu seyahat sebebiyle edebiyat hayatımda aksamalar olabilir, zira yazmaktan ziyade okumak niyetindeyim.
Herkese sevgiler....

15 Aralık 2011 Perşembe

KALPLERE VUR BİR ZIMBA!


Öyle bir hafta geçirdim ki, anlatsam, oooo okuyamazsınız:) Ama en önemlisi 350 adet kurabiyeyi tek tek öğrencilerime vermenin ( Allah Hande ve Ferda Hanfendilerden & Zencefil ahalisinden razı olsun:) hazzını yaşadım. Ufaklıklara Noel Baba'nın biraz grip olduğunu, bu yüzden bana çocuklara biraz kurabiye pişirmem için ricada bulunduğunu anlattım. Kurabiyelerin bir "iksirle" yapıldığını ve eğer bunun ne olduğunu bulurlarsa ( kurabiyenin içindeki meyva ve baharatların isimlerini yazmalarını istedim- tabii anne ve babaları yazacak - ) müthiş bir oyunla geri döneceğimi söyledim. Kurabiyeleri eve götürüp aileleri ile bölüşmelerini, sevgi ile bölüşülünce besleyici gücünün arttığını anlattım. Ki doğru!
Yüzlerce renkli kağıt, yüzlerce minik parmak arasında keşfedilmenin heyecanını yaşarken, ben bir buluta binip uçtum! Ne mi oldu? Ejderha ile göz göze geldik! Eda Lisa altıncı yaşını kutlarken, ben artık onu, yani ejderhamı gözlerine baktığım tüm çocuklarda yakalamanın sarhoşluğuna kapıldım!

14 Aralık 2011 Çarşamba

HAVA

Dün iki ders arasında verdiğim park ve kitap molası o kadar iyi geldi ki... Bu sabah neden daha uzun kalmadım orada diye hayıflandım. Kış güneşine bayılıyorum!

13 Aralık 2011 Salı

TELAŞ!

Saatlerin hızına yetişeceğim diye bir yelkovana asılıyorum , bir akrebe. Sonuç? Onlar kazanıyor tabii...

9 Aralık 2011 Cuma

KURABİYE:)


Güneş var bu sabah, dolayısıyla sanki hayat daha da güzel. Daha da çünkü yaşadığım her gün, her saat güzel! Bunu kaz kafam anladı ya, artık bana karada ölüm yok!
Duramadan çalışmaya hala uyumlanamadığım için bazen teklesem de, işkolik olmamak için ciddi bir çabam var. Mesela bugün arabadan erken inip "bir elinde cımbız bir elinde ayna" topluluğuna karışıp yürüyeceğim caddede. Sonra eve gelip dinleneceğim. C.tesi dersimi planlayacak ve tekrar sokağa çıkacağım.
Hafta sonu Zencefil&Elvan kurabiyeleri pişireceğiz inşallah. Ve bu kurabiyelerle çocukların kalplerini hedeflediğimizi de itiraf ediyorum!

8 Aralık 2011 Perşembe


Ölümü hatırladım bu akşam. Anneme ölümü anlattım. İkna etmeye çalıştığım, inancını tazelemeye davet ettiğim kimdi acaba? Biraz ben, biraz annem miydi? Yoksa biraz annem, çokça ben mi?
Çok erken tanıştım ben ölümle. Önce Uyanık öldü. Ev sahibimizin köpeği. Uyanık gittiğinde dört yaşındaydım. Ona ne yaptıklarını görmedim. Gömmüşler miydi? Zaten fazla uzun düşünmedim bu konuda, ağlamadım da. Uyanık öldü, Bozli geldi. Daha tüylü, daha yumuşaktı. Uyanık'ı ve ölümü unuttum.
Beni huzursuz eden unutamadığım ölümlerdir; onların durup durup vuran dev dalgalarıdır...

7 Aralık 2011 Çarşamba

YILDIZLAR...


Öfkesini, gülüşünü, çözümsüz kalan sorunlarını hatırlıyorum. Onu düşünmek üzerinden kendimi düşünüp, kalan ömrümü hesaplamaya çalışıyorum. Yıldızları sayan muhasebecinin* hatasına bir kez, bir kez daha düşerken hayat her defasında önüme bunu hesaplayamayacağımı söyleyen bir örnek bırakıyor.
Pimapen ardından rüzgar dinlemeye çalışan akılsızım ben!
Bana bakıyorsan oralardan bir yerden ne çok gülüyorsundur. Biliyor musun sen benim kalbimi hiç kırmadın. Bir kez bile darılmadım sana. Sanırım bu yüzden gözlerin hep aklımda. Ama ağlama krizlerim geçti. Dediğim gibi, şimdilerde eteğime dökülmüş yıldızları sayıyorum.
Dün Haydarpaşa Gar'ından çıkarken bir çınar ağacı gördüm. Suya düşmüş gibiydi. Durup, onun kızıl yapraklarının mavi su üzerindeki ışıltısını izlemek istedim. Zamanım yoktu! Derse yetişmem gerekiyordu. Üzüldüm. Oysa sınıfıma ulaştığımda daha onbeş dakikam olmasına rağmen hevesle hazırlanan öğrencilerimi görünce yüzümden üzüntü silindi, yerine umut geldi.
Yine de yanlıştı biliyor musun? Birkaç dakika için bile olsa o ağacı seyretmeli, ona "seni gördüm" demeliydim.
Ben ki elaleme "bi durup nefes alsanıza yahu" diyen insan, dün duramadım işte!
B.Y.'ye korkularımı anlatırken, gücü hep dışarıda radığımı anladım. Oysa hiç içime bakmamıştım! Sen bakmıştın değil mi? Bakmış ve inancına tutunmuştun.
Seni düşünmek, senin bu gezegenden geçişin üzerinden kalan ömrümü yaşamak çok güzel. İyi ki oralarda bir yerlerde "dost" olmuşuz.
Bu sabah akılsızlığımdaydın:)
*KÜÇÜK PRENS

6 Aralık 2011 Salı

HUU


Bir açılıp, bir kapanan, zaman zaman rüzgarı yüzüme vuran ve bazen ışığı tam kalbime sızan o kapıya inancımı tamamlayan bir adam olmuştu. Ezelden tanışılan bir dost. Kapının eşiğine bir kitap bıraktı. Kitabı, her gece, aralanmış kapının azıcık daha içine doğru ittim. Ne mi oldu, kapı artık hep aralık! Açılması sadece an meselesi.
Bazen bunun için yeterince teşekkür etmediğim hissine kapılıyorum. Sonra diyorum ki, ne anlamı var kelimelerin o zaten bilmiyor mu ne yaşadığımı..
Hayatı değiştiren her zaman çok büyük olaylar değil, bazen aksine ufacık bir dokunuş.
Huu

4 Aralık 2011 Pazar

AĞAÇ, SABAH, RUH.


Penceremden dışarı bakarken hissetttiğim şeyi bazen yaşarken hissediyorum. Nadiren de olsa, sustuğum zaman kendime dışarıdan bakıyorum. Yaptıklarım, söylediklerim hiç olmadığı kadar tutarlı, Hayatım hiç olmadığı kadar amaçlı, dolu, anlamlıysa da her şey çok boş bazen. Şu pencerenin önünde hissettiğim duygu bana yaklaştığında korkuyorum. O kadar dışındayım ki yaşamın.. Cimdikliyorum kendimi yaşayıp yaşamadığımı anlamak için.
Ağaçları görüyorum, güneş yapraklarına vurmuş, rüzgar onları savuruyor.. Bir sesi ve kokusu var biliyorum. Bir kol mesafesindeyim. Uzanmıyorum. Biliyor ama hissetmiyorum. Çünkü içerideyim. Seyirciyim. Sırtımı bir ağaca dayayarak oturmayalı aylar oldu. Sizin? Yıllar mı? Peki ne yaptık daha anlamlı. Bunun yerine ne koyduk?
Dans etmeyi öğreniyorum. Çocuklarla yaptığım dersi izlemeye gelen çok tatlı bir stajer kadın, etkilendiğini söyledi. Neşemden... Ben de etkileniyorum neşemden. Yine de o durma anları beni korkutuyor. Bazen korkunun dibini görmek adına durabildiğim kadar durmak istiyorum. Sonra ders saatim geliyor ya da banyo yapmam gerekiyor... Zihnim beni ruhumdan kopartıp, gündelik telaşıma bırakıyor. Ruhum bedenimde öksüz, evsiz. Bir sokak çocuğu gibi yaşıyorum o andan itibaren..

3 Aralık 2011 Cumartesi

KİMSELİ ÇOCUKLAR

Baktığında anneleri var, babaları da. Evleri, arabaları... Birbirinden güzel kıyafet ve oyuncakları. Pırıl pırıl bakışları ve mis gibi kokuları.. Bunlar kimseli çocuklar. Şanslı çocuklar...
Peki neden mutlu değiller? Neden boşayamadıkları bir anne ve baba ile yaşamak zorundalar? Çünkü bu ülkede kocanı, karını boşarsın, hatta onu boşarken çocuğunu da boşarsın. Ama hiçbir çocuk anne ve babasından boşanamaz. Çocuk ve aile ilişkisi sonsuza dek edilmiş bir yemin gibidir. Öyle bir yemin ki taraflardan biri ölmeden sona ermez. Bu yüzden doğuda ve batıda düşünürler ( Bahaeddin Veled, Osho.. ) "anneyi öldür" der. Öldür ki özgür kal. Özgür kal ve sonra istersen yeniden , seçerek bağlan.
Kimseli çocukların Tanrısı yok... Tanrı kimsesizlerin yanında sanki. Çünkü kimseli çocuklar dışarıdan görülen o ki çok şanslılar. Tanrıya hiç ihtiyaçları yok... Ancak yakından, gözünün içine içine bakınca anlaşılabilir; Tanrıya onların da çok ihtiyacı var. Durmadan çekiştirilmek, ağzından burnundan tıkılan yemeklerle türlü yeme bozukluğu geliştirmeye yatkınlaştırılmak... Daha çok öğrensin diye sabah İngilizce, öğleden sonra İspanyolca ve üzerine drama ve daha Allah ne verdiyse doldurularak.. bir saat bile kendini dinleme fırsatı yakalayamadan büyümek zorunda bırakılmak. Bütün bu hengamede değil ruhsal gelişim, üstüne durmadan örselenmek! Baba tarafından dövülen anneyi veya tam tersi babayı aşağılayan anneyi izlemek..
Kimseli çocukların durumu fena... ne kadar vitamin alacakları vizitesi 400 lira olan doktorlar tarafından belirlenirken, ne kadar sevgi alacaklarından bahseden yok... Herkes çocuğunun geleceğini garanti altına almak kaygısında... Daha iyi okullar, daha iyi hayatlar... Kimse huzur ve mutluluk kelimelerini altını çizmez oldu. Haklı olsalardı ben bugün kimseli çocuklar hakkında yazmazdım. Demek ki birşey yanlış... Hesapta sıkıntı var!

2 Aralık 2011 Cuma

BASKI ALTINA ALINMIŞ ÖFKEMİ SALIVERSEM BU DEPREMDEKİ ZARAR ZİYANI KARŞILAYABİLİR MİYİM?


Sanırım yapmak zorunda kalacağım. Nicedir ufak ufak sallıyorum aslında ya, bazıları tavan başına çökmeden anlamıyor galiba! Şişşt kime diyorum?
Elvan değişti diyenler var. Hem arkamdan, hem de yüzüme karşı. Doğrudur, zamanım konusunda epeyce cömertleştim. Ama kendime karşı:)) Her kuyruğu sıkışanın koltuk değmeği olmaktansa, kendime topuklu ayakkabı ile yürüme dersleri vermeye başladım. Bu bir değişim midir? E tabii:)
AVUTUCULAR'dan* kaçıp, cenneti bulma kararı aldım. Bazıları için üzülmeyi bıraktım. Bu macerada yol arkadaşım olanlara sokulmaya başladım. Diğerleriyle arama zaman, mesafe ve kalp soğukluğu girmeye başladı. Üzülmesinler lütfen, bunların mutlaka bir anlamı var. Nasıl doğa ona yaptıklarımıza tepki gösteriyorsa artık ben de bunu yapmak istiyorum. Yüzüme yapışan anlayış dolu gülücükten çok sıkıldım. Her açıklama bekleyene uzun uzun anlatmaktan da. Üzgünüm, kendim dışında herkesi gözden çıkardım. Kendim saydıklarım kurtulabilir sadece ve beni kendinden sayanlar...
Dibine kadar mutlu, dibine kadar öfkeli ve dibine kadar aşık olmak istiyorum:))) Herkese harika bir hafta sonu dilerim!
* bakınız Michael Ende, Labirent

1 Aralık 2011 Perşembe

TEŞHİR

Çocukken pek kibirliydim. Biraz küstah, biraz ukala hatta. Yine de severdi insanlar beni. İnanılmaz şirin çillerim ve altın buklelerim etrafımda her daim bir hayran çemberi yaratırdı. Neydi sevdikleri? Hiç bilemedim.. Ama kesinlikle saçlarım onları büyülüyordu. Benim aynaya baktığımda göremediğim bir sıcaklık, çekici bir ateş seziyorlardı sanki.. Ben bunu ancak şimdi anlıyorum. Kırmızı sıcak bir renk. Turuncu da öyle. Bu yüzden seviyorlardı beni. Çok yaklaştıklarında yakacağını tahmin ettikleri bir ateşte ısınma arzusuydu o sevgi. Kimi bana hükmetmeye, kontrol altına almaya çalıştı. Kimi hiç korkmayarak korlarımda yürüdü. Ben hiç anlamadım. Uyuyordum.
Şimdilerde saçımın renginin çocuklar üzerindeki etkisini görüyorum. Saçım, turuncu çoraplarım ve hayvancıklı patiklerimle öte alemlerden gelmiş gibiyim onlar için. Komik, renkli, kocaman bir kadın.
Bugün yaptığım dersler eğer kameradan izlenmişse - ki izlenmiş, bekçi bana sırıtarak iyi akşamlar dediğinde biraz utandım:))- manyak kadın demiştir. Desinler. Bayılıyorum manyak kadın olmaya. Teşhirci olduğumu sanarlar diye yıllarca bedenimi, sesimi, ruhumu ve hatta saçımın güzelliğini sakladım da ne oldu? Hiiiçççç. Şimdi teşhirci olmak hoşuma gidiyor. Özellikle neşemi, sevincimi deliler gibi ve bütün bedenimi kullanarak göstermek çok hoşuma gidiyor. Yemeğin ortasında dostumu yanaklarından şap diye öpmek, çocuklarla zıp zıp zıplamak ve eve gelince "bu fasülye yedi buçuk liraaa...." diye şarkı söylemek şahane yahu!
Yemişim ciddi olmayı.
Bakınız derste bugün neler yaptık:
Önce timüs bezinin vücudumuzun "radyosu" olduğunu hayal ederek oradan mikroplara mesaj yolladık: "lütfen bedenimden gidin!" Böylece bağışıklık sistemimizi güçlendirdik.
Sonra kalan mikropları üzerimizden silkeledik. Bunu yaparken kan dolaşımımız canlandı.
Ve en sonunda da "kaç mikrop kaç dansı" yaptık! Ki neşeli insan hastalanmaz:))
Şimdi mi baygınım, mutluyum, teşhircinin Allahıyım!!!

BEDENİM


Gündemim her gün değişiyor. Şimdilerde kabuğuma meylettim azıcık. Yeni botlar, hırkalar, parfümler.. Bir telaş bir telaş. Tam kırk yaş hazırlığı:) Uzun zaman olmuş aynı parfümü kullanalı, sıkılmışım. Sıkılmış ve ertelemeşim yenisini aramayı.. pek çok şey gibi.. Kendim gibi.
İçimi güzelleştirmek için çırpınırken ve o kırılmasın, bu kırılmasın diye bin parçaya bölünürken hiç bakmamışım kalıbıma; derime, saçıma, parmaklarıma, bacaklarıma.. Hamamdan hamama ovalayıp çıkmışım. Oysa bu ruhu o taşımıyor mu? Bedenim!
İçimi ve dışımı hazırlıyorum. Sanki uzun bir yolculuk öncesinde gibi, telaşlıyım. Tatlı, acemi bir telaş. Ne ki bu diye sormadığım...


http://www.youtube.com/watch?v=DZP4lbp9jBA