17 Temmuz 2011 Pazar

ŞAHMARAN



“Bir ölümsüzlük ve ihanet masalı”


Anadolu efsanelerinin pek çoğu bu topraklarda yüzyıllardır süre gelen sözlü gelenek sayesinde günümüze ulaşabilmişlerdir. Sözlü geleneğin en güzel örneklerinden Şahmaran, tıpkı diğer efsaneler gibi büyük bir sır saklar.. Belki Sümerler’den Gılgamış, belki Yunan mitolojisinden Asklepios veya adını Heseidos’dan bildiğimiz ejderler soyundan Ekhidna’dır çıkış noktası? Hatta kimbilir belki de Aziz George’un ( Aya Yorgi ) ejderha öldürme efsanesi tam da Şahmaran’ı anlatır?
Biz sadece Anadolu topraklarındaki evinden eminiz bu güzeller güzeli, bilgeler bilgesi yaratığın; Adana, Mersin ve Antakya’nın yılanı bol, sıcağı çok coğrafyasında doğmuştur Şahmaran. Kimilerine göre yılan kuyruklu, bakanların gözlerini kamaştıran bir kadın ve yılanların ecesidir. Kimilerine göre ise bilge yüzünü çerçeveliyen sakalıyla, güçlü kralıdır yılanlar ülkesinin. Hatta belki de Lokman Hekim’in oğludur?
Kadın ya da erkek, bizim bilmediğimiz sırlara vakıf, toprağın tüm gizemlerini saklayan çok eski bir efsanenin baş kahramanıdır Şahmaran. Biz farkına varsak da, varmasak da çeşitli semboller ve hatta tekerleme ve deyimlerle tam da hayatımızın ortasındadır. Evlerimize serdiğimiz kilimlerde, müslümanların inancına göre mahşer günü peygamberin elinde tutacağı üç başlı asanın, yani Asa-ı Şerif’in tam ucunda, hatta Avrupa’nun uzak bir köşesinde çocuklarımıza okuduğumuz deniz kızı masallarının içindedir Şahmeran. O kadar farklı şekilllerde ve o kadar sık deri değiştirir ki bu efsane, her defasında Şahmaran’la karşılaştığımızı çoğu zaman fark edemeyiz bile… ( Starbucks bardaklarınızdaki sembole baktınız mı hiç ? ) Oysa Selçuklu darüşşifasının kapı süslemelerinde rastladığımız yılan kabartmaları Şahmeran’dan başkasına işaret etmez. Asklepios’un elindeki asaya bir DNA sarmalı gibi dolanan ve şaman külahının ( börk ) üzerinde yer alan yılan da Şahmaran’a övgüdür.. Bu kadar iç içe geçmiş hikayenin ve sembollerle dolu masalların çıkış noktası ve doğum tarihi ise hala bilinmezliğini korur.
Kimilerine göre Şahmaran’dan bir parça yiyen Camısan, Lokman Hekim olmuştu. Bir başka söyleyişle; Şahmaran, Lokman Hekim’in oğludur…
Ben Şahmaran’ı anlatmak için, efsanenin bugün Unesco tarafından koruma altına alınmış olan ve hala topraklarımızda konuşulan Zazaca versiyonunu seçtim. Bakalım bu efsane Zazalar tarafından nasıl anlatmış?

Lokman Hekim ölümsüzlüğe çare aramaktadır. Sık sık nehir kıyısına gidip, uzun uzun bu konuda düşünür. Bu durum Hz. Peygamber tarafından bilinince, Cebrail’i Lokman Hekim’in yanına yollar: “Hele sen git, bir kanat vurup onun kitabını suya savur ki bu sevdadan vazgeçsin.”
Cebrail denileni yapar. Kitap suya düşer. Lokman Hekim’in elinde sadece üç yaprak kalır. Kısa bir süre sonra Lokman Hekim hastalanır ve o sırada hamile olan karısına, elinde kalan 3 sayfayı verir. Ve verirken de söyle der: “Ben rüyamı gördüm, benim vadem doldu. Bunları alıp saklayasın. Günü gelip bir evlat doğurduğunda da adını Camısan koyasın. Ve ta ki o kendisi gelip senden isteyene kadar bu 3 sayfadan katiyyen ona söz etmeyesin.”
Bu sözlerden sonra Lokman Hekim ölür. Gün gelir kadın doğum yapar ve çocuğun adını Camısan koyarlar.
Camısan yedi yaşına geldiğinde annesi onu okula yazdırır ama Camısan tek bir harf bile öğrenememektedir. Öğretmenleri durumu anneye anlatırlar. Çaresiz kalan kadın, oğlunu alıp bir marangozun yanına çırak olarak verir. Fakat kısa sürede marangoz da Camısan’a bir şey öğretemediğini anlar ve onu annesine geri verir.
Bunun üzerine annesi Camısan’a bir eşek alır, yanına balta ve ip verir. Onu mahalledeki fakir çocukların yanına verir ve der ki: “Aklı kıttır; ona odun toplamayı öğretin. Belki her gün bir yük odun getirir, satar da, onunla yiyecek alırız.”
Böylece odun toplayıp, satmaya başlar Camısan. Bir gün yine çıkıp, odun toplamaya gittiklerinde korkunç gök gürlemeleriyle yağmur yağmaya başlar. Camısan ve arkadaşları buldukları yerlere sığınırlar. Camısan da , o anda fark ettiği bir mağaraya sığınır. Sonra, bu ardıç ağacının ardına saklanmış mağaranın içinde kocaman bir kütük görür. Toprağın altında kalmış bu kütüğü alıp götürmek için kaldırdığında altından kapak gibi bir mermer taş çıkar. Arkadaşların aseslenir. Onlar da gelince hep beraber kapağı kaldırırlar. Kapağın altında ağzına kadar balla dolu bir küp vardır. Ama çocuklar emin olamazlar bu bal iyi midir kötü müdür? Aklı kıt olan Camısan’a denetirler balı. Camısan, bir parmak çalar bala ve tadının çok güzel olduğunu görür. “Arkadaşlar, çok güzel bir bal bu; durmayın hemen gidip kap kaçak getirin, bunu boşaltıp götürelim. Nasiptir. Bize rast geldi.”
Çocuklar kimine göre üç günde, kimine göre üç haftada balı satıp bitirirler. Ama küpün dibinde kalan bala kıyamaz Camısan, onu da almak ister. Arkadaşları ne dese de Camısan’ı vazgeçiremezler. Camısan”Bana bir ip bağlayın, küpün içine sarkıtın. Ben kapları doldururum, siz çekersiniz. Bittiği zaman da, beni yukarı çekersiniz” der. Ama balın tamamına sahip olmak isteyen arkadaşları Camısan’ı tüm balı yukarı çektikten sonra kuyuda bırakır ve kapağı üzerine kapatırlar.
Camısan’ın annesine onu yağmurda kaybettiklerini söylerler. Kadın, günlerce ormanlarda, dağlarda dövüne dövüne oğlunu arar ama Camısan yoktur…
Küpün içinde ağlaya ağlaya uyuyakalan Camısan, bir gürültüyle uyanır. YIlanlarla dolu bir yerde olduğunu anladığında çok korkar. Tahtta oturan sakalllı ve yılan gövdeli Şahmaran ona seslenir: “Oğlum korkma, gel yanıma. Sen onlardan ne kadar korkuyorsan, onlar üç katıyla senden korkuyorlar. Gel… Gel yanıma.”
Camısan, çaresiz, yılanların arasından süzülerek gider Şahmaran’ın yanına. Şahmaran: “Ey ademoğlu, benim kusurum ne kadar büyükmüş ki, siz Ben-i Adem yüzünden, 700 yıllık konağımı bırakıp buralara taşındı; yine de ardıma düşüp geldiniz. Kurtulamadım elinizden. Hayırdır yine ne işiniz var benimle?”
Camısan başından geçenleri anlatınca, Şahmaran:”Eyvah! Bir bal kuyumuz vardı, oradan devamlı bal yiyorduk. Allah bereketini vermişti, o baldan ne kadar yesek eksilmez, yeniden dolardı. Ama insan elinin değdiği kurur; bir hayrı kalmaz. O kuyunun da hayrı kalmadı artık.”
Camısan hikayesini anlattıp, bitirince bir süre Şahmaran’ın yanında kaldı. Ama gün geldi ve yalvarmaya başladı yeryüzüne çıkmak için. Ama Şahmaran “Oğlum bu sözden umudunu kes. Sen aydınlık dünyayı göremezsin. Ben canımı bir kez daha tehlikeye atamam. Bir zamanlar Berkıya vardı, o bile aydınlık dünyayı göremedi.” der. Ve Camısan’a Hz. Muhammed’in adını arayan Belkıya’nın hikayesini anlatır… Berkıya’nın hikayesinin içinde de ejderhalar, zümrüdü ankalar ve Şemsi Banu ile Cihanşah’ın masalları gizlidir…
Masal içinde masal geleneğine uygun bir süreç başlar Camısan ile Şahmaran arasında… Ama gün gelir Camısan’ın yalvarışlarına dayanamaz yılanların ecesi…
Bir çift yılan getirir, Camısan’ın gözlerini bağlarlar. Ve yılanlar sürünerek onu aydınlığa çıkartıp, bal kıyusunun başına bırakırlar.
Camısan evine vardığında tam yedi yıl yeraltında kaldığını anlar. Şahmaran’a söz verdiği gibi hemen evini, eşyalarını toplar, anasını ve eşşeğini alarak dağın başına doğru yola çıkar. Söz vermiştir Şahmaran’ın sırrını koruyacağına. Hem sırrı koruyacak hem de asla insanlarla aynı yerde suya girmeyecektir.
Aradan zaman geçer, şehirde paşa hastalanır, hoca der ki: “Paşam eğer Şahmaran’ı bulup üç parçaya keser ve kaynattığın suyu ile yıkanırsan iyi olursun. Derdinin tek çaresi budur.”
Paşa sorar: “Onu nasıl buluruz?”
Hoca der ki: “Hiç dert değil. Herkesi bir hamama koy ve yıka, kimin bedeni suda pul pul olur ise o Şahmaran’ı görmüş ve yerini biliyor demektir.”
Paşa’nın adamları bütün şehri dolaşır, hatta dağın tepesindeki Camısan’ı da bulur ve hamama getirirler. Camısan, hamamda pul pul olan bedenini saklayamaz… Ve paşanın adamlarıyla beraber Şahmaran’ın almaya giderler. Camısan’ı karşısında gören Şahmaran: “Saklanma başkalarının ardına. Gel, sen de hain çıktın. Adımı kimseye söylemeyecektin, söz verdin. Yine de söyledin. Gel bari sen omuzla beni, neden kaçıyorsun?” der.
Yola çıktıklarında, üzüntüsünden kahrolan Camısan’a kendisine ihanet etmesine rağmen, son bir sır verir Şahmaran:
“Şimdi beni götürdüklerinde sana diyecekler ki bunu kes, biz kaynatalım. Sakın sen kesme beni, ben getirdim, siz kesin dersin. O zaman hoca keser ve ateşe koyar beni. Su kaynadığında üstte biriken ilk köpük saf zehirdir. Sana verirlerse sakın içme. Sonraki köpük birikince, onu kim içerse Lokman Hekim olur. Bütün dünya gözleri önüne gelir, tüm sırlar ona açılır. Kalan üçüncü köpüğü içenin ise hastalığı iyi olur.”
Camısan tam söylendiği gibi yapar, ihanet ettiği Şahmaran’ın ona yaptığı bu son iyilik sayesinde Lokman Hekim olur. Artık ona bütün sırlar görünür. Evine döner ve annesine: “Anne babamın kitabından sayfalar kalmıştı, onlar hala evde mi?” der. Annesi sayfaları getirir ve ona verir. Camısan artık Lokman Hekim olmuştur…
Yolu karanlık dünyadan geçen Camısan, aydınlık dünyaya ulaşır ve tüm sırlara erer. Bu yüzden efsane der ki belki de Şahmaran Lokman Hekim’in oğlu Camısan’ın kendisidir….

1 yorum:

sufi dedi ki...

Şahmaran hikayeleri biliyordum ama zazalarınkini değil.teşekkürler paylaşımın için.tontini.