Dün gece boğazın suları yavaş yavaş kararırken, başka hiçbir şehirde yaşamak istemezdim diye düşündüm. Yüz kere doğsam, yine burada, bu şehirde doğmak isterdim. Her dönemini yaşamak isterdim İstanbul'un. Biraz Bizans, biraz Roma... Hatta azıcık Osmanlı... Kimbilir belki yaşamışımdır. Belki sırf bu yüzden ilgimi çekiyordur şehirin bütün hikayeleri?
Düşünsene, Galata kulesindeyiz, püfür püfür rüzgar... Aşağıda kayıklar, kalyonlar.. Karşıda saray... Oy oy oy... Ya da benim saraydayız, atladık kayığa Mihrimah Sultan'a gidiyoruz sabah serininde! Veya Teodora sabah kahvesine çağırmış, Çengelköy'deyiz:))
Dün şöyle bir baktım da Kuzguncuk pek dar geldi, en iyisi Çiçekçi veya Kandilli. Hem manzara güzel, hem de erguvanlar var. Ne dersin sana uyar mı?
Yarın sabah erkenden yürüyüşe çıkacağım. Yarın benim doğumgünüm ya, yürüyüş sonrası da çocuklara gideceğim. Dersimiz var. Sonra KınalıAda... manastır tepesinde Rachel ile buluşacağım... Sana çok selamları var. Bir sonraki kargoda suyu da yollayacağım merak etme.
Biraz huzursuzum bu akşam, sanırım fırtına yüzünden... İçimde garip bir duygu dolaşıyor... hayır mı şer mi adını koyamadım. Sanki kolum ya da bacağım kopmuş, yerinde bulantı yapan bir boşluk var gibi... Neyse, yazamadığıma göre gidip okuyayım biraz!
Öperim:)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder