7 Aralık 2011 Çarşamba

YILDIZLAR...


Öfkesini, gülüşünü, çözümsüz kalan sorunlarını hatırlıyorum. Onu düşünmek üzerinden kendimi düşünüp, kalan ömrümü hesaplamaya çalışıyorum. Yıldızları sayan muhasebecinin* hatasına bir kez, bir kez daha düşerken hayat her defasında önüme bunu hesaplayamayacağımı söyleyen bir örnek bırakıyor.
Pimapen ardından rüzgar dinlemeye çalışan akılsızım ben!
Bana bakıyorsan oralardan bir yerden ne çok gülüyorsundur. Biliyor musun sen benim kalbimi hiç kırmadın. Bir kez bile darılmadım sana. Sanırım bu yüzden gözlerin hep aklımda. Ama ağlama krizlerim geçti. Dediğim gibi, şimdilerde eteğime dökülmüş yıldızları sayıyorum.
Dün Haydarpaşa Gar'ından çıkarken bir çınar ağacı gördüm. Suya düşmüş gibiydi. Durup, onun kızıl yapraklarının mavi su üzerindeki ışıltısını izlemek istedim. Zamanım yoktu! Derse yetişmem gerekiyordu. Üzüldüm. Oysa sınıfıma ulaştığımda daha onbeş dakikam olmasına rağmen hevesle hazırlanan öğrencilerimi görünce yüzümden üzüntü silindi, yerine umut geldi.
Yine de yanlıştı biliyor musun? Birkaç dakika için bile olsa o ağacı seyretmeli, ona "seni gördüm" demeliydim.
Ben ki elaleme "bi durup nefes alsanıza yahu" diyen insan, dün duramadım işte!
B.Y.'ye korkularımı anlatırken, gücü hep dışarıda radığımı anladım. Oysa hiç içime bakmamıştım! Sen bakmıştın değil mi? Bakmış ve inancına tutunmuştun.
Seni düşünmek, senin bu gezegenden geçişin üzerinden kalan ömrümü yaşamak çok güzel. İyi ki oralarda bir yerlerde "dost" olmuşuz.
Bu sabah akılsızlığımdaydın:)
*KÜÇÜK PRENS

3 yorum:

Enis Diker dedi ki...

Hocam ağaçlar mucizevi ( -i şapkalı mıydı? galiba, neyse :)) varlıklar. Geçen yaz bir raslantı eseri, belki biliyorsunuzdur, http://www.agaclar.net/forum/ sitesini keşfettim. İlk girdiğim forum, gene raslantı eseri, evde limon yetiştirmek oldu. Bayağı uzun olan tartışmaları okuyunca ben de acaba evde yapabilir miyim diye heveslendim:) İlk pamuk arasında limon çekirdeğini yeşillendirme çabası başarısızlıkla sonuçlandı. Bir gün işte yemekteyken yeni kesilmiş limonun çekirdekleri gözüme ilişti. Onları peçetenin arasında sarıp eve getirdim:) İnat bu ya. Bu sefer limonlar yeşillendi. Küçük bir saksıya ektim. Fakat bu inaçtçı bitki koca kış bir on santim boy attı, atmadı. Yazın genişçe bir saksıya alıp, iş yerindeki balkona götürünce limoncağız canlandı. Yeni yapraklar açıverdi, tam yerini buldu burda büyür derken, yeni takılan klimanın hışmına uğradı. Limonumuzun yaprakları kavruldu. Ben de kaptığım gibi odama aldım. Şimdi orda binaların arasından sabahları açarsa kış güneşi anca onu görebiliyor. Neyse iki üç canlı yeşil yaprağı çıkıverdi. Biraz boy atsa salona taşıyacam, daha çok güneş görcek. Anlıyacağınız bizim nazlı limon hayata tutudu, epeyi bir badire atlattı, ama hâla minik yeşil yapraklarıyla capcanlı, inatçı mı inatçı :)) Bende onun bu gayretini görünce annemin bunun yerine başka bir şey, mesela para çiçeği ekelim ısrarına direniyorum. Gene gevezeliğim tuttu :)) Umarım başınızı ağırtmamışımdır

Fortunata dedi ki...

Sizin limonun inadı bana da bulaşsa keşke Enis Bey... Sevgilerimle..

Enis Diker dedi ki...

Hocam bu kadar iş anca güzellikte inatla olur merak etmeyiniz:))Ara sıra yorgunluk, bıkkınlıksa hangimizde yok.