8 Aralık 2011 Perşembe


Ölümü hatırladım bu akşam. Anneme ölümü anlattım. İkna etmeye çalıştığım, inancını tazelemeye davet ettiğim kimdi acaba? Biraz ben, biraz annem miydi? Yoksa biraz annem, çokça ben mi?
Çok erken tanıştım ben ölümle. Önce Uyanık öldü. Ev sahibimizin köpeği. Uyanık gittiğinde dört yaşındaydım. Ona ne yaptıklarını görmedim. Gömmüşler miydi? Zaten fazla uzun düşünmedim bu konuda, ağlamadım da. Uyanık öldü, Bozli geldi. Daha tüylü, daha yumuşaktı. Uyanık'ı ve ölümü unuttum.
Beni huzursuz eden unutamadığım ölümlerdir; onların durup durup vuran dev dalgalarıdır...

2 yorum:

Enis Diker dedi ki...

Ölüm karşısında ukalalık etmeden konuşmak zor hocam. Bekliyorlarsa ne ala, öbür tarafta onları görmesekte iyi olduklarına inanırız. Beklenecek bir yer yoksa gidenlere borcumuz sanırız vefa olmalı- o da düzgünce, huzurla yaşamak. Canımızı acıtan gidişler, bizi fakirleştirenler hep sevilenler. Gönül bağı da tek taraflı olmuyor, eğer imkanları olsaydı bunu isterlerdi herhalde. Giden biz olsaydık kalanlara esenlik dilerdik. İşimiz onlar için de huzurla yaşamak, bize duydukları inancı, bize yaşatıkları sevgiyi/sevinci ayakta tutmak galiba hocam - sevgilerimizle

Fortunata dedi ki...

Doğru söze ne denir Enis Bey.. O bağ olmasa zaten devam edilemez ki..